- 10.03.2011 00:00
Şurada seçimlere bir şey kalmadı, sayılı günler var ama siyasi gündemi yine başka şeyler işgal ediyor. Bazı gazetecilerin tutuklanmasından çok haklı olarak tedirginiz, bizim tedirginliğimizden Ergenekon örgütlenmesinin yaralanacağı kaygısını taşıyor olmamıza rağmen tedirginiz ve buna rağmen tepkimizi açıklıyoruz. Doğru olan budur. Ne Başbakan’ın açıklamaları, ne de savcı Öz’ün açıklaması kaygılarımızı yok etmiş değil. Onlara güvenip beklemek için ne gibi nedenimiz var? “Kürdistan” dedi diye eğer bir yazar, bir düşünür İsmail Beşikçi hapis cezasına çarptırılıyorsa kimse bizlerden susup yargı sürecinin sonunu beklemeyi isteyemez.
Karşımızdaki durum şu: Ergenekon örgütlenmesinin peşine düşüp gerçekleri halka açıklamak isteyenler de, Taraf gazetesi, Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Mehmet Baransu ve başkaları da soruşturmaya uğruyor, haklarında davalar açılıyor hatta ceza alıyorlarsa; öte taraftan Ergenekon örgütlenmesi içinde olduğu gerekçesiyle yine gazeteciler, yazarlar tutuklanıyorsa ortada kaotik bir durum var demektir. Siyasi kaosu biz çözemeyiz, bu konuda kimin eli kimin cebinde biz bilemeyiz, enformasyon kirliğini temizleme gücüne de sahip değiliz.
Buna rağmen aklımıza da yitirmedik; son tutuklamalar nedeniyle Ergenekon terör örgütünün varlığı konusunda ne kuşkuya düşeriz ne de bu örgütün medyada ayakları olduğu gerçeğini gözardı ederiz. Doğru tutum özgürlükleri, insan hakları hukukunu, sivil hukuku savunmaktır.
Kişilere değil hukuka güvenmek isteriz
Fakat herkes, bütün taraflar da bugün yargının, kişiler hakkında soruşturma açmaktan, gözaltına alma, tutukluluk süreleri de dâhil bütünüyle yargılama hukukunun perişanlığından, adaletin geç gelmesinin doğurduğu adaletsizlikten şikâyetçi değil midir? Herkes kendi işine geldiğinde yargı sürecini bekleyin diyor, gelmediğinde de yargı sistemimiz çürümüştür diyor. Elbette adil yargıçlarımız, savcılarımız var ama yargı sistemimizin çürüdüğü de çok açık. Bu alanda önemli reform adımları atılmasına rağmen durum bu. Köklü hukuk reformu hâlâ çekmecede duruyor.
Niye çekmecede duruyor?
Çünkü artık yalnızca yargı alanında değil idari ve diğer tüm alanlarda sorunların köklü çözümü yeni bir anayasa yapmaya gelip dayanmıştır. Fakat seçimlere üç ay kaldığı halde anayasa konusunda ortada ses seda yok. Birkaç sivil toplum örgütü, özellikle Anayasa Çalışma Grubu dışında ve bir de Alevi derneklerinin düzenlediği miting haricinde. İktidar ve muhalefet partileri yeni anayasa konusunda suskunlar.
Suskunlar çünkü “Sadede geleyim de asa misun?” havasındalar.
Şu âna dek seçim sathı mailindeki hâkim siyasi hat milliyetçilik/ ulusalcılık çizgisi üstündedir. Bu çizgide de bir anayasa değişikliği olur ama bu anayasa yeni ve sivil olamaz. Bugün AKP, MHP Kürt meselesi nedeniyle CHP ise Kürt meselesi de içinde merkezî devleti zayıflatacak kaygısıyla yerel yönetimlerde köklü bir idari yeniden yapılanmaya gitmek ve özerklik gibi konuları tartışmaya hiç de hazır değiller. Kürt meselesinin çözüm anahtarının yattığı bu değişikliği göze almadan başka köklü değişikliklere gidilemez.
Çünkü anayasalar hukuki değil hukuk diliyle ifade edilmiş siyasi belgelerdir. Siyaseten çözmeyi göze almadığınız bir sorunu anayasa yaparak çözemeyeceğiniz gibi zaten böyle bir anayasa da yapamazsınız.
Ne var ki, bizden yargı sürecini beklememizi isteyenler aslında kendilerine ve dolayısıyla devlete güvenmemizi istiyorlar. Oysa yeni anayasa ihtiyacı egemenliği devletten alıp topluma, halka verme gereksiniminden doğuyor. Çağdaş denen, insan haklarının evrenselliği ve üstünlüğüne dayalı özgürlükçü demokrasi için egemenlik hakkı doğrudan insan merkezli kaynaktan, insan olmaktan doğar.
Bu dediğimi eğer o noktaya varabilirsek yeni demokratik ve sivil anayasa meselesine gelince çıplak biçimde göreceğiz. Örneğin, yeni anayasada Atatürk adının geçip geçmemesi nasıl tartışılacak çok merak ediyorum. Benim bilebildiğim kadarıyla hiçbir demokratik anayasa kendini bir lider karizmasına dayandırma, onun otoritesine sığınma gereğini görmemiştir, zira anayasalar toplumun kendi otoritesini tesis etmek içindir. Bunun içindir ki, anayasaların varoluş nedeni için gerçekte olmadığı halde toplumsal sözleşme gibi bir tanım yapma gereği duyulmuştur. Denmek isteniyor ki, bu sözleşme ile bir toplum kendi kaderine hükmetme otoritesini kendi eline alıyor. Bu otoritenin kaynağı ne dindir, ne de bir kişi, millet bile değil yaşayan halkın kendisidir. Halk anayasa ile yönetme otoritesine kaynaklık etmek üzere bir hukuk yaratmış olur.
Yeni anayasa meselesi ne âlemde gerçekten. Acilen hatırlatmak istedim.
nabi.y@superonline.com
Yorum Yap