Sıcağı sıcağına...

  • 28.04.2012 00:00

 Siyasi gündemimiz, hepsi de birbirinden önemli ve hepsi de çözümleri birbirinden çetrefil sorunlarla dolu. Bu paket içindeki sorunlar aynı merkezli ama yarıçapları farklı daireler karakterinde. Merkezde olan ise tarihle yüzleşme gereksinimi. Bu gereksinim kaçınılmaz biçimde her önemli sorunda ayağımıza takılıyor, kendini hatırlatıyor, “beni atlayarak ilerleyemezsin” diyor.

Hazır Ermeni tehcirinin kamuoyunda yaratmış olduğu duyarlılık sıcakken diğer konuları bir yana koyup bu konuda önemli gördüğüm iki çalışma ve iki makaleye dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan biri Selçuk Uzun’un, diğeri Talat Ulusoy’un. Ulusoy’un makalesine gelecek yazımda değineceğim.


Selçuk Uzun
’un çok önemli bulduğum makalesinin tümünü vermek isterdim ama yalnızca alıntılar yapmak zorundayım, tümünü “www.Kuyerel.com”dan okumanızı öneririm. Uzun, bu makalesinde Ermeni tehciri günahının yalnızca, siyasilerin, İttihat-Terakki’nin ve devletin günahından ibaret bir günah olmadığına işaret ederek şunları yazıyor:


Toplumsal günah

“Bir Türkiye haritası üzerinde 1915/16’daki tehcir güzergâhlarını ve katliam yerlerini işaretlediğinizde, tüm haritanın Der Zor istikametine giden oklarla dolduğunu, özellikle de Ankara’nın doğusundaki bölgenin de kıpkırmızı olduğunu görürsünüz. Kıpkırmızı olan yerler katliam yerleridir. Bu haritanın büyük kısmını sadece Alman Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerini okumakla bile oluşturabilirsiniz. Evimin duvarında asılı böyle bir harita, her baktığımda bana, 1915/16’da olup bitenlerin korkunçluğunu hatırlatır. Bu korkunçluğun boyutlarını düşündüğümde de 1915/16’daki ‘kırımın toplumsallığı’nı hatırlarım. Bu ‘kırımın toplumsallığı’nın da bana göre iki boyutu vardır: Katliam ve yağma. 1915/16’da çok makbul bir toplumsal faaliyet olarak katliam ve yağma çok boyutlu idi. Katliamın ve yağmanın boyutları, çeşitleri, kullanılan yöntemleri, biçimleri toplumsal bir karakter almıştı. Bu toplumsal faaliyete katılan insanlar, bu katliam ve yağmaya katılmayanları ayıplıyor, dışlıyor, bazıları da özellikle devlet memuru olanlar öldürülüyor, sürülüyor, hayatları onlara zindan edilmeye çalışılıyordu.”

“Anadolu’da Müslüman ve Müslüman olmayan kesimler arasındaki ilişkilerin 1800’lerin ortalarına kadar uzanan çok yönlü ve yer yer de karmaşık bir arka planı vardır. 1894/96 yıllarındaki Hamidiye Alayları’nın katliamları, aldığı boyut açısından sanırım bu ‘katliam ve yağma mikrobu’nun bulaştığı ilk dönemdir. Yaklaşık daha dar bir zaman dilimini kastederek, 1915/16 yıllarında yaklaşık 17/18 ay süren ‘katliam ve yağma mikrobu’nun sıradan ve sıradan olmayan insanlarda tekrar‘nüksetmesinin ‘toplumsallığı’nın boyutları ürkütücüdür.” (...)

“Bu ‘mikrop’un, yaygınlaşmasını ve meşrulaştırılmasını sağlayan iki temel araç vardı: Din ve maddi etken. Bana göre, 1915/16 bu iki unsur ile mümkün olabildi.” (...)

“Tehcir döneminde dinî açıdan bakıldığında, yapılan işin dinî açıdan caiz olduğu, sevap olduğu ve hatta kimi yerlerde beş, kimi yerlerde yedi ‘gâvur’ öldürmenin cennetin kapısını açacağı şeklinde verilen fetvalardır. (...) ‘Gâvur öldürmek’, öldürmüş olmak 1915/16’da çok makbul bir toplumsal faaliyetti. Bu konuda hiç de az olmayan örnekler vardır. Papazların her türlü işkenceye maruz bırakılarak öldürülmesi, bazı imamların, hocaların sürgün kafilelerindeki Hıristiyan din adamlarını özellikle kendi elleriyle öldürmek istemeleri, ‘şimdi gelsin de Isa’nız sizi kurtarsın’ sözlerinde ifadesini bulan örnekler çoktur.” (...)

 


Yağma

“Bu meşru zemini destekleyen, onun ikiz kardeşi olan diğer araç ise maddi alandı. Bu maddi unsur, 1915/16’da hem aniden, hem de çok uzun zamandır beklenen bir ‘köşeyi dönme fırsatının çıkmış olmasıdır. Bu maddi yağmanın büyüklüğü ve yaygınlığı birinci unsur kadar dehşet vericidir. Bu maddi yağma mal/mülk ile birlikte insanın yağmalanmasını da içermektedir. O dönemde, Müslüman olmayanların maddi varlıklarına el koyma, yağmalama hiçbir şekilde bir suç olarak algılanmaz. Tam tersine dinî açıdan ‘caizdir’, hukuki açıdan ‘yasaldır’, ahlaki açıdan ‘normaldir’. (...) Örneğin Trabzon’da sürgüne gönderilecek kafilelerin ellerindeki bohçalara, kap-kacaklara bile el konur. Sürgüne gönderilecek Ermeniler henüz evlerini terk etmeden yağma başlar.” (...)

“Düşünebiliyor musunuz İmparatorluğun ‘koskoca’ Dâhiliye Nâzırı, kuruşların peşine düşüyor. İşi gücü bırakmış, Kâhta Kaymakamı’ndan kuruşların hesabını soruyor. İmparatorluğun ‘koskoca’ generali, ordu komutanı zengin olmuş. Savaştan sonra bir vali İstanbul’da Moda Deniz Kulübü’nün veya Dikili’de Makaron Çiftliği’nin sahibi olabiliyor. Bazıları fabrika sahibi oluyorlar. Diyarbakır Valisi İstanbul’da yalı almak istiyor. Örnekler yüzlerce, binlerce. (...) ‘Emval-i Metruke’‘Tasfiye Komisyonları’ ve diğer yasalarla meşrulaştırılması. (...)”

Ermeni tehcirini yok sayamaya dönük gürültünün salt bir gurur meselesinden kaynaklanmadığını da Uzun’un bu makalesiyle daha iyi anlamış oluyoruz.


yagnabi@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums