- 5.04.2012 00:00
Dün kim ne derse desin Türkiye tarihi açısından önemli bir gündü. Evren ve Şahinkaya şahsında 12 Eylül darbecileri için hesap verme günlerinin ilkiydi. 12 Eylül, 12 Mart darbesi gibi değildi, devleti ve toplumu tepeden tırnağa gerici, otoriter yapıda militarist yeniden yapılandırmayı hedefleyen bir toplum mühendisliğiydi. Darbecilerin özellikle devleti militer bir temelde yeniden yapılandırmada hayli başarılı olduklarını kabul etmek gerekir. O kadar ki, bugün hâlâ darbecilerin çıkardığı yasalar ve en başta Anayasa yürürlükte. Bunları kökünden temizleyebileceğimize dair çok güçlü bir ışık da görülmüyor.
Türkiye darbecilerin inşa ettiği yapıyı sancılı bir süreç içinde ancak parça parça söküyor, beğenmesek de tarihin önümüze getirip koyduğu nesnel süreç bu. Bu nedenle yetersiz olsa da her parçanın sökümüne burun kıvırmadan destek vermek gerekiyor.
Kaldı ki, 12 Eylül barbarizmi gökten düşmedi, her on yılda bir askerî darbe veya müdahale yapılan bir ülkede gerçekleşti. Dolayısıyla darbeci zihniyetin devlet ve toplum içinde beslendiği damarlar var. Cumhuriyet’in kurduğu sisteme vesayet rejimi dememiz boşuna değil; vasi ile vesayet altında olan arasında yalnızca zora dayalı değil her zaman belli bir “rıza” ilişkisi vardır, öyle olmasa bunca insanı tutuklayan, yıllarca hapseden, idam eden, faili meçhullere kurban eden zalimlerle hesaplaşma 32 yıl beklemezdi.
Darbeci zihniyetleri besleyen militarist damarların ülkemizde ne denli güçlü olduğunu daha yakın zamanlarda yaşadıklarımız göstermedi mi? Sivil bir hükümete karşı yapılan 28 Şubat post-modern darbesi neyin nesiydi? Sivil bir hükümete, AK Parti hükümetine karşı ilân edilen militarist seferberlik, bu seferberliğe katılan, destek veren, organize eden medya, andıçlamalar açığa çıktığı halde askerî garnizonlarda verilen brifinglere eteklerini savura savura koşanlar, yargı mensupları, bürokratlar, YÖK üyeleri neyin nesiydi? Ortalığı bayraklarla donatanlar,Cumhuriyet, Bayrak mitinglerinde meydanları dolduranlar Merih’ten dünyamıza düşmüş uzaylılar değildi. Ergenekon-Balyoz davaları açıldığında bu davalara, kanıtlara, belgelere “fasa fiso” diyenler, “yesinler birbirlerini” diyenler 12 Eylül mağdurları değil miydiler?
Yazmıştık ama yineleyelim militarizm askerler için kullanılan bir kavramdan çok bir toplumun askerî bir zihniyete sahip olması, asker olmayanların da askercilik yapması, emir-kumanda hiyerarşisi içinde bir toplum tasavvuruna sahip olmak demektir. “Güçlü ordu güçlü Türkiye” flaması arkasında yürüyen siviller gerçekte sivil değillerdir. Önce devlet sonra toplum, birey diyenler, tarihimizle ilgili “asker-devlet” övgüsü yapanlar farkında olmasalar dahi militarist zihniyettedirler ve bu zihniyete açıktırlar.
Dolayısıyla 12 Eylül ile yüzleşme bugün ancak demokrasimizin vardığı sivillik düzeyiyle ölçüsünde olabilir. Ne var ki, demokrasi derken yalnızca hukuksal, siyasal ve kurumsal düzeyi anlamıyorum, ondan daha önemlisi 12 Eylül mağdurlarının 12 Eylül’den demokrasi adına çıkardıkları dersleri kastediyorum. Bu derslerin derinliği 12 Eylül ile bugün yüzleşebilmemizin de kapasitesini, derinliğini bize verir.
12 Eylül’ün dersleri derken hiç de derin analizlerden söz etmiyor, son derece basit insani duygulardan söz ediyorum. İzliyorum. Televizyonlarda o dönemin mağduru hareketlerin sağda ve solda bugün artık yaşlanmış kodamanlarının yorumlarını izliyorum. 12 Eylül’ün arkasında hangi güçlerin olduğu ve onların amaçları, stratejileri üstüne tarihsel, ekonomik, ideolojik derin yorumlar yapıyorlar. Sağın ve solun birbirine karşı kışkırtıldığı dahi söyleniyor ki çok doğru ama asıl söylenmesi gerekeni söyleyen pek az.
Sağıyla, soluyla, İslamcısıyla bu halkı 12 Eylülcüler aldattılar. Aldatıldık. O günlerde bunu görmek mümkün olmayabilirdi ama sonrasında artık bu aldatılmışlık belgelidir, hem de 12 Eylülcü generallerin kendi ifadeleriyle. Darbe yapabilmek, darbenin psikolojik ortamını hazırlamak, halkın darbeye desteğini alabilmek için ortalığın daha fazla kan gölüne dönerek darbe için ortamın olgunlaşmasını beklediklerini söylemediler mi? Bu amaçla yapılmış kışkırtmaları, provokasyonları sayıp dökmeye hiç gerek yok, aldatma kendi ifadeleriyle sabit. Bu durumda 12 Eylül’den çıkarılması gereken ilk ders çok açık değil midir?
Aldatılmaya “bir daha asla”...
Elbette biliyorum, darbeler için olmasa bile bu halk, bizler daha pek çok kez ve pek çok nedenle aldatılacağız; Halkın yönetimde söz sahibi olmasının, yalnızca vekilleri aracılığıyla sınırlı kaldığı bir demokrasi tipinde aldatmalar sürer. Ama öyle de olsa hiç değilse açığa çıkmış bir aldanma halini çekinmeden söyleyelim, “aldatıldık/aldandık” diyelim hiç gocunmadan. Böylece hiç değilse her aldanıştan sonra belki biraz daha akıllanma şansımız olur.
Yorum Yap