- 28.02.2011 00:00
Murat Belge’nin “İktidar/muhalefet” yazısıyla , “Nerede kalmıştık” başlıklı yazım aynı güne tesadüf etti, Murat konuyu çok özlü ortaya koymuş. Aynı temayı aynı gün yazmamız rastlantı olsa da bu konu öylesine geçerken aklımıza düşüvermiş bir konu hiç değil, Türkiye’de son on yıldır her gün siyaset öğüten değirmen taşı gibi dönüp durmada.
Yönetilenler belli de bizi “gerçekte kimin yönettiği” sorusunun yanıtı muhtelif.
Murat’ın yazısına, AKP ile ilgili düşüncelerimi aktaracağım yazılarımın sonunda tekrar döneceğim. 14 şubat pazartesi günkü Taraf’ta Neşe Düzel tanıdığım ve yazılarını dikkatle izlediğim gazeteci-yazar ve siyaset bilimci Doç. Berat Özipek ile önemli bulduğum bir söyleşi yapmıştı. Özipek de gözlemlerinden sonuçlar çıkarmış ve bu sonuçları analiz etmiş. Çıkardığı sonuçlar neredeyse benim çıkardıklarımla üst üste düşüyor. Bu da beni kendi çıkarsamalarım konusunda daha güvenli kıldı. En azından bir başka göz de aynı şeyleri görmüş.
Berat o söyleşisinde Neşe’nin “AKP’nin tabanı tamamen muhafazakârlardan mı oluşuyor” sorusuna şu yanıtı vermiş: “Hayır. AK Parti’nin tabanında muhafazakâr, İslami, liberal ve sol olmak üzere dört damar var. Mesela Türkiye’de insanlar kendilerine liberal demezler ama ülkede her seçimde en liberal mesajları verenler seçimleri kazanır. Ceberut devlet geleneğine karşı çıkanlar, serbest piyasayı, ifade, din ve vicdan ve kimlik hürriyetini savunanlar daha çok oy alırlar.” Bir soru üstüne içki konusunda AKP yöneticilerinin tavrına değinerek “Kitleyi doğru okuyamıyorlar. Kendi devletçi, milliyetçi ve muhafazakâr refleksleriyle konuşuyorlar zaman zaman. Mesela Diyanet’i kaldıralım dediğinizde kitleden önce AK Partililerin kendi korkuları ön plana çıkıyor. Kürt meselesinde de aynı şey oluyor ve kendi bölünme korkuları öne çıkıyor.”
Özipek İslamcı tasavvurlarla, muhafazakâr dünya görüşü arasında benim de doğru gördüğüm bir fark koyuyor, “İslamcılar, adına ‘İslami sistem’ dedikleri alternatif bir devlet projesine sahipler. Gerçi bunlar da kendi aralarında çok çeşitliler... Mesela bir kısmı şeriat sistemini çok özgürlükçü, bir kısmı da çok otoriter, totaliter içeriklendiriyor (...) Bunların toplumdaki oranı yüzde 8’dir.” İçki örneğinden çıkarak bu kesimin yasakçı olduğunu ama muhafazakârların yasakçı değil ama kısıtlayıcı olduğunu ifade ediyor. “Kendileri de içerler ama içkinin alenileşmesinden hoşlanmazlar” diyor.
Berat Özipek’in şu gözlemine de çok katılıyorum, diyor ki “AK Parti kendi korkularını halka giydiriyor zaman zaman. ‘Halk bunu kabul etmez’ dediklerinde aslında ‘ben bunu kabul edemiyorum’ diyorlar. AK Parti yöneticilerinde devletçi ve milliyetçi refleksler görülüyor.”
İleride bu söyleşiye de tekrar döneceğim. Şimdi detay gibi görünen ama benim önemsediğim kimi saptamalarımı aktarmak istiyorum. Söyleşi veya sohbetlerimde AKP tabanının –ki yalnız üyelerini kastetmiyorum, sempatizan halkaları da kastediyorum- “dinleyici” olarak duruşları, refleksleri bana dikkat çekici geldi. Bu duruşu bildik sol ve CHP tabanıyla kıyasladım, hayli farklıydı. Bu ikincileri sorup öğrenmekten çok, konuşana kendi doğrularını doğrulatmak ya da konuşanı çürütmek amaçlı “kesin inançlı” ve bildik, bilgiç havalardayken AKP tabanını iktidar oldukları halde “doğru bizim tekelimizde” havasında hiç görmedim, bu açıdan örneğin parti liderleri Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman buyurganlaşan “ben bilirim” havasında değillerdi, “biz biliriz” diyene neredeyse rastlamadım.
Hafızamda şu örnek öne çıkıyor: Avrupa Birliği konusu bu söyleşi ve sohbetlerde sıklıkla dile geliyordu, sorular, çoğunlukla AB’ye girmek iyi mi kötü mü noktasında değil de neden bizi almıyorlar ya da “almayacaklar mı” biçiminde analitik sorular oluyordu. Oysa sol veya CHP’li olduğu konuşmasından anlaşılan dinleyiciler ise soru sorar gibi yapıp aslında ya AB’nin girilmemesi gereken bir yer olduğunu veya kesinlikle bizi almayacaklarını söylüyorlardı; yani kesin inançlılardı.
AKP hükümetinin yaptığı veya yapmadıkları konusunda eleştiriler yapıldığı zaman verdikleri tepkiler de ilginçti. Savunmacı -korumacı refleks gösterenler enderdi, konuşanı haklı buldukları dahi oluyordu. Bu hoşgörülü tavırla Başbakan’ın eleştirilere karşı tahammülsüzlüğü veya hükümete yakın kimi yazarların eleştirisiz-destek yaklaşımları arasında dikkat çekecek ölçülerde fark var. Nitekim, o zaman da yazmıştım, Başbakan’ın Ahmet Altan’a dava açmasına tepki gösteren çok sayıda mesajlar almıştım bu çevrelerden.
Ancak bu hoşgörülü tavrın görünmeyen, irdelenmesi gereken olumlanamayacak yanları da var.
nabi.y@superonline.com
Yorum Yap