- 19.10.2010 00:00
Bu yazımı sizler okurken eğer bir engel olmaz ise KCK davasını izlemek üzere Diyarbakır’da olmuş olacağım. Bu davanın önemini anlamak için orada olmak gerekmez aslında, gelişmeleri izleyen herkes bu önemin farkındadır. Fakat taş yerinde ağırdır, havayı yerinde koklamak atan nabzı duymak önemli.
Daha önemlisi ise dayanışma içinde olmaktır.
Günümüz dünyasında sınırlar hızla eriyor, farklı ülkelerde yaşıyor olsak da zulme ve adaletsizliğe karşı dayanışma olanakları hiç olmadığı kadar artmış durumda. İletişim devrimi bir anda milyonarca insan arasında dayanışma ağlarının kurulabilmesine imkân tanıyor. Bu sayede sivil toplum güçlerinin etkinlik sağlama potansiyelleri çok arttı. Bunun yakın bir örneğini kısmi Anayasa değişikliği için halkoylamasına gidiş sürecinde yaşadık ve sonuç da aldık.
Ülkemize barış gelecekse en önce Kürt, Türk iki halkın dayanışmasıyla gelecek, barış geldiğinde ise birlikte yan yana yaşayacak olanlar yine aynı insanlar olacak.
Fakat maalesef son yıllarda kısır politikacılar müthiş bir Kürt düşmanlığı yaydılar. Kürt düşmanlığını oy kazandıran kârlı bir ticaret metaı olarak gördüler. Bu düşmanlığı otuz yıldır süren savaşın otomatik sonucu olarak görmek de doğru değil. Elbette bir yerde savaş varsa orada kin ve nefretin tohumları atılır. Elbette ölümler intikam duygularını ateşler. Fakat bizde olanlar, yayılan keskin Kürt düşmanlığı yalnızca bununla açıklanamaz. Kimileri “Kürtler bizden uzak dursun da isterse toprak verelim” demek aymazlığına kadar gerilediler. Üstelik kimin malını kime verdiklerini dahi düşünmeden.
Son zamanlarda bütün dikkatimizi işlerin daha kötüye gitmemesine, yeni ölümlerin gelmemesine, silâhların susmasına verdik. Sorunun öbür boyutlarını, zaman zaman aklımıza getirsek de genelde atlıyoruz, üstüne kafa yormuyoruz. Biraz da galiba yıllardır aynı şeyleri okuyup yazdığımız, işittiğimiz için kafalarımızın yorulmasından kaynaklanıyor bu atlamalar. Hele bir silâhları sussun, hele bir barış gelsin gerisi kolay demenin kolaycılığına kaçıyoruz.
Görmüş geçirmiş bir Kürt aydını “Biz son kuşağız, sorunu çözmek için son fırsat, yeni kuşaklar öfke ile büyüyorlar” demişti. Bu kuşak farkı her iki taraf için de geçerli. Bizler de batıda Kürt-Türk düşmanlığını bilmeyen son kuşaklarız. Eğer biraz sokağa kulak verirseniz bu konuda gençlerin tepkilerinin ne denli ürküntü verici olduğunu görürsünüz.
Bir toplum kin ve nefret duyguları üstüne ne demokrasi ne uygarlık kurabilir. Kin ve nefret duyguları el bombası gibidir bugün buna yarın başkasına atılır. Bugün Kürtlere, Ermenilere yönelir yarın kendisi gibi düşünmeyen herkese. Çünkü tepkilerimizin kaynağındaki kimya bozulmuştur bir kere. İnsanca tepkilerin yerini, normal karşıtlıkların yerini ancak düşmana gösterilebilir tepkiler almıştır. Benden yana olmayan düşmandır; ya vatanseversinizdir ya da hain; ya sev ya terk et...
Toplumumuzda nefret duygularının gemi azıya alıp gitmesi, bu can alıcı kötüye gidiş mutlaka durdurulmalı. Zaman zaman etrafımızı sessizliğin sarması yanıltmamalı bizi. Son olarak Dörtyol olayında gördüğümüz gibi provokasyonlara alet olmaya hazır kitlelerin varlığı küçümsenmemeli. Çıkan olaylarda yalnızca provokatörler görülmemeli, provokasyonlara kolayca kapılan toplulukların varlığı hiç de küçümsenecek gibi değil.
Toplumumuzun ruh sağlığını etkileyen bu kötüye gidiş nasıl önlenebilir?
Çok şey söylemek gerek ama ben en keskin olduğu noktadan kırılmaya uğratılarak yanıtını veriyorum. Bu keskin nokta şüphesiz Kürt sorunudur ama onun da içinde bir can damarı var: PKK ve Öcalan.
İyi biliyorum ki bu konuda konuşmak haklı haksız otuz yıl boyunca yaratılmış olan çatışma dili nedeniyle zordur. Değiştirmek daha da zor. Ama bilinmeli ki, bugün Kürt sorununu çözmek isteyenler dahi yaratılmış olan bu savaş dilinin esiri durumundalar; her iki taraf için de savaş dili, terminolojisi siyasetin maddi gücüne dönüşmüş ve karşımıza fizik bir duvar, etten bir duvar, nefret hissiyle dolu insanlar topluluğu çıkarmıştır. Bu dilin ördüğü duvarın siyaseti nasıl etkilediğini görüyoruz işte; Öcalan ile görüşenler görüştük diyemediler bir türlü, ıkındılar sıkındılar. Görüştük dediklerinde ise hepimiz bayram çocukları gibi sevindik, barış yolunda bir adım diye.
Eğer baskıya uğrayan taraf Kürtler ise, ki kuşkusuz öyle, Kürtlerin mağdur oldukları her olayda dayanışma göstermek de Türklere düşer. Bu nedenle KCK davasını yalnızca izlemek değil, yargılananlarla dayanışma göstermek gerek. Dayanışma örnekleri arttıkça, dayanışma duygusu geliştikçe bu durum psikolojimize ve oradan da dilimize yansıyacaktır. Bu yolla, telaffuzu daha zor sözcükleri de nefret duygularından arınmış olarak telaffuz edebileceğiz.
nabi.y@superonline.com
Yorum Yap