- 28.07.2011 00:00
Taraf’ta Neşe Düzel’in Batman BDP Milletvekili Bengi Yıldız ile yaptığı söyleşi çok konuşuluyor. Bu söyleşide Bengi Yıldız’ın yanıtları demokratik özerkliğin tek taraflı ilânının neden yanlış olduğunu çarpıcı biçimde açıklıyor. Bu söyleşi üstüne yazanlar ağırlıkla meselenin bu yanı üstünde duruyorlar. Fakat bu söyleşinin ortaya koyduğu bir gerçek daha var: Tek yanlı ilânın yanlış olduğu ve bunun özerklik anlamına gelmeyeceği yeterince açık ama öte yandan aynı söyleşi demokratik özerkliğin neden gerekli olduğunu da ortaya koyuyor.Meselenin bu yanı da görülmeli.
Karşımızda duran denklem yüzde 60 / yüzde 40 oranı üstüne kurulu. Sorumuz, bu denklemden demokrasinin nasıl çıkacağına dairdir. Diyarbakır’ı örnekleyecek olursak, tek yanlı özerklik ilânı durumunda yüzde 40’ın ne olacağının, iradesinin nasıl tecelli edeceğinin yanıtı yoktur. Fakat yüzde 60’ın özerklik istediği bir durumda ne olacağı, bu iradenin nasıl kendini var edebileceği de aynı derecede yanıtsızdır.
Yanıtsızlık denklemin yanlış kurulmuş olmasından kaynaklanıyor. Çünkü kurduğumuz denklem “çoğunlukçu demokrasi” denklemidir (klasik parlamentarizm), oysa demokratik özerklik çoğulcu-katılımcı demokrasinin bir enstrümanıdır. Yani demokratik özerklik anayasal bir hak olarak kabul edilmenin ötesinde özellikle katı merkezci bir idari yapı ve yönetimin hâkim olduğu, etnik ve bölgesel sorunlarımızın el yakıcı olduğu ülkemizde yeni bir demokrasinin inşası için bir tercih değil zorunluluktur. Böyle bakılmadıkça yukarıdaki 60/40 denklemi çözümsüz kalmaya mahkûm olur.
Nasıl ki, ölüm cezasının kaldırılması evrensel insan hakları çerçevesinde referanduma dahi götürülemez bir hak ise kanımca günümüzün katılımcı demokrasisinin inşası için özerklik anayasal bir haktır ve referandum dahi gerektirmez. Özerkliğin biçim ya da biçimleri ve içeriği ayrı konudur, ama önce anayasal bir hak olarak kabul edilmelidir. Yukarıdaki denklemin çözümü de burada yatar. Esasen özerklik AB standartları içindedir ama hükümetimiz hâlâ “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı imzalamamış, daha doğrusu muhalefet şerhini kaldırmamıştır. Nedeni ise malumdur, Kürt meselemiz. Oysa demokratik özerklik tam da bu meselemizin çözümüne hizmet edecektir.
Tamam, tek taraflı ilânı yanlıştır, eleştirelim ama dananın büyüğünü de ahırda unutmayalım. Kendi yükümlülüklerini yerine getirmeyen hükümetin eleştirisi bu toz duman içinde kayboluyor. Daha da önemlisi yeni anayasada özerklik hakkının yer alıp almayacağı da sorudur. Beşir Atalay “Özerklik diye bir meselemiz yoktur” gibi muğlâk bir açıklama yaptı. Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine dokunmama üstüne partiler arası bir mutabakat havası da esiyor. Bunlar kötü işaretler.
Halbuki çoğulcu demokrasilere doğru gelişen ülkelerde özerklik anayasal bir hak olarak yer alıyor ve yalnızca insan hakları manzumesi içinde görülmekle kalmayıp devletin demokratik yeniden inşası için, yeni bir demokratik kamu yönetimi için adem-i merkeziyetçilik (desantralizasyon) ilkesi giderek güçleniyor. Örneğin İtalya Anayasası’nın 5. maddesinde “Bir ve bölünmez olan cumhuriyet yerel yönetimleri tanır ve özendirir” deniyor. İtalya’da 20 bölgesel yönetim oluşturulmuştur. Sicilya ve Sardunya gibi beş bölgesel yönetime diğerlerine göre ayrıcalıklar da tanınmış ve ayrıca bir dizi özerk statüler geliştirilmiş, özerk topluluklar yaratılmıştır. Benzer bir desantralizasyon uygulaması 1982’de Fransa’da da gerçekleştirilmişti. İspanya, Güney Afrika Cumhuriyeti de önümüzde yararlanabileceğimiz örnekler olarak duruyor.
Kısacası, demokratik özerklik yeni bir demokrasi anlayışı ve bunu ifade edecek yeni bir anayasa bütünlüğü içinde ele alındığında anlamlı olur. Klasik değil katılımcı demokrasinin inşası için desantralizasyon ilkesinin somut biçimlenmesi demek olan özerklik vazgeçilemez bir enstrümandır.
Özerklik veya demokratik özerkliğin yöneldiği asıl hedef katı merkezci iktidar yapılanmasıdır. Desantralizasyon aşırı biçimde merkezde toplanmış kamusal yönetim gücünün yerel yönetimlere dağıtılması demektir. Yoksa merkezî iktidarın yanısıra yerel, bölgesel yeni güç/iktidar odakları yaratmak anlamına gelmez. Zira yerel yönetimler eğer katılımcı değilse, grupsal, bireysel katılımların önü açık değilse, katılımlar anayasal güvencelere sahip değilse orada demokratik özerklikten söz edilemez.
DTK/KCK’nın açıklamış olduğu “Demokratik Özerklik Bildirgesi”ni, tek yanlı ilân edilmiş oluşuna takılmadan bu söylediklerimin ışığında satır satır inceledim. Bu metinde son derece önemli ve benim de katıldığım tahliller var, aynı zamanda çok ciddi çelişkiler de. Bu çelişkilerin nereden kaynaklandığıyla ilgilendim.
Gelecek yazımda doğrudan bu bildirgeyi ele alıp tartışacağım.
Yorum Yap