- 23.06.2011 00:00
Seçim sonrasında ortaya çıkan oy dağılımının yarattığı yeni siyasi konumlanmaların henüz şekillenmediği, henüz tüm tarafların pozisyon belirlemeye çalıştığı bu günlerde ilk tavırlar, ilk sözler, ilk adımlar çok önemli. Söz ağızdan çıktığında geri yutulamıyor, sonraki söz dizisini bu ilk sözler, sonraki adımları atılan ilk adım belirliyor. Özellikle bizde böyle oluyor maalesef, erkeklik damarı orada da işe karışıyor, “Söz namustur” gibi bir tekerlemeyi, tıpkı “Akarsu pislik tutmaz” tekerlemesi gibi yanlış sağduyu örneği olarak günlük dilde rahatlıkla kullanabiliyoruz. Söz ile namusun ne ilgisi varsa? Ya da “Sözünün eri olmak” gibi...
Bizde fikr-i takip hâli ile fikr-i sabit hâli birbirine karıştırılır.
Zavallı adam “Ben 60 yıldır düşüncelerimi hiç değiştirmedim” diyerek övünür. Be adam, kitabı, kalemi bir yana koydum ama 60 yıldır hayat sana hiç mi bir şey öğretmedi? Bunu bir de solcu olanlar, bir ırmağa iki kere girilemez diyenler söyler ki, ört ki ölem.
Bir fikrin takipçisi olmak ise ancak değişmekle mümkün olabilir. Zira hayat fikrin yolunu izlemez, değişip dönüşerek kendi yolunda gider; her köşe başında insan yeni ilişkiler ağı içine girer, yeni insanlarla, yeni durumlarla karşılaşır. Her yeni durumu dikkate alan yükselmiş bir duyarlılık eşiğine sahip değilseniz o zaman bir fikrin de takipçisi olamazsınız. O fikrin dayandığı gerçeğin kılık değiştirdiğini fark edemezseniz, fikir yeni kılığıyla yanınızdan geçip gider, siz ise onu boş yere arar durursunuz. Beklersiniz.
Fikrin gerçeğe yönelmiş olması yetmez, gerçeğin de fikre yönelmiş olması gerek.
Fikirlerimiz alıcı yetenekteyse, çiçeğin arıyı kendine çekme yeteneği gibi, ancak o zaman döllenme gerçekleşir. Alıcı yetenek eleştiri kabiliyetidir ama salt eleştiri değil, yaratıcı eleştiri. Ya da yaratmak için zorunlu olan duyarlılık hali. Duyarlılık eşiğinin yükselmesi böyle mümkündür.
“Tutarlı olmak”
Bu sözle karşılaştığımda çok tedirgin olurum. Tutarlı olup olmadığımız ancak musalla taşında yatarken söylenebilir bir şeydir. İnsan habire öğrenen, habire yaratıcı etkinlik içinde olan yaratıksa kendisiyle tutarlı olmaya çabalaması kadar akla ziyan bir şey olamaz. Tutarlı olmaya çabalayan bir insan yaşarken kendini kabir azabı içine sokandır. Tutarlı olmaya çabalayan biri için dışındaki yasaklar fazladan sayılmalı, zira zaten yasağı kişinin kendisi kendine uygulamakta. Kendine karşı terör uygulayan biri için Terörle Mücadele Yasası fazlalıktır. Tutarlı olmaya çabalamak kadar güçlü bir otosansür olabilir mi?
Tutarlı aşk diye bir şey olabilir mi? “Ölçülü olmayı seven/ sevmeyi bilir mi ki?”
Bu işin doğrusu tutarsız olmak değil elbette. Öyle tipler de var, görüyoruz, her durumda çıkıntılık yapmayı “özgür birey” olmak sanan, sabun gibi elden kayan, fikr-i takip gibi bir meselesi olmayanlar. Oysa Sokrat’ın sözüyle “Bir insanın yaşamının değeri, yaşamını adadığı değerlerle ölçülür.”
Bütün bu lafların aklıma düşmesi yeni dönemin siyasetiyle ilgili.
Herkes hemfikir ki, 12 Haziran seçimleri Türkiye’nin önüne yeni imkânlarla birlikte yeni tehlikeler de getirmiş bulunuyor. Kesin olan şey 11 haziran Türkiye’sinde olmadığımızdır. Tehlikelerden kaçınıp imkânları kullanabilmek için 11 hazirandaki düşüncelerimizi eleştiri süzgecinden geçirmek ve yeni şeyler düşünmek, yeni sözler üretmek zorundayız. Bunu başaramazsak, herkes körün değneğini bellediği gibi dünkü düşüncelerinde, dünkü siyasetlerinde milim değişiklik yapmadan yürürse fırsatlar değil tehlikeler ön alır. En başta TBMM’nin yeni bileşimi bu durumu apaçık sergiliyor.
Hayat durmuyor. Henüz yeni hükümet kurulmuş değil, henüz taraflar siyasi pozisyonlarını yeni baştan ayarlayabilmiş değil, fakat olaylar onları beklemiyor. Daha şimdiden iki olumsuz olay, iki risk faktörü gündeme düştü. Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle YSK’dan veto yedi. Protesto eylemleri gündemde. İkincisi ise, AK Partili olduğu için PKK’den baskı gördüğü söylenen, oğlu PKK tarafından kaçırılan Hazro Belediye Başkanı Fethullah Mehmetoğlu’nun AK Parti’den istifası olayı. AK Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu “Yöneticimizin hayatı tehlikede” açıklaması yaparak durumun ciddiyetini kamuoyuna yansıttı. Bu olay biran önce açıklığa kavuşturulmak zorundadır. Susmak olmaz. Siyaset ve şiddet aynı kulvarda koşamaz. Bu konuda yeni dönemde BDP’ye hem zorunlu hem zor bir sorumluluk düşüyor.
Hepimize de düştüğü gibi.
nabi.y@superonline.com
Yorum Yap