- 6.01.2012 00:00
Aslında doğru soruyu arayıp sormaya çalışarak “sol” tartışmasına katkı sağlayabiliriz.
Haydi, soruyu doğru sormaya çalışarak tartışmaya başlayalım.
Soru şu; kapitalizmi ortadan kaldırma iddiasında olan sosyalist modeller neden başarılı olamadı?
Ve/veya kapitalist üretim modeli, neden marksist teorinin ve ideolojinin belirlediği gibi tarihsel olarak miadını doldurmadı da “her şeye rağmen” yoluna devam edebiliyor.
Bu sorulara doğmalardan/ezberlerden uzak ve “bir şeylerden korkmadan” yanıtlar aranabilseydi, belki marksizm/sol kendini güncelleyerek kendini değiştirirken, değiştirme rolünü de oynayabilirdi.
Solda yenilenme ve değişim isteği hiç ortaya çıkmadı değil, hatta solda yenilenme arayışlarının etkili siyasi sonuçlarının soğuk savaş sonrası hız kazandığı sol partiler ve liderlerde oldu.
İskandinav ülkelerinin yanı sıra İngiltere İşçi Partisinin “üçüncü yolu” ve Tony Blair, Almanya’da sosyal demokrat Gerard Schröeder, İspanya’da sosyalist Zapata hükümetleri gibi yenilikçi sol siyasi başarılar sınırlı olarak görüldü.
Peki, bu sol siyasi başarıların ortak noktası neydi?
Bu kısmi başarılı sol siyasi programların ve ortak yanı, kapitalizmin gelişmesi ve sınırlanmasını değil, aksine işleyen piyasa ekonomisinin etkinleşmesini desteklemek, aynı zamanda kapitalizmin sosyalleşmesini geliştirecek ekonomik ve sosyal politikaları yaşama geçirme olarak özetlenebilir. Ancak bu kısmi başarılar kapitalizmin iç dinamizminin hızına uygun , onu koordine edecek, politik olarak yönetecek küresel politikaya dönüşemedi.
Örneğin Teacher dönemi İngiltere ekonomisinde özelleştirme uygulamaları oldukça “sert” ve sosyal yanları zayıf olarak hayata geçirildi. Tony Blair döneminde de özelleştirmeler devam etti. Aradaki fark özellikle sosyal bakımdan olumlu olarak ortaya çıktı.
Blair bu ve benzer ekonomik ve sosyal politikalarla İngiltere ekonomisine istikrar kazandırarak İşçi Partisini üç dönem iktidarda tutmayı başardı.
Ancak bu örneklere rağmen dünyanın soldan teori ve politiklarla yenilenme ve değişimini gerçekleştirecek bir dalğa oluşamadı.
Çünkü sol, yenilenme ve değişim konusunda liberallere göre kendi müktesebatını değiştirmek için daha az neden gördüğünden yenilenmenin kaçınılmazlığını anlamayamadı, anlamakda istemedi. En önemlisi de, geleneksel toplumsal/sınıfsal tabanındaki değişimi ve bu zeminin kaydığını görmesine karşın üzerindeki ataleti atamadı. Toplumun değişim dinamiklerinden koparak statükonun savunucusu oldu.Daha da vahimi, sol statükoculuğu savunmayı övünç kaynağı olarak da gördü ve görmeye devam ediyor.
Bir başka soru; kapitalizmin sistem olarak kendini hala rakipsiz kılan, devrim veya reform yoluyla ortadan kaldıracak alternatifin olmamasının nedenleri nedir?
Bu sorunun yanıtını iki noktada aramak kanımca doğru olacak diye düşünüyorum.
Birincisi, sol ideolojiler ve politikalarla reel sosyalist sosyalizmle, kapitalist sistemin rekabeti, kapitalizm “vahşi” yanlarını reformlar yoluyla “iyileştirdi". Sömürüyü ortadan kaldırma iddiası ile kurulan sosyalist sistemler, ekonomik hayatı ve yaşamı kaliteli hale getiremedi. Parti-devlet-bürokrasi otoriter sistem, demokrasi, katılım ve çoğulculuğa izin vermedi. Kalın duvarları, "demir perde"leri, vizeleri, antenler ve uydu vericileri delip geçti. Kapitalizm herkesin evine girmeye başladı.
Kapitalizmin iç dinamizminin ( piyasa, teknoloji ve üretim, tüketim, rekabet) değişim ve yenilenmesini kaçınılmaz kıldığına inanıyorum.
Çünkü kapitalizmin itici gücü rekabet, büyüme ve dolayısıyla daha fazla kar etme isteğidir. Kapitalizmin dinamizmi de bu yapılanmadan geliyor. Kendisini sürekli yenileme, sosyalleşme, değiştirme motivasyonu eden bu iç dinamizmdir diye düşünüyorum.
Üretim teknolojilerinin yenilenmesi, kalite ve verimlilik amaçlı esnek çalışma yöntemlerinin(?) geliştirilmesi, Ar-Ge çalışmalarına daha fazla pay ayırması ve sonuçlarından yararlanmadaki gösterilen performans, süresi kısalan inovasyon(yenilikçilik) çalışmaları gibi kendi sınıfsal çıkarlarına uygun bir strateji ve politika izlemesidir.
Örneğin Sovyet sistemi daha fazla refah, daha fazla eşitlik ve daha fazla özgürlük isteğine odaklanmış olsaydı kapitalizme rakip bir sosyalist sistem seçeneği oluşturabilirdi.
Yine örneğin Sovyet sosyalist sistemi daha fazla refah, eşitlik ve özgürlük alanlarında gösterdiği gelişme İsveç modelinin ilersinde değildi ve hiçbir zamanda olamadı.
Bu örneği sosyalist Çin ve kapitalist Japonya içinde yapabiliriz.
Bir başka mukayesede 1917 ile 1991 yılları arasında kapitalist dünya ile sosyalist dünya arasında ekonomik, sosyal alanlarda gelişmişlik ve demokratik ölçüler üzerinden yapılması olabilir.
Böyle bir mukayeseli çalışma elimizde olmamasına rağmen “batı” kapitalizminin göstergeleri rakibi olan “doğu” sosyalizminden daha “iyi” çıkacağı benim için sürpriz bir sonuç olmayacaktır.
Daha fazla kar, daha fazla servet edinme isteği kapitalist üretim ve buna bağlı ticaret sisteminin yaşamsal hedeflerini oluşturuyor demiştik
Kapitalizm bu hedeflerine hızla ulaşmak hırsı nedeniyle 19.yüzyıl sanayi devrimleri sonrası “vahşi” yanıyla ile karşımıza çıktı. Bu durum kapitalizme karşı geniş bir toplumsal muhalefetin ortaya çıkmasına neden oldu.
Sanayi devrimi sonrası ağır ve insafsız üretim koşulları altında çalışan işçiler çalışma ve yaşama koşullarını iyileştirmek için örgütlenerek ilk sendikaları kurdular.
Karl Mark’sında kapitalizm karşıtı fikirleri bu yıllarda açığa çıkmaya ve olgunlaşmaya başladı. Marks aslında kapitalizmin tüm evrelerini ortaya koyan en temel bilimsel çalışmaları yapmasına karşın o da kapitalizmin üretim teknolojileri alanında yaptığı “devrimi” ön göremedi.
Mark’sa göre kapitalist üretim ilişkileri üretici güçleri geliştirecek, üretim kitleselleşecek, bunu ekonomik ve sosyal sonucu olarak orta sınıflar proleterleşecekti.Marks'ın öngörüsü zaman içinde doğrulanmadı aksine bugün işçilerin toplumsal yaşam içinde nitelikli artı değer sömürüsü devam ettiği halde nicelik olarak toplum içinde sayıları azaldı.
Marksist teoriye göre, burjuvazi-proletarya çelişkisinde tarihsel olarak ilerici sınıf olan proletarya, sınıfsız sömürüsüz dünyanın kurucusu olacak. Proletarya bu tarihsel görevini sosyalist bir devrimle proletarya diktatörlüğü kurarak gerçekleştirecekti. Bu süreç Marksist toplumsal tarih tezine göre bu kaçınılmazdı
Tarihsel olarak süreç bu öngörü ve determinist yolu izlemedi.
1917 Bolşevik devrimi, kapitalist üretim ilişkilerinin en gelişmiş ve artık gelişemeyecek duruma geldiği ve tıkandığı koşullar dolayısıyla olmadı. Bu anlamda Marks'ın teorik tezini doğrulayan devrim ve sınıfsız topluma gidiş yolu değildi. Sovyet devrimi ve izleyen başka devrimler ve kurulan sosyalist rejimler, iktidarın ele geçirilerek, iradi yoldan sosyalizm kurma denemesi oldu. Deneme girişimi kapitalizm karşısında başarılı olamadı. Solun iki akımı; Sosyal demokrat ve komünist partiler, için girdikleri ideolojik-politik krizinden yeni sol arayışlarla çıkmaya çalışıyorlar.
Sonuçta solun içinde bulunduğu tablo şöyle özetlenebilir. Bir yanda artı değer sömürüsü ile kapitalizm devam ediyor. Diğer yanda ise sömürüyü ortadan kaldırma iddiası ile kurulan sosyalist sistemler başarılı bir seçenek oluşturamadı. Yeni sol arayışlar, solun yenilenmesi tartışması, piyasaya nasıl yaklaşılacak çerçevesinde sürüyor. Liberal demokrasi değerleri "özgürlükçü sol" adı altında solun içine taşınıyor. Yeni sol kendini kurmak için, reel sosyalizmin olumlu yönlerini, sosyal demokrasinin refah devleti deneyimi ve liberalizmin, demokrasi, özgürlük senteziyle, kapitalist sistem içinde küresel "yeni sosyal politikalar"la, adaletli gelir dağılımıyla refah düzeyinin yükseltecek politikalar ortaya çıkmaya çalışıyor.
Yeni sol siyasetin, liberal ve sosyal demokratlara göre farklarının ne olduğunu başka bir yazımda anlatmaya çalışacağım
Yorum Yap