- 27.01.2017 00:00
Anayasa değişikliği üzerinden otoriter bir hükümet modeline geçilmesi sürecinde siyasi ve toplumsal tansiyon oldukça yükselmekte ve dahası bunun toplumsal kutuplaşma ve gerilim üzerinde ilave etkileri görülmektedir.
Önceki anayasa değişikliği süreçlerinden farklı olarak otoriter bir hükümet modeli getirmek isteyen böylesi yaşamsal bir anayasa değişikliği bir yandan baskıcı OHÂL uygulamaları diğer yandan ise terör saldırıları ve savaş koşulları altında yapılıyor olması en azından bir anayasa değişikliği için kabul edilmesi mümkün olmayan bir kaos ortamı yaratıyor.
Aslında mecliste çoğunluğu elinde bulunduran bir iktidar partisi çeşitli siyasi gerekçelerle mevcuttan farklı bir hükümet modeli isteyebilir, bunda bir sorun yok.
Sorun rejim değişikliğini de kapsayan ve hükümet modeli gibi radikal bir yönetim değişikliğine tekabül eden bu talebin gerekçeleri, değişiklik için istenen güç ve yetkilerde, yapılan değişikliğe gerçek anlamda bir toplumsal mutabakat aranmamasında ve uluslararası karşılığı olan bir hükümet modeli seçilmemesinde yatıyor.
Ayrıca böylesi yaşamsal anayasal değişikliklerinin bırakın toplumsal mutabakat anlayışı içinde yapılmıyor olmasını OHÂL gibi sıkıyönetim koşullarında yapılıyor olması bile hem demokratik ve hem de ahlaki değil diye düşünüyorum.
Ama benim daha çok kafamı kurcalayan sorular bunların dışında.
Mesela AKP iktidarı kötüleşen ekonomik gidişat için bir dizi önlemler almak istiyor da karşılarına ne tür bir siyasi engel çıkıyor veya mevcut kullandığı yetkilerin hangisi yetersiz kalıyor? Ben herhangi bir kanun veya KHK çıkarmak için şu an önlerinde hiçbir engel görmediğim gibi, her zamankinden daha fazla yetki ve gücün ellerinde olduğunu görüyorum.
O zaman soru şu; daha fazla yetki ve güç kullanmayı, üstelik tek adam üzerinden neden elde etmek istiyorlar?
Bu sorunun bendeki cevapları;
1. Önce hükümet modelini sonrada rejimi değiştirmek, bir nevî saltanatı geri getirmek,
2. İktidarları boyunca başta yolsuzluklar olmak üzere haklarında açılmış veya açılacak davalardan kendilerini ve ailelerinin yakasını kurtarmak için iktidarı elden bırakmamak.
Uluslararası kabul görmüş hükümet modelleri ile getirilmek istenen “Cumhurbaşkanlığı sistemi” mukayese edildiğinde literatürü çatlatan bir örnek ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Uygulananlar arasında en ideali ABD başkanlık sistemiyse veya yarı başkanlık sistemi olarak Fransa ise, getirilmek istenen sistemle bu sistemler karşısında mukayese yapmak bile zül olur.
Örneklerine hiçbir demokratik ülkede rastlanmayan bu modelin tam bir tek adam totalitarizmini ifade ettiği söylemek gerekiyor.
Modern devlet yönetimlerinde karşılaştığımız kuvvetler ayrılığını –gerçi bizde hiçbir zaman güçlü bir kuvvetler ayrılığı olmadı– tamamen kuvvetler birliği olarak tek bir adamın keyfiyetine bağlayan “Cumhurbaşkanlığı sistemi,” yani otoriter başkanlık sistemi kısmen modern devletler arasında gösterilen Türkiye’yi Afrika ülkeleri ile aynı kategori içine girmiş durumda bırakıyor.
Demokratik hukuk devletlerindeki yasama,yargı ve yürütmenin güçleri hem birbirine karşı korunurken hem de birbirinin yetki alanına müdahale etmemeleri için anayasal sınırlar ile bu koruma belirgin duruma getirilmişken 21. yüzyıl dünyasında, bu güçlerin fiilen tek adamın elinde toplanması istemek, hem dünyadan ve hem de çağdan kopmak başka âlemlere gitmek istemenin işaret olarak görülmelidir.
Yürütmenin, yasamanın ve yargının tüm güç ve yetkilerinin anlamlı ve işleyen hiçbir denge ve denetleme sistemi olmadan bir tek adamın keyfiyetine terk edildiği ülkeler ne demokratik ne ekonomik ve ne de toplumsal gelişme gösterebilirler.
Zannediyorum bu zorbalığı isteyenlerin toplumun gelişmesi ve kalkınması hiç umurlarında değil. Varsa yoksa kendi çıkarları ve ikballeridir diye düşünüyorum.
Oysa çok değil 2010 yılında AB’ye uyum ve devletin demokratikleşmesi alanında anayasa değişikliği referandumda kabul edilince AKP iktidarı 2011 seçimlerine yeni,demokratik ve sivil anayasa vaadiyle gitmişti. Seçimleri kazanmasında bu vaat çok etkili oldu. Sonra ne oldu? “İpe un serdiler” ve yeni anayasa işi kuru bir vaat olmanın ötesine geçemedi. Halbuki aynı AKP, 2007 yılında anayasa uzmanlarına yeni bir anayasa taslağı hazırlatarak, bunu Meclis’e getirmeye düşünecek kadar cesur davranabilmişti.
Köprülerin altından çok sular aktı ve bugün ne demokratikleşme ne çözüm süreci, ne AB kriterleri... Varsa yoksa iktidarlarını sürdürme ve güçlendirme derdine düşmüş durumdalar.
Ne pahasına? OHÂL baskılarına, yasaklarına, teröre, savaşa, ekonomik krize, gazetecilerin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının hapislere atılmasına, medyayı susturmaya... Hepsine göz yumarak bu kabul edilemez durumu sürdürmek istiyorlar.
Yukarıda sorduğum soruya bir ilave daha cevap vermek istiyorum.
Doğrudur; cumhuriyet tarihi İslamcılar için de acıların ve baskıların olduğu bir tarih oldu. Onlara şöyle seslenmek isterim:
Sizlere ve babalarınıza, dedelerinize bu acıları yaşatan otoriter yönetimler ve dönemler oldu bu ülkede ve sadece sizler değil sizin dışınızda farklı inanç ve düşünceden olan siyasi ve toplumsal kesimler de bundan nasibini aldı ve hâlâ alıyor. Sizler de baskıcı ve ceberut devletin yaptıklarını yaparak, giderek size bu acıları yaşatanlara benziyorsunuz ve onlar bugün nasıl anılıyorsa siz de yarın onlar gibi anılarak tarihteki yerinizi alacaksınız. Son olarak: Bu anayasa değişikliği referandumda kabul edilirse tam bir “kabile devleti” oluruz. Bu çağdışı yönetim değişikliğini yapmak da size nasip olur.
Ben olsam böylesi intikamcı ve rövanşist bir yolu tercih etmezdim.
http://platform24.org/yazarlar/1981/kabile-devletine-dogru--
Yorum Yap