- 20.05.2016 00:00
Türkiye’de siyasi rejimin otoriterliğe veya diktatörlüğe doğru gittiği öngörülerinin artık aşıldığı bir noktaya geldiğimizi rahatlıkla söylemeliyiz.
Çünkü ortaya çıkan tüm alametler bunun işaretleriyle dolu bulunuyor.
Daha ne olmasını bekleyeceğiz.
Düşünce ve ifade, basın, toplantı ve gösteri özgürlüğünün kırıntısı bile kalmayan rejimin adına otoriterlik veya diktatörlük demeyeceğiz de ne diyeceğiz.
Basına, seçilmiş hükümete ve başbakana ve de şimdi meclise vurulmak istenen darbelerin tanımı siyasi literatürde nedir?
Bu siyasi rejimin adı demokrasi dışında her şeydir.
Bir hükümet düşünün ki bir muhalefet partisinin iç işlerine yargı ve idare gücünü kullanarak müdahale ediyor.
AKP hükümetinden bahsediyorum.
MHP’nin iç işlerine mahkeme kararları ve valilik kanalı ile müdahale ederek kongre isteyen delegelerin taleplerinin karşısına dikiliyor.
Yasaklıyor ve geçit vermiyor.
Ne adına tüm bunlar yapılıyor?
Diktatörlük rejimini pekiştirmek için muhalefetsiz bir meclis ve içinde başkanlık sisteminin olduğu bir anayasa için bunlar yapılıyor.
Dokunulmazlıkların kaldırılması adı altında aslen yapılmak istenen HDP’siz yani Kürtlerin ezici çoğunluğunu temsil eden bir partiyi meclisten atmak için yapılıyor bütün bunlar.
Ancak bu amaçlarını ifade ederken meclise gelen fezlekeler arasında sadece HDP’li vekiller yok diğer partilerinde vekilleri var diye konuyu “yenilir yutulur” duruma getirmek istiyorlar.
Doğru, 138 milletvekilinin hepsi HDP’li değil ama “teröristleri meclisten atacağız” dediğiniz zaman işin rengi daha kolay anlaşılıyor.
Yargının talimatla karar verdiği bir ortamda HDP’li vekiller, tam olarak bu yargının önüne atılarak ya mahkum edilecekler veya yasama görevini yerine getirmeyecek duruma düşürülecekler.
Bunun anlamı, ülkede hukuk ve adaletin kalmadığı bir ortamda dokunulmazlıkları kaldırmak demek halkoyu ile seçilmiş bir meclise çoğunluk partisi tarafından darbe yapılması göz yummak demektir.
CHP, AKP’nin bu darbe planına ortak olmamalı bu siyasi katliama göz yummamalıdır. CHP yönetimi bilmelidir ki bu darbeler sadece meclise ve MHP’ye değil kendine karşı da yapılacaktır. CHP için bu dayatmaya karşı durmak ve HDP’ye yapılan bu siyasi darbeye karşı çıkmak demek aynı zamanda kendisine karşı da yapılacak olan darbelere karşı çıkmak demektir.
Çünkü bu durum ülkeyi ’90 yıllarında bile gerisine götürecek siyasi ve toplumsal sorunları içinde barındırıyor.
Dilimizde tüy bitti söylemekten Kürt sorunu hiçbir taraf için terör ve şiddetle ile çözülebilecek bir sorun olmadığı gibi dünyada da bunun bir örneği bulunmuyor.
Son olarak Kolombiya örneğinde görüldüğü Hükümet ve FARC gerilla örgütü arasında 1964'te başlayan silahlı çatışmalarda 220 bin kişi yaşamını yitirdi, 5 milyon kişi yerlerinden yurtlarından oldu.
Son olarak FARC ile hükümet arasındaki barış görüşmeleri Kasım 2012'de Küba'nın başkenti Havana'da başladı.
Üç yıldan fazla süren görüşmelerde, savaş mağdurlarına tazminat ödenmesini de içeren anlaşma imzalanmış "mağdurların hakları, arazi hakları, isyancıların siyasi katılımı ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele" olmak üzere dört ana unsurda uzlaşmaya varılmıştı.
Nihai barış anlaşması en ağır suçları işleyenler dahil herkes için af çıkarılmasını öngörüyor.
Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos geçtiğimiz eylül ayında FARC ile yürütülen barış görüşmelerinde nihai anlaşmanın imzalanması için karara varıldığını ve bunun 6 ay içinde sonuçlanacağını açıkladı.
Böylece olmaz denilen barış kazanılmıştı.
Türkiye içinde bu fırsat yakalandı.
İki yılı aşkın süren görüşmeler barış umudunu artırdı.
Ancak şimdi bu süreç gitti yerine yine 90’lı yılların kabus dolu günleri geri geldi.
Peki,yeniden bu kan revan günlerine dönülmesini kim neden istedi?
Ne olduysa gezi eylemleri,17-25 Aralık’tan sonra ve Erdoğan ve onun AKP’si 7 Haziran seçimlerini kaybettikten sonra oldu.
Açık olan şu 17-25 Aralık yolsuzlukları nedeniyle demokratikleşme ve Kürt sorununun çözüm yolundan çıkan Erdoğan ve AKP, ulus-devletçi Kemalist orduyla Ergenekon ve Balyoz darbe davalarını bitirme üzerinde anlaşma yaparak bu günkü siyasi tablonun ortaya çıkmasında ortaklık kurdular.
Al 17-25’i, ver Ergenekon/Balyozu, al başkanlığı ve kur diktatörlüğü gibi bir denkleme benziyor bu yaşadıklarımız.
Diğer yandan Baransu hakkında verilen AYM kararını da bu denklem üzerinden okumak gerekiyor.
Çünkü Dündar ve Gül davası ile Baransu davası aynı gerekçelere neredeyse sahip davalar.
Nedir o “devletin güvenliğini tehlikeye atacak belgelerin yayınlanması” ancak AYM aynı nitelikte davalar için iki farklı karar vererek söylemeye çalıştığım denklemi gözetmeye çalıştı.
Hukukun,ahlakın ve vicdanın sızladığı zor günlerden geçiyoruz.
Yine de “enseyi karartmamak” lazım…
MUSTAFA PAÇAL / HABERDAR
Yorum Yap