- 10.03.2016 00:00
Bu yazının yayınlanmasından iki gün sonra bundan tam 45 yıl önce 12 Mart 1971 günü ordu dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir mektup verdi.
Bu mektubu açan Cumhurbaşkanı kendisi ve seçilmiş olan Senato ve Meclis ile onun içinden çıkan hükümet, ordu tarafından eğer bu dediklerimizi yerine getirmezseniz biz de yönetime el koyarız diye tehdit ediliyordu.
Gelin şimdi o mektubun içinde neler yazdığına birlikte bakarak hafızalarımızı tazelemeye çalışalım.
“1- Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
Bilgilerinize.”
İşte bu askerî muhtıra 12 Mart 1971 tarihinde ordu adına Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a verilmişti.
12 Mart Muhtırası Cumhuriyet tarihine emir ve komuta zinciri içinde başarılı olmuş ikinci askerî müdahaledir diye geçti.
12 Mart Muhtırası’yla birlikte seçilmiş olan Demirel Hükümeti’ne görevden el çektirildi ve yerine bir ara rejim hükümeti olan Nihat Erim Hükümeti getirildi. Nihat Erim Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmesine kadar varacak “Balyoz Harekâtı” olarak bilinen uygulamaları başlatması nedeniyle “Balyoz” lakabıyla anılırdı. “Gerekirse demokrasilerin üstüne şal örtmeli” sözü nedeniyle deAziz Nesin tarafından kendisine “Şalcı Nihat” denilmiştir.
Bu dönemde 1961 Anayasa’sıyla getirilen pek çok özgürlük budandı ve bunların yerini anti-demokratik düzenlemeler aldı.
Ve 1971 Muhtırası üzerinden daha on yıl geçmeden bu sefer de 12 Eylül Askerî Darbesi ile yüz yüze geldik. Bu seferki askerî darbe anayasal rejimi tamamen ortadan kaldırmaya yönelikti. Yani bir “dayatma” darbesi değil bir “imha” darbesiydi olan.
12 Eylül bugün de tüm karanlık ve demokrasi dışı yüzünü her yerde gösteren köktenci bir askerî darbe olarak hayatımızda derin izler bırakmaya devam ediyor.
Askerî darbeler “üst akıl” tarafından her zaman bir “siyasi, toplumsal ıslahat” olarak kabul edildi ve uygulandı.
Fakat aradan yıllar geçti.
Artık askerî darbeler dönemi kapandı derken bu sefer hiç hesapta olmayan, hattâ olması dahi düşünülmeyen bir başka darbe türü ile karşı karşıya kaldık.
Bu darbenin adı “seçilmiş siyasetçi darbesi” oldu.
Yani askerî darbeden kurtulduk derken “sivil darbeye” yakalandık.
Öyle ki bugün neredeyse askerî darbe sonucu dayatılan ve gördüğü onca değişikliğe rağmen anti-demokratik özü değişmeyen 12 Eylül Anayasa’sına sahip çıkmak zorunda bırakılıyoruz.
Çünkü çoğunu kabul etmesek de bir anayasal rejim var ve bunun ortaya koyduğu bir hukuki çerçeve bulunuyor.
Buna da “uymuyorum” dendiği zaman artık sonrası “orman kanunları” yürürlüğe girer demektir. Gerçi bir yanıyla orman kanunları uygulamaları idare tarafından yapılmıyor değil ancak bu seferki durum hukuk devleti açısından oldukça vahim bir durum ortaya çıkardı.
Çünkü devletin en sorumlu noktasından “uymuyorum” denirse bu “uymuyorum, uymuyorsunuz, uymuyorlar” diye çarpan toplumsal etki yaratır.
Ve sonunda ne olur; “altta kalanın canı çıksın” olur.
Diğer yandan ise toplantı ve gösteri yürüyüşleri neredeyse tüm ülkede yasaksa, İpek Medya Grubu’nun ortadan kaldırılması operasyonundan sonra İMC TV ve sonrası Zaman Gazetesi ve Cihan Haber Ajansı’na el konulmuş olması ve onlarca gazetecinin hapiste olduğu ve gazeteciler hakkında açılan binlerce davanın sürdürülmüş olması ve de Boydaklar gibi iş dünyasının önde gelenleri hapse atılıyorsa bu bize tam olarak bir faşizan darbe koşulları içinde olduğumuzu fazlasıyla anlatıyor.
Askerî darbelere karşı mücadele etme deneyimimiz vardı ancak bu türden bir sivil darbeye karşı hiçbir şey bilmiyorduk.
Belki de sivil darbeye karşı yurttaş eğitimi başlıklı bir eğitsel organizasyon yapmak faydalı olabilir.
Neyse “öğrenmenin yaşı yok” demiş atalarımız. Bunu da acı da olsa öğreniyoruz.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap