- 25.02.2016 00:00
Tam olarak cadı kazanı içine düşmüş bir ülke gibiyiz. Bir tarafta savaş ve terör, diğer tarafta ise güvenlik ve özgürlük sorunları ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Neyi nasıl yapacağını bilmeyen bir siyasi otoritenin var olması ise tüm bunlara ilave olarak daha büyük bir sorun kaynağını oluşturuyor.
AKP hükümeti, bu açmazlardan çıkmak için siyasi, diplomatik enstrümanları değil idari ve askerî yöntemleri kullanmayı tercih ediyor.
Durum bu olunca da işler daha da arapsaçına dönüyor.
1984 yılından beri kaç tane hükümet ve başbakan geldi geçtiyse hemen hepsi bir demokratikleşme ve insan hakları sorunu olan Kürt sorununu şiddet ve nefret siyaseti ile bastırmaya çalıştı.
Olmadı…
İlk kez 2013 yılında siyasi diyalog üzerinden bu sorunun çözümü için atılan adımlar ne yazık ki bugün sorunun çözümünde bizi tekrar işin başına getirdi.
Bugün vahim bir insanlık dramı altında bulunan Kürt illerinde ortaya çıkan tablo hiçbir yönüyle sürdürülebilir değildir.
Çünkü sorunun çözümü herkes için siyasidir. Askerî ve güvenlikçi önlemlerle sorunun çözülemeyeceği defalarca denendiği hâlde sonuç elde edilemediği gibi, her defasında çatışmacı ortam toplumsal travma yarattı ve bu da toplumsal barış ve birarada yaşama anlayışına darbe vurmuştur.
Diğer yandan ise Kürt sorununun yarattığı şiddet ortamına Suriye siyasetindeki yanlışlar da eklenince ülke bugün adeta bir cadı kazanının içine düşmüş duruma geldi.
AKP hükümetinin bu durumdan çıkmak için ulusal ve uluslararası bir siyasi projeksiyonu görülmediği gibi sorunların çözümünü, adeta ülke çapında sıkıyönetim uygulamalarını andıran güvenlik önlemlerinde görüyor.
Oysa ki Kürt sorununun çözümünde “Dolmabahçe Mutabakatı” çerçevesinde yeniden müzakere masasına dönülmesi, Suriye’deki siyasi süreçlerde bulunmak için hem Kürtlerle ve hem de ABD ve Rusya ile barışçı diplomatik temaslarda bulunulması gerekiyor.
Yanisi Suriye’de barışçı siyaseti tercih edeceklerine sınırları “Çin Seddi” gibi duvarlarla kapatmayı tercih ediyorlar.
Bu söylediklerimin bir karşılığı olmadığını bildiğim hâlde bilerek söylüyorum.
Çünkü ülkenin içine düştüğü bu kaotik ortamdan, başka bir çıkış yolu gözükmediği gibi bu durumun daha uzun yıllar ekonomik ve siyasi etkilerinin olacağını biliyorum.
Erdoğan ve AKP hükümeti özellikle dışta tıkanmış bir yalnızlık durumu yaşıyor.
Suriye siyasetinde düştüğü zor durumdan çıkmak için kendi tezlerine yakın olan hiçbir başka tez olmaması da bazen kendilerini zor duruma düşüren sonuçlar doğuruyor.
Öyle ki ABD ile yapılan temaslarda sürekli “yalancı” durumuna düşülmesi konunun vahametini gösteriyor.
Şimdi ne olacak, içeride ve dışarıda köşeye sıkışmış bu durumdan nasıl çıkılacak da sürdürülebilir bir siyasi ortam yaratılacak.
Bence böylesi bir gündemleri olduğunu zannetmiyorum.
Baksanıza içeride şiddet temelli politikaların yanı sıra ülkeyi adeta bir hapishaneye çeviren uygulamaların önü arkası kesilmiyor.
Bir yandan kamuda “terör genelgesi” diye anılan Başbakanlık genelgesiyle memur avına çıkan hükümet, diğer yandan Meclis’te “Kişisel Verilerin Güvenliği” yasasıyla, bırakın işin güvenliğini, kişisel verilerin ele ayağa düşmesine yol açacak bir içerikte olması işten bile olmayacak düzenlemeleri yapmak istiyor. Özellikle kişisel verilerin güvenliğini sağlayacak olan kurumun yönetiminin Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olması daha işin başında haklı bir güvensizlik oluşturuyor. Toplumsal kutuplaşmanın sürdürüldüğü bir ortamda bu bilgilerin siyasi istismar aracı yapılacak olmasının yarattığı endişe ortak bir kanı oluşturuyor.
Bir diğer uygulama güvenlik önlemleri adı altında adeta bir sıkıyönetim uygulaması olarak dayatılıyor. Daha fazla güvenlik bütçesi, daha fazla personel ve daha fazla silah ile terör ve savaş ortamından çıkılması düşünülüyor.
Bu yaklaşımda kusurlu olan nokta, özgürlük ve güvenlik dengesinin özgürlükler aleyhine oldukça fazla bozulmuş olduğudur.
Ne savaşa hayır diyenlere ve ne de daha fazla özgürlük isteyenlere tahammülün kaldığı ve her geçen gün otoriter ve baskıcı ceberut bir devlet uygulamasıyla yüz yüzeyiz.
Halbuki yasakları, yolsuzlukları ve yoksullukları kaldıracağız diye iktidara gelmişlerdi. Gelmişlerdi çünkü en çok kendileri bunlardan çok çekmişti.
Hele hele bir 28 Şubat deneyimi yaşamışlardı ki tam bir insanlık ve özgürlük dramıydı yaşadıkları; ama gelin görün ki geçmişte kendilerine yaşatılanları şimdi hemen tüm topluma yaşatarak ibretlik bir duruma kendilerini düşürmüş durumda bulunuyorlar.
Son söz atalarımızdan gelsin “ne ekerseniz onu biçersiniz”.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap