- 3.02.2015 00:00
1 Kasım seçimleri öncesi yaratılan terör ve gerilim ortamı içinde en çok tartışılan konu “seçimlerin istikrar sağlaması” yönünde oldu.
Özellikle AKP sözcüleri hem bir yandan terör ateşine PKK ile birlikte odun atarken diğer taraftan da “istikrar” için oy istiyorlardı.
Bir nevi havuç sopa durumu ortaya çıkmıştı.
Bunda başarılı da oldular ve tek başına iktidarı yeniden kazandılar.
Şimdi seçimlerden çıkalı bir ay oldu ve bu bir ay içinde bırakın bir istikrardan bahsetmeyi görüntü, seçim öncesine göre değişmediği gibi son olarak Rusya kriziyle birlikte daha da belirsiz bir duruma sürüklendi.
Bu görünüm başta ekonomik sorunları daha da artıracağı gibi buna sosyal sorunların da artarak eşlik edeceği bellidir.
Zira 2015 yılının hemen hemen siyasetin gündemi belirlediği bir yıl olarak geçmesi sonucu ekonominin bu durumdan olumsuz etkilendiği orta yerdeyken ve umutların 2016 yılına sarktığı beklentileri artmışken; bu gidişle ekonomide ve sosyal sorunların azaltılmasında gelecek yıl içinde fazlaca iyimser olmanın reel olamayacağının ipuçları görülmektedir.
Rusya krizinin ekonomi üzerinde etkilerinin henüz daha görülmediğini ancak Rusya’nın aldığı ekonomik yaptırım kararlarının zamana yayılarak etkilerinin ortaya çıkacağını düşündüğümüzde, 2016 yılı ekonomisinin büyüme hedeflerine varabilmesini ve ayrıca enflasyon ve kurlar üzerinde bu durumun yaratacağı negatif baskıları görmek gerekecektir.
Yani Türkiye bu durumda sadece bir uçak düşürmüş olmadı, kendini de ekonomik olarak ve uluslararası ilişkilerde oldukça zor duruma düşürmüş oldu.
Devamla Erdoğan’ın bölge ülkeleri ve “Batı” ile iletişime kapalı olan dış siyasetinde, önde tuttuğu “benmerkezci” siyasi pozisyonu her defasında Türkiye için bir yalnızlık sorunu yarattı.
Türkiye’nin yıllardır Batı ile Doğu arasında duruma göre tercih yapması avantajı, bu sefer görülüyor ki artık zorlaştı.
Hem Batılı kurumlara katılmak ancak yeri geldiğinde Doğu ülkelerine göz kırpmak olan bu siyaset, son Rusya krizi ile birlikte yerini neredeyse orta yerde kalmaya terk etti.
Suriye ve bölge siyasetinin elde patlaması ve içeride sürmekte olan terör ve siyasi gerilim ve artan tek adam despotizmiyle birlikte değerlendirildiğinde bu tablonun içinde yakın zamanda istikrar için bir çıkış olabileceği mucizelere kalmış görünüyor.
Diğer yandan hükümetin güvenoyu alarak göreve başlamış olması adeta hiç heyecan yaratmışa benzemiyor.
Bunu anlamak çok zor değil, çünkü gerek AKP’nin seçim beyannamesinde ve gerekse hükümet programında olan vaatlerin gerçekleşmesi yönünde içte ve özellikle dışta gerekli olan güven katsayısı oldukça düşük görülüyor.
Seçim beyannamesi ve hükümet programı içinde yer alan demokratikleşme ve yeni anayasa önerilerinin gerçekleşmesi ile mevcut terör ve kutuplaşma ortamı arasında kimse orantılı bir ilişki olduğunu söyleyemiyor.
Nasıl söylesinler ki, bir yanda Can Dündar ve Erdem Gül, MİT tırları için yapmış olduğu gazetecilik nedeniyle hapse atılırken diğer yanda Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi bir basın açıklaması sırasında kim vurduya gidiyorsa, bu durumda kimseyi yeni anayasa ve demokratikleşme konusunda adım atılacak diye inandıramazsınız.
Diğer yandan Kürt sorunu çözümü sürecinde çatışmalara dönülmesi, “paralel yapı” ile mücadele adı altında basın özgürlüğünü yok sayan uygulamaların yanı sıra kayyumlar aracılığıyla her türlü hukuksuzluğun yapıldığı bir ortamda kimse Türkiye’nin gerçek gündemi olan hukuk devleti ve demokratikleşme sürecine geri dönmesini beklemesin.
Çünkü Erdoğan, bu kaos sürecinin kendi iktidarına destek olacağını düşünerek bırakın normalleşmeyi bu sürecin daha da tırmandırılmasını isteyebilir.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap