- 19.02.2015 00:00
Türkiye, genel seçimlere giderken sorunlar yumağı içinde debelenen bir ülke durumunda gözüküyor.
Ve daha da kötü olanı, verili siyasi duruma bakıldığında bu durumdan sanki hiç çıkılamayacakmış gibi bir umutsuzlukta yaygın bir kanaat oluşturuyor.
Sorunların özünü, Türkiye’nin, genel olarak evrensel ölçülerde hukuk devleti ve demokratikleşme yönünde güçlü bir ilerlemeden ziyade dünyadan kopuk, içe kapalı otoriter bir devlet olma yönünde geriye doğru giden bir ülke durumunda bulunması oluşturuyor.
Bir başka ve bir o kadar daha önemli sorun ise, bu durumdan kendisini çıkaracak siyasi bir alternatifin de bulunuyor olmamasıdır.
Orta yerde AB kriterlerinden uzaklaşıp 12 Eylül darbe anayasasına ve kanunlarına sarılan bir hükümet ve buna karşı etkin bir muhalefetin olmaması umutsuzluğun esas nedenlerini oluşturuyor.
Oysa Türkiye’nin soruları, siyaset tarafından çok somut cevapların verilmesine muhtaç ve oldukça yaşamsal nitelikte sorunları içeriyor.
Öncelikle 12 Eylül askerî darbesinden kalma külüstür anayasanın ve faşizan rejim yasalarının tamamen ortadan kaldırılması ve yerine AB kriterleri ve evrensel hukuk ile uyumlu, içinde devletin denge ve denetlemesini yani etkin bir kuvvetler ayrılığı olan, yepyeni sivil ve demokratik anayasa sorunu hükümetin ve muhalefet partilerinin acil adım atması gereken yaşamsal bir sorun olarak çözüm bekliyor.
Bakıyoruz yeni anayasanın içeriğinden çok hem hükümet ve hem de muhalefet partileri tartışmanın eksenine “başkanlık sistemi” tartışmasını getiriyor.
Bu tartışma yapılmalı, ancak tam olarak ne isteniyor bu açıkça ortaya konulmalı.
Örneğin, istenen ABD başkanlık sistemi ise bu dünyada uygulanan en iyi siyasi referansı oluşturuyor. Ancak bu başkanlık sistemi de aynı zamanda kendi içinde örnek bir kuvvetler ayrılığı yani denetim ve dengesine de sahip bulunuyor.
Bu sistem “copy/ paste” yapılacak bir şey değil, bu sistemin arkasında iki yüz yıldan fazla bir tarihin bulunuyor olması başka bir sorunu oluşturuyor.
Ayrıca Türkiye Tanzimat’tan bu yana iyi kötü bir parlamenter demokrasi geleneğine sahip, bu deneyi yok saymadan da konuya bakmak gerekir.
Benim görüşüm, devletin işleyişinde güçlü ve etkin bir kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme sistemi olursa başkanlık, yarı-başkanlık veya parlamenter sistem, hepsi toplumun vereceği karara göre olabilir.
Bir başka konu Kürt sorunu ve çözüm süreci sorunu, hükümet ile sürdürülen müzakere süreci içerik olarak neleri kapsıyor ve neler hedefleniyor, bunlar tam olarak kamuoyu tarafından bilinmiyor.
Ancak bilinen, Kürt sorununun çözümü için öncelikle insan hak ve özgürlükleri alanında demokratik bir anayasa ve devletin idari yapısını ademimerkeziyetçi bir yapılanmaya dönüştürmek ile eğitim ve kültürel haklar alanında köklü yasal düzenlemeler yapmak ve uygulanmasını sağlamak.
Gelin görün ki “iç güvenlik paketi” diye Meclis’e kavga dövüş getirilen “OHAL devleti” içeriğine sahip bu düzenlemeler ile müzakere süreci tam bir çelişkiye neden oluyor.
Yani hem özgürlükler için müzakere eden bir hükümet olacaksın ve hem de “OHAL devleti” sopasını eline alacaksın.
Bu yaklaşımlar ışığında siyaseten, eski düzenden radikal bir kopuşu öngören bir programa ve eylemliliğe sahip olmanın dışında başkaca bir seçenek görünmüyor.
Yoksa “zamane padişahlığı” gibi tek adamın “OHAL rejiminden” kurtulamayan bir ülke olarak, kendi içimizde çatışan ve dünyada yalnızlaşmış sıradan bir Ortadoğu ülkesi durumundan çıkamayız.
Not: Özgecan Aslan ve tüm kadın cinayetlerini şiddetle kınıyorum. Erkek şiddetinin son bulmasını ve bu tür suçlarda ağırlaştırılmış hapis cezası verilmesini istiyorum.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap