- 10.04.2014 00:00
Yeni bir vesayet dönemine girdiğimizin nedenlerine geçen yazımda anlatmaya çalışmıştım. Özetlersem bu seçim sonuçları ile tek adam otoritesi daha da pekişti ve böylece yeni vesayet rejimi daha da güçlenmiş oldu.
Gezi eylemleri, 17 Aralık operasyonu ve seçim süresince tek adam otoritesi yaptığı yasal düzenlemelerle tüm devleti kendi aparatı durumuna getirdi.
Bu süreçte ya “Tayyipçi” olacaksın ya da ne olduğu hâlâ belli olmayan “paralelci” olacaksın.
Bu durum bana Soğuk Savaş dönemindeki siyasi iklimi hatırlatıyor.
O zaman da bir düşman yaratarak onun üzerinden ceberut bir devlet icat etmek ve hak ve özgürlüklerin, hak getirdiği baskıcı bir rejimle tüm değişimi engellemek ve toplumu çeşitli nedenlerle ikiye veya üçe ayırmak gibi...
70’li yıllarda çok yaygın olan bir durumdu bu, solcu-sağcı, Alevi-Sünni, Türkçü-Kürtçü gibi kutuplaşma yaratarak toplumu bunlar arasında tercihe zorlamak bunların bilinenleriydi.
Örneğin devlet için Soğuk Savaş yıllarının güvenlik stratejisini komünizm tehdidi oluşturuyordu. O yıllarda Türk devletinin bekası ve selameti için vatanı milleti komünizm tehdidine karşı korumak ve savunmak her Türk için namus meselesi gibi bir toplumsal algı yaratılmıştı ki, bu milli görevin yaşamın her alanında temsilcileri oldukça kalabalıktı. Bu nedenle devletin tüm güvenlik stratejileri ve taktikleri komünizm tehdidi üzerine yapılırdı.
Gezi eylemleri, 17 Aralık operasyonu ve seçim sürecinin siyasi söylem ve eylemleri ile Soğuk Savaş yılları siyaseti arasında oldukça benzerlikleri var. 90’lı yıllara kadar devam eden Soğuk Savaş yılları ve o döneme has tehdit algıları ve alınan çeşitli önlemler benzerlikler taşıyor.
Gerçi bir “komünizm”, “bölücülük” veya “şeriat” gibi tehdit algıları artık yoksa da işte tam burada bunların yerine “paralel devlet” tehdidini koyarak, hem tek adam otoritesini güçlendirerek bu sözde tehdidin siyasi işlev görmesini sağlamak ve hem de en önemlisi “memlekette paralel devlet tehdidi varken, demokrasinin, özgürlüğün sırası mı beyler” gibi dahice bir gerekçe uydurmak, içinde bulunduğumuz durumun resmini özetler durumda.
Bu siyasi durum bizi yeni anayasa, AB üyeliği ve Kürt sorununun çözümü gibi gerçek gündemi ayırarak içeri kapanmamıza, demokratikleşme sürecinde bugüne kadar olan gelişmelerden dahi geri gitmemize neden olacak diye düşünüyorum.
Bunları sadece ben düşünmüyorum. Uluslararası camianın da ortalama görüşü bu yönde oluşmuş vaziyette; önce AB-Türkiye Ortaklık Komitesi toplantısı iptal edilmesi, arkasından Bağımsız Türkiye Komisyonu üyeleri son yaptıkları değerlendirme, AB ve ABD sözcülerinin son günlerde üst üste açıklamaları bu kaygıyı paylaşıyor.
Diğer yandan ekonomide de sanki Soğuk Savaş yıllarına benzer bir durumda gözüküyor. 2013 yılı büyüme oranı yüzde 4 olarak açıklandı. Bu oran küçümsenecek bir büyüme oranı değil ancak bu ekonomik büyümenin hangi etkenlerden gerçekleştiğine baktığımızda ise doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile ithalat ve ihracatın ekonomik büyümeye etkisi yok gibi; ekonomik büyüme iki kalemde, biri özel tüketim harcamaları, diğeri ise kamu yatırımlarından sağlanmış gözüküyor. Soğuk Savaş yıllarında da ekonomi özel tüketim ve kamu yatırımları üzerinden büyüme gösteriyordu.
Bu ekonomik görünümde yine kırılgan olan yan ithalat ve ihracat dengesizliğin yarattığı cari açık, göze çarpıyor. Fed sıkı para programının yanına Avrupa Merkez Bankası’nın tedbirli para politikasını eklediğimizde, küresel ekonomik görünüm, bizim gibi ülkelerin özellikle ihracatının olumsuz etkileneceği yönünde.
Evet, Soğuk Savaş sadece bizde değil, bölgemizde de kol geziyor. 1. Soğuk Savaş dönemi oldukça sakin bitmişti, gürültüsü sonradan çıkmıştı. Bu sefer önce gürültüsü çıktı sonrasına bakacağız...
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap