- 10.10.2013 00:00
Kıdem tazminatı, 1937 yılında yürürlüğe giren 3008 sayılı İş Kanunu ile çalışma mevzuatına girdi.
O yıllarda sosyal sigorta ve işsizlik sigortası olmadığı için işçilerin işten ayrılması sonrası işsiz kaldıkları süre içinde sosyal mağduriyetlerinin kısmen telafisi için ve emekli olduklarında ise yıpranmalarının karşılığı bir sosyal ödeme anlamında ödenmesi düşünülmüş olan kıdem tazminatı hakkı, bir sosyal destek uygulaması olarak yürürlüğe girmiş, daha sonraki yıllarda kimi değişikliklere uğramış olsa da günümüze kadar gelebilmiştir.
Kıdem tazminatı, bugünkü uygulamasına ise, 1971 yılında yürürlüğe giren 1475 sayılı İş Kanunu ile kavuşmuş olsa da kıdem tazminatı hakkı, diğer sosyal ve sendikal haklar gibi 12 Eylül askerî darbesinden üzerine düşen payını alarak kısıtlanmıştır.
Daha önceki uygulamalarda kıdem tazminatı ödeme tavanı yok iken ve toplu iş sözleşmeleri ile bir yıl karşılığında ödenecek tazminatın gün sayısının artırılması mümkün iken, bu hak kaldırılmış, “işçinin kendi isteği ile işten ayrılması” sonucu kıdem tazminatı ödenmesi hakkı da bu dönemde işçilerin elinden alınmıştır. Yine kıdem tazminatı için bir yıl karşılığı yapılacak ödemeler için de tavan sınırlaması bu dönem getirilen bir başka kısıtlama olmuştur.
Yani işçiler bir tam yıl çalışmaları ve yasadaki kıdem tazminatı ödeme koşullarını yerine getirmesi hâllerinde, bir yıllık ücreti ve ücretle ölçülen maddi hakları dahilinde bu haktan yararlanıyorlardı. Ancak kıdem tazminatı ödemesine getirilmiş olan bu tavan ile tazminat ödemeleri de sınırlandırılmış oldu.
Kıdem tazminatı üzerinden sürdürülen “kıdem tazminatı fonu” tartışması, aslında son otuz yıldır sürmekte olan bir tartışmadır. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinde 1980 yılında yapılan bir değişiklikle ilk kez mevzuata giren “fon” tartışması o günden beri sürmektedir.
Bakıldığında bu tartışma, KOBİ işverenleri ile sendikalar arasında yapılan bir tartışmadır.
Zira KOBİ işverenleri, İş, Sendikalar ve Sosyal Güvenlik kanunlarından doğan yükümlülüklerine, sosyal sorumlulukları olarak değil de maliyet sorunu olarak bakıyorlar.
Bu bakış açısı çalışanlara karşı sorunlu uygulamaları da birlikte getiriyor.
Kıdem tazminatı ödememe, kayıtsız ve kuralsız çalışma, asgari ücreti tam ödememe, yasal sürelerin üzerinde çalıştırma ve iş kazaları, çokça KOBİ’lerde görülen sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.
Kıdem tazminatı ve fonu tartışması da bu eksende yürüyen bir tartışma...
Bugün çalışan işçilerin hemen hemen yüzde 90’ı kıdem tazminatı hakkından yararlanamıyor. İş mahkemeleri en çok mesailerini bu davalara bakmakla geçiriyor.
Sorunun çözümü için, yeni İş Kanunu’nu 2002 yılında hazırlayan bilim kurulunu, işçi ve işveren sendikaları birlikte oluşturmuşlardı. Bu kurul İş Kanunu’nun yanı sıra bir de Kıdem Tazminatı Fonu Yasa Tasarısı hazırlamışlardı.
Bu tasarıda, yıllık kıdem tazminatı ödemesinin 30 gün üzerinden yapılması ve 10 yıl süre ile fonda birikmiş olan hesaplardan, belli nedenlerle para çekilmesinin daha da kolaylaştırılmasına ilişkin düzenlemeler korunursa ve fon “doğru-dürüst” yönetilirse, bu tasarı kıdem tazminatı sorununun çözümüne katkı sağlayabilir.
Yoksa havanda su dövmeye gerek yok, çalışanlar için hak olduğu hâlde, orta yerde fiilen kullanılamayan bir hak var. Bu hakkın her çalışan için kullanılabilinmesine karşı, “istemezük” demenin çalışanlar için hiçbir faydası olamaz.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap