- 26.09.2013 00:00
Türkiye genel olarak diyalog üzerinden sorun çözme konusunda oldukça sorunlu bir ülke. Bu sorun çalışma hayatımız için de böyle. Sosyal diyalog kültürünün ve araçlarının yeni oluştuğu ülkemizde, onların da gereği gibi işletilememesi sonucu, bu araçların var olan sorunların çözümünde işe yaramaz duruma düşmesi kaçınılmaz oluyor.
Sosyal diyalogun daha iyi anlaşılması için iyi bir örnek verecek olursak; AB Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nden sosyal tarafların mutabakatı ile çıkan kararlar, doğrudan AB Komisyonu direktifi olarak üye ülkeleri bağlayan bir hukuki nitelik kazanıyor. İşte Avrupa’da sosyal diyalogun gücü bu.
Bize gelecek olursak; bizde sosyal diyalog kurullarının böyle bir yaptırım gücü olmadığı gibi, bu kurullar düzenli toplantılarını bile yapmıyorlar, tarafların temsilde adaleti de ayrı bir sorunu oluşturuyor.
Türkiye’de, İş Yasası’ndaki “Üçlü Danışma Kurulu” dışında, iki önemli sosyal diyalog aracı daha var.
Bunlar Çalışma Meclisi ve Ekonomik ve Sosyal Konsey’dir.
Çalışma Bakanlığı’nın 1946 yılında kurulmasıyla gündeme gelen Çalışma Meclisi, yani bu “üçlü yapı = işçi, işveren, hükümet” 1947 yılında biraraya geldi ve günümüze kadar ancak dokuz kez toplanabildi. En son 2004 yılında toplanan Meclis, 2003 yılında yapılan “yılda en az bir defa toplanır” yasa değişikliğine rağmen son dokuz yıldır toplanmamıştı.
Zira, diğer yandan Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) 1995 yılında Başbakanlık genelgesiyle kuruldu, 2001 yılında yasallaştı. Yasa gereği üç ayda bir toplanması gereken ESK, son toplantısını Şubat 2009’da yaptı ve bugüne kadar sadece sekiz defa toplanabildi.
Bu yazının yayımlandığı gün, Çalışma Meclisi 10. toplantısının ilk günü olacak.
Bu toplantının gündemini, uzunca bir zamandır çalışma hayatının gündeminde olan kıdem tazminatı, taşeron işçilik ve özel istihdam bürolarına dair sorunlar oluşturuyor.
Benim bu sorunlara ilişkin genel yaklaşımlarım şöyle:
Kıdem tazminatı çalışanlar için yasal bir hak olmasına rağmen, bu haktan çalışanlar için yararlanma oranları yüzde 10’nun altında bulunuyor. Bu haktan çalışanların daha fazla yararlanması için bilim kurulu 2003 yılında iş yasası ile birlikte, bir kıdem tazminatı fon tasarısı hazırlamıştı. Bu tasarı içinde, yıllık kıdem tazminatı tutarının işçinin 30 günlük ücreti kadar olması ve fondan ayrılmalarda on yıl şartının kaldırılması düzenlemeleri yapılırsa, tasarının sorunun çözümüne katkısı olabilir.
Özel istihdam büroları için daha önce yapılan yasal düzenleme, sosyal haklar ve güvenceler bakımından Köşk’ün vetosuna takılmış ve geri çekilmişti. Türkiye’nin konuya ilişkin 181 sayılı ILO sözleşmesini kabul etmediği bir durumda, şimdilik bu alanda bir yasal düzenleme yapılmasını doğru görmüyorum.
Taşeron işçiliği artık çekilmez toplumsal boyutlara ulaştı. Özel sektörün yanı sıra, özellikle kamu sektöründe taşeron işçiliği neredeyse kamu çalışanlarının yarısı kadar sayıya ulaşmış durumda bulunuyor. Hükümetin 2006 yılında torba yasa içinde Meclis’ten apar topar geçirdiği İş Kanunu’nun 2. maddesine yapılan eklerden sonra, kamuda taşeron işçi çalıştırılmasında adeta bir patlama yaşandı. Önce, İş Kanunu’nun 2. maddesine yapılan bu ek değişikliklerin kanundan çıkarılması gerekiyor. Sonra, taşeron işçiliğinin sosyal ve sendikal haklardan yararlanmasını güvence altına alacak yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması, çalışanlar için hayati bir önem taşıyor.
Bizden söylemesi...
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap