- 8.08.2013 00:00
Demokratik ekonomi ya da ekonominin demokratikleşmesi, dünyada üzerinde çokça tartışılan bir konu henüz olamadı. Hele bizim gibi siyasi demokrasi ve devletin demokratikleşmesi gibi sorun stokları birikmiş ülkelerde bu konunun fazlaca gündeme gelmemesini normal karşılamak gerekir.
Ancak yine de demokratik ekonomi tartışmalarını böyle de olsa elden bırakmamak, siyasi demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi için de, gündemden düşürmemekte fayda görenlerdenim.
Zira idari ve siyasi yönetim yapımızın oldukça merkezî olduğu ülkemizde, ekonomik kararlar bundan daha da merkezî ve kapalı bir yönetim yapısı içinde ele alınıyor.
Örneğin 2013 yılı merkezî yönetim bütçesi, Sayıştay raporlarının bile Meclis’e gelemediği bir durumda yürürlüğe konuldu. Hakeza Kamu İhale Kurumu, neredeyse kamu ihalelerini sadece izleyen, müdahale edemeyen bir kurum hâline getirildi. Askerî harcamalar ise içler acısı; hangi silahı, askerî aracı veya savaş uçağını neden veya hangi ihtiyaçtan dolayı aldığımızı bilmek kamuoyu için tamamen bir kozmik nokta durumda bulunuyor.
Yerel yönetim bütçelerinin oluşturulması ve ihalelerin ve harcamaların yapılması, her türlü sivil ve siyasi katılıma kapalı ortam ve çıkar ilişkileri içinde kararlaştırılması ayrı bir sorun alanı.
Şirket ve bankaların, bütçelerini, dağıtacakları kârları kapalı yönetim yapıları içinde almaları ve karar süreçlerinin, esas patron ve CEO’lara doğru daralan, dışarıya doğru kapanan bir karar düzeneği içinde olması, zaman içinde şirket krizlerine ve hatta küresel ekonomiyi etkileyen krizlere de neden olabiliyor.
İşte sarsıcı bir örnek: 2001 yılı başlarında ortaya çıkan Enron skandalı. Amerikan enerji devi Enron şirketinin denetimlerini yapan, Arthur Andersen danışmanlık ve denetim şirketinin, yapmış olduğu denetimlerin raporlarını ilgili bakanlıklara vermeyerek imha etmesi ve sonrasında bu rapordaki kimi bilgilere göre şirketin sahte ortaklarının ortaya çıkması ve hatta şirkette çalışan kadınlar arasında kimin daha “seksi” olduğuna varıncaya kadar bilgilerin ortaya dökülmesinin sonuçları oldukça ağır oldu.
Enron ve Arthur Andersen şirketleri battı. Amerikan muhasebe standartları tartışmalı duruma geldi.
Ve en önemlisi bu olaydan sonra Amerikan şirketlerine olan güven, ciddi şekilde sarsıldı. Bundan daha da önemlisi ABD’de başlayan, 2008 yılı finansman krizine, Enron skandalıyla başlayan sürecin neden olduğu neredeyse kanıtlandı.
Son olarak AB’de, özellikle Euro Bölgesi’nde yaşanan ekonomik krizlerin de en önemli nedenlerinin başında bu gelir. Örneğin Yunanistan’da siyasi demokrasi gelişmiş olsa da, ekonomi yönetimleri demokratik olmadığı için sorunlar yaşandı ve hâlâ yaşanıyor.
Diğer yandan kimi meslek kuruluşları, sendikalar, vakıflar ve dernekler için de, ekonomi veya bütçenin yönetimi diğerlerinden pek farklı değil.
Bu kurumların gelir ve giderleri ile bütçe harcamaları, ağırlıkta kurum başkanı veya nadiren yönetimin yetkisi dâhilinde yapılmakta, kurum üyelerinin bırakın karar süreçlerine aktif katılımını, çoğunun olan bitenden haberi bile olmamaktadır.
Bir diğer ifade ile söyleyecek olursak, ekonomi içindeki yeriniz nerede olursa olsun, işinizin veya paranızın emin ellerde ve rasyonel biçimde yönetilip yönetilmediği konusunda endişeleriniz bugünkü yönetim yapıları ve karar alma biçimleri demokratik olmadığı sürece, ortadan kalkmayacak demektir.
O hâlde, paranın, harcamanın olduğu, bütçelendirmenin ve ihalelerin yapıldığı yer neresiyse orada, hak sahiplerine şeffaflık, katılımcılık ve çoğulculuğun sağlanması ile alınacak kararlara katılması demokratik ekonominin ve ayrıca siyasi demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi için zorunlu bir yönetim yöntemi olmalıdır.
Herkese iyi bayramlar dilerim.
Yorum Yap