- 1.08.2013 00:00
Dünyada 90’lı yıllarla birlikte farklı ve yeni bir döneme girildi. Bu durumun ortaya çıkmasını genel olarak ABD ve SSCB arasındaki ‘Soğuk Savaş’ döneminin sona ermesi ile açıklıyoruz.
Evet, ABD ile SSCB arasında İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan ve kırk beş yıl süren ‘Soğuk Savaş’ sona ermişti, ancak bu durum yaşamın diğer alanlarında yeni savaşların başlangıcının da habercisi oluyordu.
‘Soğuk Savaş’ döneminin bastırılmış ne kadar siyasi, sosyal sorunları varsa birer birer ortaya çıkıyordu. Özellikle milliyetçilik ve mikro milliyetçilik adeta hortlamış, bölgesel savaşlar ortaya çıkmıştı.
Bu gelişmeler ulus-devlet yapılarını sarsmaya başlamıştı.
Bireysel hak ve özgürlükler ile merkezî ve otoriter devlet organizasyonlarından, ademimerkeziyetçi, yerel yönetim yapılarının güçlendirilmesi talepleri yeni bir demokrasi arayışının işaretleri ile doluydu. Süreç öyle de gelişti ve gelişmeye devam ediyor.
Günümüzde Latin Amerika ülkelerinden başlayan demokratikleşme süreci, tüm dünyayı etkisi altına almış durumda ve kendisini daha fazla hissettiriyor.
Sıcak gündem olduğu için söylüyorum.
Türkiye’de Kürt sorununun çözümü sürecini, Mısır’da ve Suriye’de yaşananları, demokratikleşme sürecinin bir parçası ve arayışı olarak görmek gerekiyor.
‘Soğuk Savaş’ın bitmesiyle ortaya çıkan küreselleşme, özel olarak üretim, ticaret ve ekonomi alanlarında çok daha fazla etkili oldu.
Bu alanlarda rekabet, tarih boyunca görülmedik boyutlara ulaştı.
Bilgi tüm faaliyetlerin en temel ve en değerli girdisi durumuna geldi. Bilgi son model teknolojik gelişmeleri de beraberinde getirerek, başta üretim teknolojilerinin yenilenmesi olmak üzere, iletişim teknolojilerini geliştirdi ve bireyselleştirdi. Günümüzün akıllı telefonları, hemen tüm hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Bilgiye internet üzerinden erişim hem kolaylaştı, hem de kendi içinde tehlikeli riskleri de birlikte getirdi. Buna rağmen bilgiye erişim kolaylaştı.
Bu gelişmelerin ekonomik alanda yarattığı sonuçlar ise daha baş döndürücü bir hâl aldı.
Hemen tüm dünya ekonomileri iç içe geçti. Yerli sermaye, yerli malı gibi geçmişteki tanımlar artık anlamsız kaldı. Üretim süreçleri parçalı duruma geldi, yani hem aynı ülke içinde ve hem de diğer ülkelere bölünen bir üretim yapısı ortaya çıktı. Bu durumu rekabetin küreselleşmesine bağlı olarak, maliyet, ulaşım ve etkin olma gibi nedenler ortaya çıkardı.
Bu şartlarda niteliksiz emek, üretim süreçlerinden çıkmaya başladı. Rekabet ve teknolojinin yaratıcı ve nitelikli emeğe olan ihtiyacı arttı ve artmaya devam etti.
Bu arada neo-liberal ekonomik uygulamalar sonucu sendikalar geleneksel manifestolarını değiştiremedikleri için zayıfladılar. Küresel ekonomik rekabet içinde, şirketler ve emek küreselleşti, buna karşı sendikal yapıların küreselleşmesi aynı hızda devam edemedi, edemediği gibi neredeyse “milli tip sendikacılık” korunmaya çalışıldı.
Küresel ekonomik rekabet ve neo-liberal politikalar sonucunda insan emeği ve çevre üzerinde baskılar daha fazla arttı. Kuralsız, kaçak çalışma oranları yükseldi. Taşeron işçiliği yaygınlaştı. Gelir adaleti daha da bozuldu. Sendikalaşma oranları tüm dünyada düştü.
Böyle baktığımızda, siyasi alanda demokratikleşme nasıl ilerliyorsa, ekonomik alanda da demokratikleşme ister istemez gündeme gelecektir.
Bu konuya devam edeceğiz.
mustafapacal34@gmail.com
Yorum Yap