- 31.01.2013 00:00
Kürt sorunu ve PKK sorununun çözümü için Öcalan ile hükümet arasında başlayan ve devam eden müzakereler siyasi ve toplumsal alanda farklı tepkilerle karşılandı.
Bu tepkilerin ortalamasına bakacak olursak; kamuoyun da “temkinli bir iyimserlik” havası hakim gözüküyor.
Bu havanın “temkinli” yanını doğru anlamak gerekir.
Otuz yılı aşkın bir süredir her Allahın günü şiddet,çatışma ve ölümlerin yaşandığı bir ülkede, bir gün sorununun çözümü için müzakereler başlatılmış ise ve bu ülkede bu tür bir gelişme cumhuriyete tarihi boyunca hiç görülmemiş ve bu coğrafyada sorun çözümünün tek yöntemi şiddet olmuş ise, bu gelişmeye herkesin önce temkinli yaklaşması kadar doğal daha ne olabilir ki.
Diğer yandan temkinli olunmasını gerektiren başka bir neden de, müzakerelerle birlikte gündeme getirilmek için habire ısıtılan KCK davasında tutuklu olanların serbest bırakılması, toplumsal barış havası yaratmak bahanesiyle, Ergenekon ve Balyoz gibi darbe suçlarından yargılananların da af edilmesi gibi “parlak fikirlerin” ortaya atılması.
Ve akabinde Başbakanın “komutanların uzun süre yargılanması,örgüt kurma,ajan olma gibi suçlanmaları sonucu,terörle mücadelede sorunlar yaşıyoruz” mealinden yaptığı açıklamalara bakıldığında,bence oldukça temkinli olunması gereğine işaret eden gelişmeler diye düşünüyor. Bir başka temkinli olunması gereken başka bir konuda şu; müzakereler sonucunda Kürt sorunu ile PKK sorununu birlikte mi çözülecek,yoksa müzakerelerin sadece PKK sorununun çözülmesiyle mi sınırlı kalacak?
Çünkü Öcalan ve PKK yöneticileri ile hükümet yetkilileri kendi kişisel ve siyasi durumlarını müzakerelerde öne çıkarmaları noktasında çözüm ararlarsa bu durumda sadece Hükümetin siyasi beklentisi ile Öcalan’ın özel durumu ve PKK’ların sorunları çözülmüş olur, ancak Kürt sorunu çözülmüş olmaz.
Hükümetin önünde bir seçim takvimi var ve birde Ortadoğu politikasında, özellikle Suriye konusunda belirleyici rol oynamak istemesi var.
Hükümet PKK sorununu çözerek bu süreçte elini güçlendirmek isteyebilir,Öcalan ile PKK’da öznel durumlarını dikkate alan bir çözüm politikası izlemesi ihtimal dahilinde olabilir.
Bu kaygılarımızı güçlendiren önemli bir gelişme geçenlerde yaşandı.
Başbakan bir açıklamasında “Putin’e bizide Şanghay Örgütüne al,AB’den ayrılalım diye söyledim.” Dedi.
Kürt sorununu çözmek isteyen bir Başbakan böyle bir açıklama yapması,bence geniş bir tedirginlik yarattı.
Çünkü Kürt sorununun,Türkiye için aynı zamanda bir demokratikleşme sorunu olduğu açıkça belli iken ve bununda karşılığının, AB kriterlerine tam uyum sağlamaktan geçtiği herkes tarafından biliniyorken.
AB adayı bir ülkenin Başbakanı Şanghay Örgütüne girmek,AB’den ayrılmak gibi açıklamalarda bulunuyorsa,bu en azında Kürt sorununun çözümü noktasında kamuoyunda güvensizlik yaratır.
Bu nedenle gerek Kürt sorununun çözümü için demokratikleşme ve gerekse PKK sorununun çözümü için yurttaşlar olarak,sivil toplum örgütleri olarak,müzakerelerin üçüncü tarafında olmak gerekiyor.
Bunun anlamı şu; Taraflara göre siyasi pozisyon almak yerine,müzakerelerin sonuçlarına göre tavır almalıyız.
Ne Erdoğan’ın ve nede Öcalan’ın yanında olmadan,yapılan müzakere sürecini objektif gözle izlemek lazım.
Müzakere sürecinde ve sonucunda biz yurttaşlar için en önemli kazanım barış ve özgürlükler olmalıdır.
Savaşın ve çatışmaların durması,özgürlükçü bir demokratikleşme için radikal ve kalıcı adımların atılması,Kürt sorununun adil ve kalıcı çözümünün sağlanması üçüncü taraf olarak vazgeçilmez taleplerimiz olmalıdır.
Müzakere sürecini bu gözle izlemek ve çıkacak sonuçlara bu ölçüler içinde yaklaşmalıyız.
Yorum Yap