- 29.09.2012 00:00
Geçtiğimiz hafta Perşembe günü Türk-İş,Hak-İş,TİSK ve TOBB başkanları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Başbakanla bir araya gelerek sendikal hakları yeniden düzenleyen Toplu İş İlişkileri Yasası (TİİY) tasarısı üzerinde taraflar arasında anlaşmaya vardıklarını ve Ekim ayında açılacak TBMM’nin gündemine tasarının öncelikle getirileceği konusunu, kamuoyuna açıkladılar.
Basına yansıdığı kadar ile anlayabildiğim, tasarı içinde sosyal taraflar arasında kritik tartışmalara neden olan işkolu sayısı ve barajı konusunda taraflar arasında anlaşma sağlanmış olmasıydı.
Bu durumu biraz açalım; halen yürürlükte olan sendika yasalarına göre bir sendikanın, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yetkisi alabilmesi için, o işkolunda çalışan işçilerin %10’nunu ve işyeri ve işletmede ise %50+1’ni örgütlemesi gerekiyor.
Türkiye’de halen geçerli olan işkolu sayıları ile barajları ILO standartları ile çelişkili ve uyumsuz düzenlemelerdi ve tarafların en çok tartıştığı konuların başında geliyordu.
Yeni anlaşmaya göre tasarıda bu baraj oranları ilk dört yıl için %1’e,sonraki iki yıl için %2’ye ve sonrası için %3’e düşürülmesi öngörülüyor.
Bu arada bu sorunla ilgili diğer bir sorunda bu barajlara bağlı olarak halen 28 olan işkolu sayısının, yeni tasarı 21’e düşürülmesi idi.
Şimdi getirilen yeni düzenlemeyle, işkolu sayısı 21 olursa ki burada %3’lük baraj,eskisine oranla daha yüksek anlamına geliyor.
Sendikalara barajların düşük olacağı 4 ve 2 yıl içinde hızla örgütlenin deniliyor.
Ancak bu verili koşullarda örgütlenmenin zorlukları orta iken getirilen bu düzenlemeler sendikalara “deli gömleği” giydirmeleri anlamına geliyor.
Oysaki Türkiye’nin imzaladığı ILO sözleşmeleri ile Avrupe Sosyal Şartı çalışanların örgütlenme,toplu pazarlık haklarına erişiminde herhangi barajı öngörmüyor.
Evet,bu tasarı, üzerinde sosyal tarafların uzunca bir süredir tartıştığı bir konuydu.
Bir türlü anlaşma sağlanamıyordu.
Özellikle sendikaların toplu iş sözleşmesi yetkisi almalarını düzenleyen maddeler anlaşmazlık konularının başında geliyordu.
Hükümette, topu sosyal taraflara atıyor,Başbakan ise her defasında “anlaşın öyle gelin” diyen bir tutum içinde davranıyordu.
Başbakan,bakan ve sosyal tarafların “anlaştık” dedikleri tasarının içeriğini kısaca bir hatırlamakta fayda var.
Tasarı sendikal hak ve özgürlükler alanında, ne Türkiye’nin imzalamış olduğu ILO sözleşmelerini karşılamakta ve nede AB/Türkiye müzakerelerinde “Sosyal haklar” dosyasının müzakereye açılmasının şartını ortadan kaldıracak yeterli ölçülere sahip bulunmakta idi.
Bu tasarı işçilerin sendikalara üye olmasında noter şartını kaldırmak,toplu sözleşme yapabilmek için işkolu ve işyeri üye barajında, tedrici iyileşmeleri getirmenin yanı sıra kısmen kimi sendikal faaliyetlerin serbestleşmesine sınırlı olanaklar sağlamakla olan yasal düzenlemeleri içeriyordu.
Şimdi son gelişmeye bakacak olursak,bu tabloyu gören herkes sanacak ki sendikal hak ve özgürlükler yalnızca hükümet ve sosyal tarafların kendi aralarında anlaşarak çözebilecekleri bir sorun,Eh onlarda bir araya geldi el sıkıştı ve sorun çözüldü diye hayra yoracaklar gibi bir görüntü yansıyor, kamuoyu ekranına.
Oysaki sendikal haklar ve özgürlükler sorunu, Türkiye’nin demokratikleşme ve insan hakları sorunun bir parçası olarak, öyle kapalı kapıların arkasında anlaştık demeyle çözülecek sorun olarak görülmüyor ve görülmemeli de.
Yukarıda belirttiğim gibi sendikal haklar alanında Türkiye, 12 Eylül askeri darbesinde bu yana, hep ILO tarafından sorunlu ülkeler kategorisine alındı.
Çünkü,12 Eylül askeri darbesiyle sınırlı olan sendikal haklar daha da geriye götürülmüş ve sendikal hareket, hem devletin ve hükümetlerin ve hem de kimi işverenlerin baskısı altına alınmıştı.
Şimdi gündeme getirilen yeni yasa tasarısının tartışılması sırasında başta TOBB gibi işveren kuruluşları olmak üzere, tasarı ile getirilmek istenen sınırlı sendikal haklara bile itiraz edecekler ve kanımca meclis görüşmeleri sırasında da itirazlarını sürdürerek, tasarının mümkün olduğu kadar sınırlı iyileşmeler getirmesi için lobi faaliyetinde bulunacakları görülüyor.İşte bu durumda sendikal haklara da Ankara kriterleri diye bir ölçü ortaya çıkacak bu kabul edilemez bir durumdur.
Halbuki, bugünün dünyasında rekabet gücü yüksek tüm ekonomilere sahip ülkelere baktığımızda, demokratik,sendikal ve sosyal hakların gelişmiş olduğunu görmekteyiz.
Bu arada Türkiye’nin ILO standartları bakımından sendikal ve sosyal haklar alanında sorunlu ülkeler arasında bulunması,kimi iş çevreleri için küresel rekabet bakımından avantajlı görülüyor olabilir.
Ancak bu durum bizi rekabette avantajlı duruma getirmiyor.
Dünyanın 17.büyük ekonomisine sahibiz, ancak dünya ekonomik rekabet sıralamasında 50.sıranın bir altına iniyoruz ve bir üstüne çıkıyoruz.
Ekonomik rekabet alanında Çin gibi ülkelerin değil, nitelikli işgücüne sahip ve çalışanların haklarını geliştirmiş ülkelerin örnek alınması herkesin yararınadır diye düşünenlerdenim.
Diğer yandan,aynı iş çevreleri sıra ekonomik ve ticari ilişliklere geldiğinde baş tacı yaptıklar AB kriterlerini,sıra sendikal haklara,demokratik haklara gelince umursamaz oluyorlar.
Evet,Türkiye dünyanın 17.,Avrupa’nın 6. büyük ekonomisine sahip bir ülke ancak, ILO standartlarına göre sendikal ve sosyal haklar bakımından kimi Afrika ülkeleri ile aynı hizada bulunuyor.
Bu bakımda Başbakan,bakan ve sendika liderlerinin anlaştık demesiyle sendikal haklar alanında bulunan mevcut sorunlar çözülmüş ve küreselleşen rekabette durumumuz iyileşmiş olmuyor.
Onun için AB’ne aday,ILO sözleşmelerinin tarafı olmuş bir ülkenin hükümeti, sendikal ve sosyal haklar alanında elbette sosyal tarafların görüşünü almalı, ancak bu alınan görüşler ile ILO ve AB kriterleri arasında bir uyum olmasına da özen göstermesi gerekmiyor mu?
Bence çok gerekiyor…
Diğer yandan sendikal hareketinde,ILO standartlarının kendi yararlarına olduğu açıkken,bu ölçünün daha gerisinde bir duruma razı olmaları ayrı bir sorunu oluşturuyor.
Galiba asıl sorunda bu…
Yorum Yap