- 6.09.2012 00:00
Genel olarak dünyadaki tüm toplumsal, politik ve ekonomik eylem ve etkinlikler, tüm engellemelere rağmen insanlık için, daha fazla özgürlük ve daha fazla refah ve daha güvenli bir yaşam hedefine yönelmiş durumdadır. Dünyada her toplumsal, politik ve ekonomik birimde yapılan milyonlarca iş planı daha fazla “sürdürülebilir” kaynak ve hedeflere yönelik hesaplanır eğilimler taşımaktadır. Dünyadaki bu düşünce ve davranış şekli yeni ortaya çıkan bir eğilimi gösteriyor. Ve arkasında insanlık tarihi boyunca yaşanmış acı deneyimlerin verdiği derslerin çizgilerini bize gösteriyor.
Geçmişte insanlığın istek ve beklentilerini karşılamayı, yapılan her türlü planda merkeze almayan tüm ideolojik, politik ve sosyal projeksiyonlar sürdürülebilir niteliği olmadığı için bugün ciddi bir “tarihsel ve ideolojik hurda” oluşturmuşlardır. Bu durum bize insan ahlakı ve vicdanının artık daha fazla öne çıktığını ve bireyselleşmenin ve bireysel girişimlerin artık daha güçlendiğini göstermektedir. Bilgiye ulaşım ve iletişim araçlarının yaygınlaşması bu sürecin ortaya çıkmasında ve yaygınlaşmasın da şüphesiz önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye, tüm bu yeni eğilimlerin daha sürdürülebilir bir hedef amaçladığı günümüzde, verdiği yeni profilin, hem her alanda, hem ülkemiz için ve hem de bölge ülkeleri ve dünya için düne göre sorunlu olduğu “kabul görme” düzeyine gelmiş bulunmaktadır. 2002 sonu itibarı ile başlayan siyasette AK Parti dönemi, hem sosyo-ekonomik ve hem de demokratikleşme alanında cumhuriyet tarihi boyunca önemli ve olumlu gelişmeleri beraberinde getirdi. Çok farklı toplumsal ve siyasal çevreler bu sürece destek verdi. AB’ye üyelik süreci bu dönemde hız kazandı. Ekonomik büyüme oranları her ne kadar sosyal iyileşmelere fazla olumlu yansımasa da, bu dönemde rekor oranlarda arttı. Bu dönemde Anayasa’ya demokratik müdahaleler gerçekleşti. Askeri vesayet bu süreçte geriletildi. Kabaca bu alanlarda önemli ve tarihsel adımlar atıldı.
Bu süreç son genel seçimlerden sonra adeta durdu ve gerilemeye ve gerilim üretmeye başladı. Özellikle dış politika alanında AB süreci hemen, hemen durdu. Bu durumdan yalnız hükümet sorumlu değil ancak hükümetin bu süreçte eksileri AB’den daha fazla gözükmektedir.
Ermenistan’la başlatılan diyalogun sürdürülmemesi ile Kıbrıs sorununda geldiğimiz nokta devletin yıllarca sürdüğü çözüm içermeyen politikalardan farksız duruma geldi. Kürt sorunun çözümünde demokratik adımlar atılacağı yerde “anadilde eğitim gibi“ aksine, adeta ‘90’yıllara benzer bir manzara ortaya çıkmış gözüküyor. Din ve vicdan özgürlüğü alanında özellikle Alevilerle ve diğer dinlere ait cemaatlerle sorunlar henüz çözülmüş değil, kısacası bir yerinde sayma durumundan çıkarak bir gerileme süreci yaşıyoruz. Üst üste gelen çatışma haberleri ve sayısını bile unuttuğumuz cenazeler ve gözü yaşlı, bağrı yanık anneler bu tablo bildik ve hazin bir tablo. Hepimizin yüreğini karartan bir tablo, umut ve geleceği karamsar eden bir tablo.
Bu tablonun ortaya çıkmasında, hükümetin demokratikleşme ve Kürt sorununda atmış olduğu adımlara, yenilerini eklemekten vazgeçmesi ile terör örgütünün bu durumu ve bölgedeki son gelişmeleri de değerlendirerek terör ateşini yükseltmesi neden oluyor. Bir yanda demokratikleşme alanında daha fazla adımlar atmayan bir hükümet, diğer yanda bunu ve bölgedeki gelişmeleri “dar” örgüt öznelliğine göre değerlendirerek saldıran bir terör örgütü ile karşı, karşıyayız.
Terör, şiddet asla bir siyasi çözüm aracı olamaz.
Hükümetin burada “daha önce attıkta ne oldu” gibilerinden, atmadığı adımlar için gerekçe gösterme lüksü olmamalıdır. Demokratikleşme için atılacak adımlar yalnızca Kürtler için değil tüm toplum için gerekli adımlar olduğu bilinmelidir. Ve bu durum sürdürülebilir bir durum değildir.
Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünde öncelikle AB müktesebatına uygun anayasal ve yasal değişiklikleri acil olarak çıkarması kaçınılmaz zorunluluk olarak hem hükümetin ve parlamentonun karşısında durmaktadır. Yeni, sivil anayasa süreci bu anlamda önemli ve yaşamsal bir fırsat sunmaktadır. Diğer yandan bölgemizde yaşananlara bakıldığında İsrail, Irak, İran ve Suriye ilişkilerimiz de kırmızı çizgilere gelmiş durumda bulunuyoruz. Bu durumun önemli nedenlerinin başında, hükümetin bölgede “mezhep eksenli yeni Osmanlıcılık” politikasını ısrarla dayatmamız gelmektedir.
Oysa ki Türkiye, daha bir yıl öncesine kadar bölgede ortaya çıkan siyasi ve toplumsal gelişmelerin rol modeli olacağı iddiasında bulunuyordu. Ama öyle olmadı çünkü Türkiye’nin özellikle demokrasi alanında model alınabilecek bir yanı yoktu. Son olarak çok doğal olarak muhalefet partilerinin CHP ve BDP’nin alternatif politikalar ortaya koyamaması bu süreci daha karmaşık ve çekilmez duruma getirmiştir. Türkiye’de son on yılda sorunların çözümü konusunda toplumsal vicdan şimdi olduğu gibi bu kadar kararmamıştı ve toplumun güveni şimdiki kadar sarsılmamıştı. Kimse böyle bir ruh haline sahip toplumu daha fazla umutsuz bırakamaz.
Hele, hele önümüzde yeni anayasa, yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve arkasından genel seçimlerin olduğu bir siyasin gündeme bakıldığında bu toplum daha farklı arayış ve tepkileri ortaya koyacaktır. Bu sürecin yönetilmesinde bugünkü koşulların özgürlükçü bir demokratikleşme ile değiştirilmesi için çabaların yoğunlaştırılması arttırılmazsa kaçınılmaz olarak yeni bir siyasi ve sosyal iklim ortaya çıkacaktır. Bu nedenle; ülkemizde toplumun adalet ve vicdan duygularına seslenecek alternatif sivil ve demokratik sese ve etkinliğe ihtiyaç kaçınılmaz olacaktır.
Bu ses ve etkinlikler özgürlükçü demokrasi ekseninde örgütlenerek ve yeni anayasa yapılması sürecine aktif destek ve katkı sağlaması beklenmelidir. Toplumun çok farklı kesimlerinden bu sese ve etkinliğe katkı sağlayacak ve destek verecek kişiler ve gruplar tarihimizde olmadık kadar açığa çıkmış bulunmaktadır. Farklılıkların ortak sesini ve etkinliğini bir siyasi yapılanma içinde buluşması, önceki dönemlere göre daha hızlı ve etkin olabilir.
Her halde, devlete, hükümete ve siyaset kurumuna karşı toplumsal adalet ve özgürlük taleplerimizi ve vicdanlarımızın sesini, önerilerini demokratik meşruiyet içinde eylem ve söylemleriyle iletmeyi gerçekleştirmeyi hesaba katacak ve siyasi bir alternatif oluşturabileceklerdir. Bu bir sivil, demokratik toplum ve fikir hareketi olabilir. Tüm etnik, dini, mezhebi, toplumsal ve kültürel kesimlerin demokratik temsilcileri bu hareket içinde yer bulmak isteyecektir.
Türkiye halkı çaresiz kalmaz. Yeni umutlar ve yeni yollar bulur.
mustafapacal@hotmail.com
Yorum Yap