- 5.10.2014 00:00
IŞİD’in Süleyman Şah Türbesi’ne saldıracağı endişesi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Özel’in Türk Mezarı’nı bekleyen birliğimize ‘Yanınızdayız’ mesajıyla yeni bir boyut kazandı.
Böylece Türkiye, cirmi küçük de olsa halen yurtdışındaki bu tek toprağımızı korumanın bizim için ne denli hayati bir mesele olduğunu dünyaya duyurmuş oldu. Ümit ve temennimiz hem Türk Mezarı’nın hem de orayı bekleyen Mehmetçiklerimizin bu belalı süreci kazasız belasız atlatmaları.
Farkında değiliz belki ama şu sıralar gündemimizi işgal eden Süleyman Şah Türbesi hassasiyeti bize bir şeyi daha ayan ediyor: Milli Mücadele’nin ruhunda aslında Osmanlı’yı ve Osmanlı saltanatının şanını kurtarmak yatıyordu. Sonradan sislense de bu ruh yaklaşık 1922 Kasım’ında İsmet Paşa’nın Lozan’a gidişine kadar ayaktaydı. Nitekim trende bir Müslüman Hindli gazeteci ‘Hilafet meselesinde tavrınız ne olacak?’ diye sorunca İsmet Paşa’nın cevabı ‘Halife için kanımızın son damlasına kadar savaşırız.’ olmuştu. Tabii sonra bu sözün üzerine fıçıyla soğuk su içildi ama olsun, bizim için o kopuş noktasında bu sözün söylenmiş olması önemlidir ve tarih muhasebemizde Lozan’ı oturtacağımız yeri tayinde çok önemli bir ipucu uzatmaktadır.
Düşünün, Sakarya muzafferiyetinden sonra, 20 Ekim 1921 gibi tarihte Fransızlarla bir İtilafname (hadi ‘geçici antlaşma’ diyelim; ah bu dil yaramız, kanaması bitmiyor!) imzalıyorsunuz. Suriye sınırının geçici olarak belirlendiği İtilafname’nin 9. maddesiyle Osmanlı hanedan ve devletinin kurucusu Osman Gazi’nin dedesinin Suriye topraklarındaki türbesine özel bir madde düzenleterek sahipleniyor ve Fransızlara bırakmıyorsunuz. Yalnız bu bile aslında Milli Mücadele’nin Ekim 1921 gibi bir tarihte hâlâ Osmanlılık ruhuna sarıldığını ispatlayan bir hadisedir.
Adım gibi eminim: Eğer iş Lozan’a kalsaydı Süleyman Şah Türbesi heyetimizin umurunda olmazdı. Nitekim Başbakan Rauf (Orbay) Bey, Lozan’daki başmüzakerecimiz İsmet Paşa’ya daha önceki antlaşmalarda her nasılsa unutulmuş ve bir şekilde Türk toprağı olarak kalmış bulunan Romanya’daki Adakale’yi kaptırmaması için baskı yapınca ‘Her yeri kurtardık da bir o mu kaldı?’ diye dalga geçerek tamamen Türklerin oturduğu bu adayı vermekte tereddüt göstermemişti.
Garibi şu ki, Süleyman Şah Türbesi’nin 9. maddeye kimin sayesinde sokulduğunu bile bilmiyoruz. O kahraman, Fransızlarla müzakereleri yürüten Yusuf Kemal (Tengirşenk) çıkarsa şaşmam. Zaten Lozan’a normal olarak Yusuf Kemal Bey’in gitmesi gerekirdi, çünkü o tarihte Dışişleri Bakanıydı. Ancak Gazi Mustafa Kemal onu istemedi (bir Süleyman Şah Türbesi daha koparabilirdi halbuki) ve İsmet Paşa’yı tercih etti. Karabekir Paşa ‘Neden İsmet?’ diye sorunca Gazi’nin cevabı çerçeveletilip asılacak güzellikte oldu: “Sen kafanla hareket edersin, İsmet öyle değil. Benim sözümden çıkmaz!”
Biraz da Süleyman Şah Türbesi’nden söz edelim.
Süleyman Şah Türbesi’nin bizim toprağımız olmasını sağlayan Ankara İtilafnamesi’nin 9. maddesi şöyledir:
“Sülale-i Osmaniye’nin müessisi (Osmanlı hanedanının kurucusu) Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın, Caber Kalesi’nde kâin (bulunan) ve Türk Mezarı namiyle maruf merkadi (mezarı), müştemilatıyla beraber Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada muhafızlar ikame ve Türk bayrağı keşide edebilecektir (çekebilecektir).”
Muhafız birliği ve türbedar...
1921 sonlarında Osmanlı hanedanına sahip çıkan TBMM hükümeti o tarihte 600 metrekarelik bu türbenin yanına bir de muhafız birliği binası yaptırmış, ayrıca bir türbedar görevlendirmiştir. İşin bir başka ilginç yanı şu ki, Türkiye Cumhuriyeti’nde tekkeler ve zaviyeler kapatılırken, türbedarlıklar da lağvedilirken bu sınır dışındaki türbemize bir türbedar tayin edilmiştir. Her ay, bir başçavuş ile bir manga erimizin nöbet değişimi sırasında o da Akçakale’ye gelmekte ve ihtiyaçlarını temin ettikten sonra yine birliğimizle beraber türbesinin başına dönmektedir.
Yalnız 1921 Anlaşması’na göre Caber Kalesi, Halep vilayetine bağlı olup Rakka-Bais yolu üzerinde, Rakka’nın 50 km batısında, Hz. Ali ile Muaviye arasında 657 yılında cereyan eden savaştan hatırladığımız Sıffin’in karşısında, Halep’in de 110 km doğusundaydı. Lakin ilk Arapça kaynaklarda ismi Davsar diye geçer (halk Davsara dermiş). Evliya Çelebi’ye bakılırsa Cafer Kuşeyri yaptırmış kaleyi. Cafer’e Caber dedikleri için ismi Türkler arasında değişmiş. Evliya’ya göre “Kale dibinde ziyaretgâh-ı Süleyman Şah vardır”.
Kimilerine göre ise Caber ismi, buralara yolu düşen Türk boyu Çabarlardan gelmektedir.
Aşıkpaşazade gibi ilk Osmanlı tarihçilerinden şu hikaye yayılır: Kayı boyundan Kaya Alp’in oğlu olan Süleyman Şah Anadolu’ya gelir ve atlarıyla Fırat’ı geçerken Caber Kalesi civarında boğulup ölür ve buraya gömülür.
TarihÎ kökenini bilmiyoruz
Bu doğru mu peki? Tarihî bilgilerimiz doğru olmadığını söylüyor. Zira Osman Gazi’nin dedesinin bilinen ismi Gündüz Alp. Süleyman Şah diye bir dedesi yok. Belki diyor bazı tarihçiler, Halep civarında şehit düşen ilk Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman ile bir karıştırma olmuş olabilir ve Osmanlılar Ertuğrul Gazi’nin bir süre bu bölgede kalmış olmasından dolayı ikisini hafızalarında birleştirerek böyle bir ‘dede’ inşa etmiş olabilirler.
Bugün net olarak söylenebilecek şey, bu türbede Osman Gazi’nin dedesinin yatmadığı. Ancak efsanelerle karışmış vaziyetteki bu dönemde neden böyle bir Türk Mezarı inancının ve neden tam da orada doğduğu da ayrı bir merak konusu. Ateş olmayan yerden duman tütmez ama ateşin tarihî kökeni nedir? Bunu maalesef bilemiyoruz.
Ancak türbe 1973’e kadar Sultan 2. Abdülhamid sayesinde gelmiş (sonrasında bugünkü yerine taşınmış). Ertuğrul Gazi, Hayme Ana gibi ecdadına ait türbeleri restore ettiren Sultan’ın mahir eli Caber Kalesi’ne de uzanmış ve muhtemelen ve resmi tarihçisi Muallim Naci’nin Ertuğrul Gazi hakkındaki nefis şiiriyle ortak hafızaya kazınmış ve bu sayede 1921’de Fransızlarla yapılan görüşmede akla gelebilmiştir. Muallim Naci 1894 yılında şöyle anlatmış Süleyman Şah Türbesi’ni:
Zikre şayandır Fırat’ın her yeri
Ben ki bir Türküm unutmam Caber’i
Türk olan nimetşinas olmak gerek
Var yeri gitsem Mezar-ı Türk’e dek.
Bugün ateş çemberinden geçmekte olan ve gitmek ile gitmemek arasında gidip geldiğimiz Süleyman Şah Türbesi’ni görseydi kim bilir neler yazardı üstad?
NOT: Kurban bayramınızı tebrik ederim.
Yorum Yap