- 15.06.2012 00:00
Birkaç gündür Paris’teyim; Türk edebiyatı üzerine bir seminerde bulunmak üzere geldim. İki üç yıldır da yolum düşmemişti buraya.
Haziranın ortasında ben geldim Paris’e ama henüz yaz gelmemiş. Yazdan geçtim ilkbaharın da pek uğramadığı izlenimini ediniyor insan. Sabah kurşuni ve soğuk bir havayla uyanıyoruz gece de kurşuni ve soğuk bir havada uyuyoruz. Yüksekte (görece yüksekte) bulutlar, sımsıkı bir saf örerek güneşle aramızda kurulabilecek olası her ilişkiyi kesiyorlar. Daha alçaktan seyredenleri ise, sık sık, yağmur olup tepemize iniyorlar. Dün böyle iki kere esaslı bir biçimde ıslandım; bakalım bugün ne olacak...
Fransa’nın Sarkozy’den kurtuluşunun birinci aydönümündeyiz ve önümüzdeki pazar Parlamento için seçimlerin ikinci turu olacağı için kurtulunduğu hâlâ yüzde yüz kesinleşmiş değil. Bunun münasebetiyle daha neşeli bir Paris’e geleceğimi... “bekleyerek” değil ama “umarak” gelmiştim. Ama pek öyle bir şeyle karşılaşmadım. Seçim olduğunu, bir Başkan’ın gidip başka bir Başkan’ın geldiğini insana hatırlatan herhangi bir işaret yok. Sabah otelde kahvaltı ederken televizyona göz atıyorum. Ne olsa, daha bir seçim turu var, onun için siyaset haberi de veriyorlar (bu sabah “akıl karıştıran ‘tweet’” haberi vardı ama izleyemeden kalktım). Gene de, futbol maçlarının daha fazla ilgi çektiği belli oluyor.
Zaten oy kullanma oranı da bir hayli düşüktü “Fransa için çok düşük” diyorlar. Dün akşam Türkiye’den bir arkadaşla yemek yedik. Onlar gidip oy vermeyi de unutmuşlar.
Solun kazanması acaba bu “düşük oran”ın sonucu mudur? Olabilir, çünkü Fransa bayağı bayağı “sağcı” bir toplumdur. Başta 1789, dünya siyasî tarihinin bir yığın şanlı olayı burada geçtiği için, herkesin aklında böyle bir “devrimci Fransa” imgesi vardır. Ama işbirlikçi Vichy de Fransa tarihinin otantik bir parçasıdır. Mitterand’dan beri burada solun bir seçim başarısı görülmedi Mitterand’ın da, son günlerinde, “Vichy ile işbirliği” yaptığına dair birtakım söylentiler çıkmıştı.
Le Pen desteklemeye karar verse Sarkozy gene kazanacaktı. Onun için bu seçimi “sol kazandı” demekten çok “sağ kaybetti” diyerek açıklamak daha doğru olur sanıyorum. Bu da, kendi içinde birleşememesinin sonucu. Kızının babasından daha radikal çıktığı söyleniyor. Herhalde “nelere kadir” olduğunu kanıtlamak istedi; daha “orta sağ” sayılacak (Sarkozy öyle sayılabilirse) birinin stepnesi olmayacağını ilan etti. Öyle olmasa sağ oylar yüzde altmışların üstünde görünüyor.
Tabii bu sağa kayış yalnız Fransa’ya özgü bir şey değil; Avrupa baştan başa bu havaya girmiş durumda. “Britanya’da da sağ iktidarda” diyeceğim tabii, ama orada bundan önce “sol”, nasıl sağ olacağını, Thatcher’a nasıl benzeyeceğini bilemediydi. Almanya malûm. Bir zamanlar Avrupa “medeniyeti”nin “medar-ı iftiharı”, küçük Avrupa ülkeleri, Danimarka, Hollanda, nereden nereye geldiler!
Akdenizli ülkeler de savruldu gitti onların iyice şiddetli hissettiği kriz daha da ne kadar savuracak, insan düşünmek istiyor! Yunanistan’da o saldırgan herif-i na-şerif dünyada bir ilke imza attı. Şimdi her yerde bizde de bekleyin taklitçilerini.
Bütün bu savrulmadan sonra, Fransa’daki seçim sonuçlarını, yeni bir dönemin başlangıcı olarak görmek gerçekçi olur mu? Avrupa’nın bu döneminde başlıca derdi, “yabancılar” sorunu olarak ortaya çıkıyor. Bu bence gerçek bir sorun değil, ama oluşan bu ideolojik ortamda bütün gerçek sorunlar gerçekdışı bir “yabancılar” kılığına giriyor. Bu da tabii sağın ekmeğine yağ sürüyor. Öte yandan, ortada “sağın başarısı” denecek bir şey de yok. Yani, henüz “solun yükselişi” denebilecek bir şey görmüyorum, ama “sağdan bıkkınlık” galiba başladı.
Yorum Yap