- 10.01.2012 00:00
Louis Althusser’le (yani düşünce tarzıyla) tanışmam altmışların son iki yılında oldu. 1969’da İngiltere’ye gittiğimde kitaplarını (önce Fransızca) bulup okumaya başladım. İlk okuduğum Lire le Capital’di. Çok etkileyici buldum. Ondan habersizken kafamı kurcalamaya başlamış pek çok soruya onda doyurucu cevaplar bulduğumu hissediyordum.
Ama bir zaman sonra bakışım değişmeye başladı. Şimdi, bir yanlışlık olmasın: ondan etkilendiğim için memnunum ve bu etki belirli alanlarda bugün de fazla değişmeden sürüyor. “Değişme” ile anlatmak istediğim şeyin önemli bir kısmı Marksizm üstüne yazdığım son bir iki yazıda ele aldığım, “içeride düzeltme/ dışarıdan düzeltme” gibi konularla yakından ilgili.
Althusser’in yaptığına, Marksizm’in yeni bir yorumu denebilir herhalde –başka ne denebilir? Ama bunu biraz tuhaf bir üslûpla yapıyordu. “Böyle yorumluyorum” demiyor, “Açıkça gördüğünüz gibi, işte böyle,” diyordu. Onun yorumu, kimsenin yorumu değil de, Marx’ın “aşikâr” sözüymüş, hep orada öylece durup duruyormuş, ama sersemliğimizden mi, her nedense biz bunu bir türlü anlayamıyormuşuz gibi.
Niye böyle yapıyor? diye düşünmeye başlayınca, tamam, her tartışmada böyle bir tavır alınır, polemik gereği, ama bunda ayrıca bir bit yeniği olduğunu gördüm. “Benim yorumum bu” dediği anda, Marksistler adama “Sen kim oluyorsun” diye sorarlar. Sonuçta kimin hakkında ne söylersek bir yorumdur, ama konu Marx olunca, “yorum/morum” demeyeceksin.
“Epistemolojik kopuş” diyor Althusser. Bu, Marx’taki Hegel etkisini yok etmeye yarıyor. Belirli bir olgunlaşma (bunu tabii “bilimselleşme” diye de okuyabilirsiniz) aşamasında Marx çeşitli hümanist kökenli felsefî yaklaşımlarla bağını koparıyor ve böylece Hegel izleri teoriden siliniyor.
Bunun geçerliliğini bir yana bırakalım, şu vurgulamaya çalıştığım noktadan bakalım: bu “epistemolojik kopuş” teorisi, son analizde, Thomas Kuhn’dan geliyor. Onun, en çok da Nilüfer Kuyaş’ın çevirdiğiBilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabında işlenmiştir. O “paradigma” terimini tercih eder. Althusser’in kitaplarında Kuhn’un adı geçmiyor. Ne Marx İçin’de, ne Kapital’i Okumak’ta.
Bu, “intihal” mi? Hayır, öyle banal bir şey değil. Öyle şeyler buralarda olur, çünkü buralarda fazla Kuhn okumuş adam olmayacağına güvenebilirsin. Batı’da olmaz, çünkü herkes bilir.
Bence Althusser Kuhn’u anmıyor, çünkü bir Marksist’in Marx’ı anlaması için Kuhn gibi Marksist olmayan bir adamın araya girmesine gerek yok. Bunlar hepsi zaten bizim kavramlarımız ve zaten hepsini Marx bize anlattı.
Aynı şekilde, Lévi-Strauss’un adı da bu iki kitabın iki sayfasında anılır. Bunlar da önemli şeyler değildir zaten. Ve Althusser çok ciddi bir özeleştiri yapma havasıyla, “Evet, doğru, ‘teorisist sapma’mız oldu. ‘Teorik pratik’ dedik” diye anlatır. Ama, “Yapısalcılık mı? Yoo, hayır, onunla hiç işimiz olmadı,” der. Maazallah, Marksist olmayan bir teoriden herhangi bir etki almış olmak kötüdür. Bu teori Marksizm’e bir hayli yakın olsa, onun eksik bıraktığı bazı şeyleri tamamlıyor olsa da, kötüdür.
Althusser’in tavrı, daha önce yazmıştım sanırım, H.G. Wells’in Zaman Makinası âletinin teori içinde çalışanına binmek gibi bir şeydir. Bu âlete girip geri alacaksın. Örneğin Stalin’in Marksist teoriyi etkilemeye başladığı yerlere gelince sileceklere basacaksın. Döneceksin gerilere, Lenin Kronstadt için emir mi veriyor, sileceksin, Marx Hegel’i ayakları üstüne oturtmaya mı çalışıyor, sileceksin, Marksizm’in hiçbir şeyden etkilenmediği, bozulmadığı ânı bulacaksın –ama, öyle bir an yok ki, çünkü oraya geldiğimiz zaman kendimizi “hümanizm”in içinde buluyoruz.
Marksistler, önlerine “Marksizm” diye paketlenmiş, fiyonklanmış bazı armağanlar konduğunda, “Hayır, bu bana yaramaz” demeyi, bu arada Marksist olmayan bazı yeni şeyleri de “bu bana lâzım olabilir” diyerek almayı becerebilmeli. Zaten yapıyoruz bunları, yapmadan yaşayamayız. Yaptığımızın adını koyma cesaretini gösterelim.
Yorum Yap