- 31.12.2011 00:00
Marksizm bir on dokuzuncu yüzyıl teorisidir. Biz şimdi Marksizm’in “uygulamalı” rejimlerinin çökmüş olduğunu gören “eski” Marksistler olarak –Halil Berktay ve daha birçok arkadaşımız– “ uygulanmamış” bir Marksizm’den hayır kalmış mıdır, kalmamış mıdır, onu tartışıyoruz.
Bence,”bir on dokuzuncu yüzyıl teorisi”nin yirmi birinci yüzyılda –velev ki başında olsun– tartışılıyor olabilmesi, başlı başına, o teori adına bir olumlu puan.
Marx’ın da, Engels’in de, mektupları bana ilginç gelir. Şu nedenle: yayımlayarak dünyaya sundukları düşüncelerinin “yanlış anlaşılma”larını mektuplarında düzeltmeye çalışırlar. İkisi de, ekonomik indirgemeciliğe karşı itirazlarını (“altyapı belirler dedikse o kadar da demedik” feryatları) mektuplarında dile getirirler. Engels, çok önemli bulduğum (bütün eksikliğine rağmen) “paralelkenar” benzetmesini bir mektubunda yazar. Sosyalist-Marksist romanlar, edebî eserler yazdığını düşünen dostlarını gene mektuplarında büyük bir nezaketle “böyle yapmayın” diye uyarırlar. Ama “mektup” insanın daha sere serpe yazdığı bir şey; onun için, bazı kişilik özellikleri de, yazdıkları başka şeylerden çok mektuplarında görülür.
Marx’ı ben, elinde balta, hiç balta girmemiş bir ormanda, kese biçe ilerleyen bir adam gibi gözümün önüne getiririm. Görüşü engelleyen engebeyi, öte beriyi devirmek, ufku açmaktır onun işi. Sabırsızdır, vakti yoktur, yürür gider ormanın içinden.
Engels arkasından gelir. Onun işi farklıdır. Marx’ın açtığı yeri başkalarına göstermek ve onlar için anlaşılır kılmaktır bu mücadelede üstlendiği işlev: Marx’ın açtığı “teorik açıklık” Engels’de “ideoloji”ye dönüşmeye başlamıştır bile. Çünkü “anlaşılır kılmak” hemen hemen her zaman “kategorizasyon” gerektirir. Mao’yu düşünün: şunun üç kuralı, bunun beş ilkesi vb. Genellikle iki elin on parmağını geçmez, bu “sayı”lar.
Bu da, aslında, Marksizm’in kendine seçtiği misyona uygundur. Biçimlendiği süre içinde, Marksizm, son derece “sofistike” bir “teori” idi. Muhatabı ise işçi sınıfıydı –sofistike bir teoriyi anlamak, uygulamak vb. açısından en donanımsız, en fazla handikaplı sınıf! Bu çelişki aşılamadı. Başarısızlığın önemli nedenlerinden biri de budur. “Teori”, “okur-yazar”ların elinde kaldı. Onlar bu teoriyi kendilerine uygun irili ufaklı rötuşlarla benimsediler ve bugünlere böyle geldik. Marx’ın sosyalizmi, Politbüro sosyalizmi oldu.
Marx’ın düşüncesi, sanırım, 19. yüzyılın toplum ve tarih alanında en verimli düşüncesiydi. Ama bu düşünceyi toplumun kalabalık sayıda bir kesimine –“sınıf”ına– anlatmak... Bu kolay bir iş değildi ve bugüne kadar da gerçekleşmedi. Marksizm’in entelektüel düzeyde erişmek istediği kesimler, o entelektüel düzeye gelmek için gerekli çabayı göstermediler. Bu da bir olgu.
Sanırım Engels’in yaptığı iş, yani “teori”yi herkes için anlaşılır ve üzerinden eylem yapılır bir “ideoloji” haline getirme uğraşı, bu “teori”nin kapanmasına dolaylı bir yardımda bulundu. Engels ile Stalin arasında herhangi bir bağlantı kurmak, bana, bir tür hakaret gibi geliyor. Ama, ne diyeyim, Engels’in söylediği birçok şey Stalin’in kendi anlayışını “teorik olarak doğru” göstermesine yardımcı olmuştur. “Felsefî şüphe”yi ortadan kaldıran (ki bunu Stalin’e mal edemeyiz: Lenin daha önce temellerini atmıştı) bir “diyalektik” anlayışıyla, Marksizm, aynı zamanda, hayatın bütününü de açıklayan bir “teori” haline geldi veya getirildi. Böyle bir “teori”nin amacı, evrende ne olmuş ne bitmişse, bize açıklamaktır. Bize her şeyi açıklıyorsa, karşı karşıya geldiğimiz her durumda da bize söyleyeceği bir söz, göstereceği bir yol olmalıdır.
Böylece hayatın “total”ini açıklamak üzere yola çıkan “teori”, “her şey” hakkında “her şey”i söylemek iddiasından ötürü, “totaliter” bir ideoloji olur. Öyle olmasını Marx mı istemiş veya doğrulamıştır? Hayır. Gene de, böyle düşünmenin temelleri “Marksist teori“de vardır. “Bu da nereden çıktı?” diyemeyiz.
Yorum Yap