- 6.02.2015 00:00
Dün, Corbyn’in Labour Party’nin başına geçmesinden söz ediyordum. Bakalım bu olay solun, sosyalizmin tarihine nasıl geçecek, ne gibi izler bırakacak. Dün yazdığım gibi, Corbyn’in kendisinden değilse de bugün Corbyn’i oraya taşıyan enerjiden umudum var.
Corbyn’in en başta gelen özelliklerinden biri olan “eski”lik onun buraya getirilmesinde rol (negatif) oynamamış. Bunun başka anlamları da olmalı.
Ben de bu “eski” adamlardanım artık, yaptıklarımla olmasa da gördüklerimle. Ben on yaşımdayken Stalin öldü. Ama Stalin’in ne olduğu, asıl bundan sonra ortaya çıktı. Ben büyüdüm, Marksist oldum, ama Stalin’i hayatımda nereye koyacağım sorunu sorun oldu.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Stalin öleli altmış küsur yıl oldu; ama onun damgasını taşıyan Sovyet sosyalizminin yıkılışından bu yana da yirmi yılı aşkın bir zaman geçti. Bugün yirmilerini süren gençlerin hayatlarında ya da bilinçlerinde bu daimon’lar uzun boylu bir rol oynamıyorlar, adlarının anılmasını uğursuz yankılar yaratmıyor.
Stalin’in damgasını taşıyan (benim “sosyalizmin tarih öncesi” diye nitelediğim) Sovyet sosyalizmini hatırlayanlar giderek azalıyor. Onların yerine, kapitalizmin rakipsiz egemenliğini bilenler çoğalıyor. Bu egemenliğin küstahlığının, pervasızlığının izlerini taşıyarak yaşayanlar da çoğalıyor.
George Bush diye bir adam geldi, bize şu içinde bulunduğumuz ve içinden çıkamadığımız dünyayı armağan etti ve gitti. Şu an soyadı Bush olan biri daha var. Kapitalizmin beşiği Amerika’da Cumhuriyetçiler “Bush’un hakkı üçtür” der mi, ahali de oyunu verir mi, bilinmez. Olmaz olmaz. O Amerika ki, Goldwater yüzde 30’larda oy almış, “Vietnam’a atom bombası atalım” diyerek.
Ama bütün sorun bu jandarmalıklardan, “emperyal” müdahaleciliklerden, “unilateral” (tek-taraflı) buyurganlıklardan ibaret değil. Bush gibi adamlara (ama onun bir yığın silik kopyası da sözkonusu burada), gelin de, “çevre” sorunu anlatın.
Tabii sorun, “Amerika sorunu” değil; önümüzdeki yıllarda Çin’in Amerika’yı yakaladığını, geçtiğini, “dünya lideri” olduğunu düşünün. Amerika’yı mumla aratacağından şüpheniz olmasın.
Sorun, “rakipsizlik”. Bunun nasıl bir şey olduğunu burada biz de Tayyip Erdoğan’ın “Başkanlık” dayatmasından biliyoruz, anlıyoruz.
Sorun bu da, çözüm, orada şu, burada bu değil bence. Evet, her özgül toplumsal formasyon kendi ayaklarını bastığı yerden başlayarak mücadele eder. Onun için, Paraguay’da mücadele Nijerya’dakinden farklıdır. Ama sonuç olarak “ayrı dünyaların” değil, “aynı dünyanın insanları”yız. Paraguay Satürn’de, Nijerya da Uranus’ta değil. Onun için kapitalizmin bu hegemonyasına karşı, adını “sosyalizm” mi koyacağız, ne koyacaksak, belirli ortak noktaları olan bir değerler ve ilkeler sistemiyle direnecek, mücadele edeceğiz.
Dünya “global”leşiyorsa, çözüm arayışı da global olmalı. Sömürünün globalleşmesine elbette direnilir, ama bunun yolu “globalleşme”ye karşı çıkmak değildir. Marx kurduğu örgütün adını niçin “Enternasyonal” koydu? Mantık, tamamen aynı mantıktır: sermaye uluslararası olmayı başarmışsa emeğin direnişi ulusal kalamaz.
“Emeğin direnişi” derken, emeğin yeniden tanımlanması da önemli şüphesiz. Yüz elli yıl öncesinin “kafa emeği”, “kol emeği” ayrımlarıyla olacak bir şey değil.
Teknolojinin doğaya verdiği zararın durdurulması gitgide keskinleşen bir ihtiyaç. Bu alanda da bir vakitlerin, “reel- sosyalizm”i kapitalizmden aşağı kalmıyordu. İşte, Aral Gölü’nün geldiği yer ortada. Ancak şimdi o rejim yok ve bundan sonra dünyanın bir yerinde sosyalizm uygulanacaksa bu mutlaka çevreciliğin getirdiği bakışı ve bilinci sindirmiş bir sosyalizm olmalı. Böyle olacağının sinyalleri de var zaten bugünün dünyasında.
Kapitalizm ya da ekonomideki ve siyasetteki kapitalist hegemonyanın kadroları yetersizliklerini rakipsiz bir ortamda sergilerken, sol, inandırıcı bir alternatif olarak sağlam bir şekilde ortaya çıkmış değil. Bunun başlıca nedeni, bence, solun neye “hayır” diyeceğini bilmesine rağmen, toplumlara bir hayat biçimi önerememesinde. Bu onu kapitalizmin kurduğu ve yürüttüğü bir düzende, kapitalizmin bir nedenle yorgunluk duyduğu dönemlerde “yedek lastik” gibi iş gören bir varlık haline getiriyor. İşin kötüsü, solun kendisi de bu rolü ve böyle bir varoluş biçimini kabul etmiş gibi görünüyor.
Bunun çaresi herhalde birinin bir “gelecek teorisi” yapıp dünyaya sunması değil; insanların kendi geleceklerini kendi elleriyle kurmalarının kurumlarının, araçlarının ve pratiklerinin oluşmaya başlamasıdır.
Yorum Yap