- 10.05.2014 00:00
Bu yılın “1 Mayıs”ı da, yarattığı irili ufaklı gerilimleriyle, geldi geçti. Belki şimdi “ne oldu” sorusuna daha serinkanlı bir tutumla cevap aranabilir.
Başbakan Erdoğan’ın bu olay karşısında takındığı tavır, onaylanabilir bir tavır değildi. Ama Başbakan bu yeni politikasını uygulamaya koyma kararını verdiğinden beri, son derece tutarlı. Burada böyle davranacağını tahmin etmek için uzun boylu “feraset” gerekmiyordu. Beklendiği gibi de davrandı. Hemen ardından yazdığım gibi “Taksim” adının telaffuz edilmesi Başbakan’da yalnız ona özgü bazı tepkiler yaratıyor olmalı.
Ben şu aradan sonra sendikaların Taksim ısrarı üstünde biraz durmak istiyorum. Hükümetin, yasaları kendine göre eğip bükerek, ayrıca kırk bin polisi seferber ederek, güzergâhları kapatarak Taksim’i yasaklama siyasetinin ne kadar yanlış, komik, keyfî bir davranış olduğunu kanıtlamak, topluma göstermek isteyebilirsiniz. Bunun yapılması zaten gerekiyor. Ama bunu yapmanın yolu gidip Taksim’in kapısında “hır çıkarmak” değil.
Alınan bütün tedbirlere rağmen, engelleri aşarak kutlamayı Taksim’de yapmaya da karar verebilirsiniz. “Böyle davranan bir hükümete karşı biz de böyle yaparız,” diyebilirsiniz. Buna ben şahsen itiraz etmem. Ama böyle bir karar veriyorsanız, bunu gerçekleştirecek bir gücünüz olmalı. Böyle bir güç var mıydı? Yoktu. Olmadığını en iyi bilmesi gereken kim? Elbette sendikacılar. Öyleyse?..
Hep biliyoruz ki, Türkiye’de bu gibi durumlarda fiziksel çatışmaya girmeye hazır belirli gruplar var. Bunları, bir genellemeyle, “ulusalcı kamp” içinde toplayabilirsiniz. Yalnızca “çatışmayahazır” değil, istekli. Bunu bir “siyasî strateji” gibi görüyorlar (bu da üzerine ayrıca yazmayı davet eden bir konu). 1 Mayıs gibi bir olayda bu grupların “vaka mahalli”nde olacağı belli. Başbakan kendi davranışlarında ne kadar tutarlıysa, dolayısıyla ne zaman ne yapacağı kestirilebilirse, aynı şeyler bu gruplar için de söylenebilir.
Nitekim öyle oldu. Ortada kalabalıklar olmadığı için kavga da büyümedi --ama kavga çıktı.
Hükümetin haksızlığını sergilemekten söz ettim yukarıda. Bu gibi olaylar hükümetin haksızlığını değil, haklılığını göstermeye yarıyor. Türkiye’de “sağ”, yıllardır, bu gibi olayları çoğunluğun gözünde itibarsızlaştırmayı başardı. Adına “Komünizm” mi diyeceksin, “anarşizm” mi, başka bir şey mi, orası çok önemli değil; “düzeni bozmak, huzuru kaçırmak” isteyen birileri var, her fırsatta bunu yapıyorlar.
Türkiye sağı aslında yalan olan bu yanlışı yaymayı başardı. Bununla mücadelenin yolu da daha fazla kavga, çatışma çıkarmak değil. O kavgaları çıkardıkça bu yanlış inancın daha fazla kökleşmesine yol açıyorsunuz. Şu son 1 Mayıs’ta dahi, o kavgalar, bir kesimin “hükümetin bildiği var ki yasaklıyor. Bak işte gene hır çıkardılar,” diye sonuçlar çıkarmasına yetiyor. Sağ hükümetler 1 Mayıs’ları yasaklar gününe çevirdikçe, bunun “kabahat”i de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerin sırtında kalıyor.
Bütün bu ayrıntıları herkesten önce sendikaların düşünmesi gerektiği kanısındayım. “kör değneğini bellemiş” deyimine uygun biçimde, “1 Mayıs geliyor. Haydi Taksim’e” diyecek yerde, biraz “hayal gücü” çalıştırıp (Ferhat Boratav da mı söylemişti bunu?) değişik bir şey yapmak ve sonuç almak gerekiyor.
Sözün kısası, “siyaset yapmak” gerekiyor.
Bu “siyaset”, ben kendimi bildim bileli, Türkiye’de yapılmadı.
Yorum Yap