- 18.06.2011 00:00
Bizim memlekette, varolan siyasi parti veya çizgilerin hangi ikisi yan yana gelse, bunu bir “büyük barışma” olarak görebiliriz. CHP’yi düşünün: adını pek de fazla değiştirmeden (SHP günleri dışında) bugünlere gelmiş, en eski parti. Başlıca rakibi Demokrat Parti ve sonra onu izleyenler (AP, biraz tartışmalı biçimde ANAP, derken DYP vb.).
1973 seçiminden sonra Ecevit’in başında olduğu CHP, Erbakan’ın başında olduğu MSP ise koalisyon kurmuştu. O yıllarda memlekette şimdi tanıdığımızdan çok farklı bir Mümtaz Soysal vardı. O bunu, “tarihî” bir “yanılgı”yı düzeltecek “tarihî fırsat” olarak değerlendirmişti.
Ama o koalisyon uzun ömürlü olamadı. Af oylamasında Demirel MSP’yi böldü, yarısının karşı oy vermesini sağladı. Buna rağmen Ecevit koalisyonu bozmadı; ama Kıbrıs çıkarmasından sonra, “tek başına iktidar” umudu belirince bozdu.
Biz birtakım kavramların önüne “tarihî” sıfatını koymaktan hoşlanırız, çünkü tarihimiz iyice kavgalı gürültülüdür. Kavganın, gürültünün epeyce kısmı da adını andığımız bu partilerin hanesine yazılıdır. Onun için ikisi barışır gibi olsa sevinir ve hemen “tarihî barışma” gibi adlar bularak olayı kutlarız. Ne var ki, o “barışma”yı mümkün kılan koşullar genellikle kısa vadelidir, geçicidir; dolayısıyla barışma uzun sürmez; sürmemesi, kavganın da eskisini aratır derecede kızışmasına yol açar. CHP-AP ya da CHP-DYP koalisyonları oldu. Oldu da ne oldu? CHP-MSP koalisyonu da oldu. Bozulduktan sonra MSP “Milliyetçi Cephe” koalisyonlarına girdi. Hele şu son yirmi yıllık sürede “İslâmlık-laiklik” kutuplaşmasının aldığı biçimlere bakın.
Bütün bu uzun girizgâhtan sonra, dünkü yazıda lafı bıraktığım noktaya dönüyorum. Bu toplumun, bu memleketin, Cumhuriyet’in kurulmasından bugüne durmadan karşılaştığı, ama bir türlü de çözemediği sorunlardan biri adını “ Kürt sorunu” diye telaffuz ettiğimiz olaydır. Dolayısıyla bunun da önüne kaç tane “tarihî” sıfatı eklesek olur, kaldırır. Son seçimden net bir başarı görüntüsü vererek çıkan iki parti AKP ve BDP. Ama tabii öyle “çıkan” –seçime “girme” koşulları çok farklı, niçin “Kürt sorunu” dediğimizi açıkça gösteren koşullar.
Bence tarihin mantığı, bu iki partinin birlikte iş yapmanın, önemli değişimler gerçekleştirmekte birlikte davranmanın yollarını ve biçimlerini bulmalarını, keşfedemezlerse icat etmelerini gerektiriyor. “Bu iki parti” demek, özel bir anlam taşıyor. A Partisi ile B Partisi’nin koalisyon hükümeti kurması gibi bir şey değil bu. Dünkü yazıda da söylemiştim: geçmişte olamamış (isterseniz “ıskalanmış” diyelim) bir şeyi bugün oldurmanın yolunu açacak bir “buluşma” sözkonusu. Bunun somut vesilesi de anayasa. Yani bir “toplumsal sözleşme”... Böyle bir metnin hazırlanması ve yazılması... Bundan âlâ bir “simgesel” durum bulunamaz.
“Anayasa”dan beklenen 1982 Anayasası gibi topluma geleceği kapatan değil, geleceği açan bir “düsturname” olması. Geleceği “yapan” da değil, sadece açan. Gene 1982 Anayasası gibi “Senin için gelecek aşağıda tarif edilmiştir; bunun bir santim dışına çıkman yasaklanmıştır” diyen bir metinden söz etmiyoruz.
Bugünkü siyasi yelpazeye baktığımızda, MHP’nin, ama özellikle de CHP’nin, bu toplumun artık azat olmak istediği geçmişten uzaklaşmaya niyeti olmadığı görülüyor. CHP bazı belirsiz ya da çelişik jestler yapıyor, yaptı, ama bunun nereye varacağı, hangi yönde gelişeceği konusunda tahminde bulunmak çok güç. Bunlara bakarak ve bunlara dayanarak, AKP ile BDP’nin önünde, evet, o alışılmış kalıplara uyarak söyleyelim, “tarihî fırsat” olduğunu iddia ediyorum.
Ama bir şeyin “olma”sı başka, “değerlendirilme”si başka. Bu yazıda değindiğim örneklerin hepsi birer “değerlendirme başarısızlığı”nın hikâyesi. Ama onlar “başarısızlık hikâyesi” olduğu için Türkiye bugün de hâlâ burada; çözülmemiş yığınla sorunuyla, burada.
Yorum Yap