- 15.09.2013 00:00
AKP, 2002’de kazandığı ve hükümet kurduğu ilk seçimden aşağı yukarı 2010’a kadar başarılı bir grafik çizdi. Bu yılların önemli bir kısmı Türkiye’nin geleneksel “askerî vesayet” sistemine karşı verilen mücadeleyle geçti. AKP ağır bir baskı altında olmasına rağmen taviz vermeden bu mücadeleyi kazandı. Tabii bunda değişen dünya konjonktürünün, askerî darbelere verilen desteğin kesilmesinin de önemli bir payı vardı.
2010’dan bu yana AKP’nin öncelikle Başbakan Erdoğan’ın dili de, tavırları da değişmeye başladı. Gezi eylemleri öncelikle buna karşı bir tepkiyi ama Erdoğan’ın bu tepkiye tepkisi, bir tür “inatlaşma” biçimini aldı. Hâlen de böyle devam ediyor.
Bu yalnız iç politikada değil, dış politika alanında da böyle. Özellikle Ortadoğu politikasında uğradığımız yalnızlaşma, sık sık değinilen bir konu oldu.
Bu konuda Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin yaptığı bir tesbite ve vurgulamaya dikkat çekmek istiyorum. Bu yazının başlığı, “Rol Modeli ve Bölgesel Güç” o tesbite dayanıyor.
Diyor ki YSGP, şu dönemde Türkiye Ortadoğu’da bir “rol modeli” olmaya başlamıştı. Ne demek bu? Demokrasi için mücadele ve bu yolda deneyim kazanma Türkiye siyasetinde bilinmedik şeyler değil. Kendimizi Batı’yla kıyasladığımızda durum pek parlak görünmemekle birlikte, Ortadoğu bağlamında bakınca manzara değişiyor. Üstelik 2002’den beri “İslâmcı” diye tanımlanan bir siyasî parti seçilerek iktidara gelmiş ve demokrasinin temel kurallarını zedelemeden, ülkeyi bayağı başarılı bir biçimde yönetebiliyor. Demek ki demokratik değerleri içselleştiren İslâmcı partiler mümkün; demek ki, Ortadoğu’nun Müslüman toplumları içinden böyle bir oluşum çıkması mümkün.
O halde, Türkiye, Ortadoğu ülkelerine bir “rol modeli” olarak gösterilebilir.
Ve gösterildi. Ama Ortadoğu’da yaşayan insanlar da zaten bunu görmeye başlamışlardı. Bir yanda Krallık, Emirlik, öbür yanda Baas diktatörlüğü... Ama, demek böyle de olunabiliyor. Hem de, AB üyeliğine aday bir Müslüman ülke mümkün oluyor.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, koyduğu “teşhis”te, Türkiye’nin bu konumunu “sindirmek”te çok başarılı olamadığını ima ediyor, sanırım. “Ben öyle ‘rol modeli’ falan gibi ufak tefek işlerle uğraşamam! Ben ‘bölgesel güç’ gibi davranırım!”
“One minute!” episodunun Müslüman dünyada yarattığı olumlu havayla birlikte biz de bu havaya girdik. Muhafazakâr kesimin kendini hiç kurtaramadığı Osmanlı geçmişi ve imparatorluk büyüklenmelerinin de bunda önemli payı olduğu belli.
Bu da iyi bir şey değil.
Ortadoğu’da “Osmanlı İmparatorluğu varken bundan daha iyi bir konumdaydık” diye düşünen ve böyle konuşan bireyler vardır; birkaçıyla ben de tanıştım. Ama onlar bireydir ve bu söylemle toplumlarına “tercüman” olmazlar. “Big Brother” dünyanın hiçbir yerinde sevilen bir nesne değildir. Türkçüler gidip Türkmenistan’da ya da İslâmcılar gidip Tunus’ta, “Biz sizin ağabeyiniziz,” diye konuşmaya başladıklarında, oraların halklarına pek olumlu bir imge sunmuş olmuyorlar. Dostu, müttefiki olsun, herkes ister. Ama herkes “âmir” edinmek istemez.
Batı dünyası da “bölgesel güç” değil, kendisiyle birlikte kafa yoracak, çözüm üretecek, sorunları kolaylaştıracak bir müttefik arar. Batı dünyasının Ortadoğu sorunları karşısında benimsediği tavırları onaylamayabilirsiniz. Eleştirinizi de söyleyin. Ama herkesi dirsekleyip iteleyip “ benim dediğim olacak” diye ortalığa fırladığınızda, bir sonraki sahne yalnızlıktır. Başbakan’ın bütün dünyayı kendi kafasına göre düzeltme azminin getireceği şey, sonunda, izolasyondur.
Tevazu, iyi bir erdemdir.
Yorum Yap