- 3.01.2012 00:00
Uludere'de yanlış istihbarat sonucu gerçekleşen operasyonda 35 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu olayın sonrasında ortaya çıkan manzarayı madde madde analiz ettiğimizde; neredeyse Kürt sorununda yapılması gerekenler ortaya çıkmış oluyor.
Uludere'deki felaketin ardından yaşananların hiç şüphesiz kaybedenleri vardır. İlk kaybeden devlet olmuştur. Sadece yanlış istihbarat ile değil, olayın hemen sonrasında bölgede varlığını hissettirmeyerek; PKK'lı olmadıkları halde ölenlerin PKK bayrakları ile defnedilmesine engel olamadığı için kaybetmiştir. PKK bu olayla hak etmediği bir prestij elde etmiştir. Eğer bölgede insanlar bir-iki gün içinde neredeyse devlet-karşıtı bir siyasetin parçası oldularsa bu devletin suçudur.
Devletle birlikte AK Parti de kaybetmiştir. Demokratik açılımı son dönemde sadece güvenlik bürokrasisine havale ederek; insani olan her şeyi devreden çıkararak kaybetmiştir. Oysa son 30 yıllık terörle mücadele tarihi göstermiştir ki, insanı, toplumu merkez alamayan hiç bir çözüm arayışı, projenin başarı şansı olmamıştır. Son dönemde terörle mücadele konusunda belki daha önce yapılmayan pek çok şey yapılıyor olabilir. Ama içinde "insan" yoksa, bu başarılar konjonktürel kalmaya mahkumdur. Bunun için hızla insan ve toplum odaklı demokratik adımlar atılmalıdır. İlk adım da Kürtçe eğitim-öğretim alanında atılması konusunda genel mutabakat vardır.
AK Parti'nin bu konudaki en büyük şansı ise "şimdilik" inisiyatifin hâlâ kendisinde olmasıdır. Uludere'de yaşananlar konusunda AK Parti'nin sorumluları ortaya çıkarması ve dileyeceği özür, yaraların sarılmasına büyük katkı sağlayacaktır.
Yaşananların bir kaybedeni de BDP'dir. Olayın sorumlusunun devlet, ölenlerin ise Kürt olmasının yarattığı durumu BDP, açık biçimde istismar emiştir. Bölgede PKK'nın gövde gösterisine izin vermiş, taziyeye gelen kaymakamın "Ben Kürdüm" çığlıklarına rağmen linç edilme girişimini provake etmiştir. Kürtleri demokratik tepki vermeye çağırırken, demokratik tepkiden çok "kalkışma" çağrısı yapmıştır. İnsanı ve insani olanı siyaset karşısında bu kadar ucuzlatan bir yapı ne kadar siyasi olabilir? İnsan sormadan edemiyor; Silvan'da, Çukurca'da, Tunceli'de, Siirt'te askerler, polis, siviller ölürken neredeydi bu BDP? BDP bu tavrıyla acının ortaklaşmasına da engel olmuştur.
Son olarak, Uludere üzerinden siyaset dizaynı arayışı içinde olanları da unutmamak lazım. Şike yasasında olduğu gibi, Uludere'den sonra da MİT üzerinden AK Parti ve Erdoğan hedef alındı. Öyle gözüküyor ki, hükümetin her tökezlemesinde bu cenahtan aynı tepkileri göreceğiz.
Kaybedenleri çoğaltmak, altına kazananlardan oluşan başka bir liste yapmak mümkün. Ama anlamlı değil. Soru, bu aşamadan sonra çözümün aktörlerinin kim olacağında. Bu aşamada çözümün en güçlü aktörleri, demokrat Kürtler ve Başbakan Erdoğan'dır.
Elimizden geldiği, kalemimizin döndüğü ölçüde hem devlet hem hükümeti kısaca siyaset üzerindeki her türlü vesayeti eleştirdik, eleştirmeye devam ediyoruz. Hilal Kaplan çok önemli bir yazı yazdı ve "özür diledi". Bu özür, insani olarak çok anlamlı ancak siyasi olarak "romantik"tir.
Kürt sorununda giderek ciddi bir yol ayrımına yaklaştığımız süreçte "romantizm"den çok "siyasete", "siyasi akla", o aklı devreye sokacak "kamusal bir harekete" ihtiyacımız var.
Demokrat Türkler gibi artık demokrat Kürtlerin de sesleri daha çok çıkmalı.
Uludere'de meydana gelen felaket eğer Kürtleri devlete ve Türkiye'ye küstürecekse söyleyecek söz yok. Yok değilse, artık daha yüksek sesle konuşması gereken demokrat Kürtlerdir. Bize düşen de, onların seslerini kamuoyuna daha yüksek sesle ulaşmasını sağlamaktır.
Çünkü Uludere'de meydana gelen olay, ne Türkiye'nin ne Türklerin ne de AK Parti'nin Kürtlere ve Kürt sorununa bakışını değiştirmiştir. Türkiye'nin ve Türklerin büyük kısmı gibi AK Parti de bu sorunun çözülmesini istemektedir. Ancak Uludere'de meydana gelen olay, BDP ve Kandil'e güç vermiş ve güven tazelemesi yol açmış görünmektedir. Karayılan'ın açıklamaları bunun işaretidir.
Bu talihsiz olay demokrat Kürtleri küstürmemelidir. Barış için daha çok talepte bulunmalı ve şiddete ve örgüte daha açık mesafe almalıdırlar. Onlar sustukça onların yerine sadece Kandil konuşuyor. Kandil konuştukça, demokrat Kürtlerin sesi kısılıyor.
Bu süreçte önemli diğer aktör ise Başbakan Erdoğan'dır, Erdoğan hâlâ sadece Kürt sorununun çözümü için değil demokratikleşme için de Türkiye'nin en büyük şansıdır. Bu şans, onun hâlâ "devletli" olmayan "Kasımpaşalı" ruhudur. Erdoğan bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da kimsenin beklemediği anda yeni adımlar atablir.
Erdoğan'ın bunu yapmasının önündeki tek engel çevresini saran "yeni bürokratik elitler"dır. Onların da "Kasımpaşa" ruhunun önünde durmaları zor.
Yorum Yap