- 1.02.2016 00:00
Dün medyada en çok paylaşılan haberlerden birisi, son bir yıl içinde gerçekleşen terör saldırıları ve bu saldırılarda ölen ve yaralananların sayısıydı. Sayılar arasında farklılıklar olsa da t24’den Rabia Çetin’in haberine göre; son 1 yıl içerisinde 17 kez canlı bomba ve bombalı araçla saldırı düzenlenmiş. Bu saldırılarda polis, asker ve sivil olmak üzere toplam 298 kişi hayatını kaybederken bine yakın da yaralı varmış.
Bu saldırıların bazılarını IŞİD, bazılarını PKK, bazılarını da TAK (Teyrêbazên Azadiya Kurdistan) üstlendi.
Bu haberlerin bir parçası da; bu saldırılara rağmen yapılan; “güvenlik zafiyeti yok” açıklamaları ve bunun doğal sonucu olarak da hiçbir istifanın olmamasıydı.
Ankara Kızılay’da PKK tarafından gerçekleştirilen saldırı sonrası iktidara yakın isimler tarafından yapılan “terörle yaşamaya alışmamız lazım” açıklamasının sıradan söylenmiş bir söz değil, muhtemelen bazı “bilgilere” dayanılarak söylendiğini anlıyoruz.
Ülkenin Batısı’nda terör saldırıları, Doğusu’nda PKK ile süren çatışmalar “terör” ve “şiddet”i gündelik hayatımızın parçası haline getirdi. Bunlar hayatımızın parçası olduğu ölçüde de kanıksayıp, sıradanlaştırdık.
Bu Türkiye için çok kötü. Çünkü terör ve şiddetin kanıksanıp, sıradanlaşması toplumsal tepki refleksimizi de düşürmekte ve yok etmektedir.
Terörle yaşam kader olmaz
Son saldırıyla ilgili henüz bir açıklama yok ama daha önceki, Ankara Garı, Sultanahmet, Ankara Merasim Sokak, Ankara Kızılay ve İstanbul İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen terör eylemlerinin faillerinin emniyet ve istihbarat tarafından ya takip edildiklerini ya şüpheli olarak arandıklarını öğrendik.
Buna rağmen bu eylemler önlenemedi.
Neden?
Bunun basit bir cevabı var; bu eylemleri, önlemesi gereken emniyet ve istihbaratta yaşanan zaaftır, önceliklerdir, tercihlerdir.
Belli ki her iki kurumun önceliği terörü önlemek değil.
Onların önceliği toplum değil, iktidarı korumak için iktidarın “öteki”, “hain” ilan ettikleri.
Tüm yaşadıklarımız, bu kurumların, toplumu ve devleti korumaktan çok iktidar sahiplerinin korumaya öncelik vermesinin sonuçlarıdır.
Nedir bu kurumların öncelikleri? Erdoğan/AKP iktidar blokunun, “öteki”, “hain” ve “düşman” ilan ettiklerini fişleme ve gözaltına alma, tutuklama. Önceliği bu olan kurumlardan terörü önlemelerini beklemek sanırım haksızlık olur.
Onun için bu kadar zaafa rağmen, tek bir kişi çıkıp “istifa” etmedi. Çünkü istifaya, “erdemli bir davranış” değil, “surda açılacak gedik”olarak bakıyorlar.
1 Kasım stratejisi ile başkanlık
Şunu da ifade edelim ki, terör ve şiddetin gündelik hayatın parçası olması iradi bir stratejinin parçasıdır. 1 Kasım 2015 seçimlerinde denenip, başarılı olduğu için sahip çıkılıyor.
Terör ve şiddetin gündelik hayatımızın parçası olması; emniyet ve MİT’in bu kadar işlevsiz kalması da bu stratejiye hizmet etmektedir.
Bu akıl, IŞİD ve PKK terör eylemlerinin ülke içinde yarattığı güvenlik endişesini bu kez de Başkanlık için oya dönüştürmeyi hedeflemektedir. İktidara yakın medya tarafından atılan “ya başkanlık ya kaos” ya da “ya istikrar ya kaos” manşetleri bu anlayışın bir sonucudur.
Burada sorumluluk ise hem siyasete hem de topluma düşmektedir.
Siyaset ve toplum, iktidarın hem yangın çıkarıp hem de bu yangını söndürmek için seçime gitmesine bir tepki vermiyorsa daha büyük felaketleri yaşaması da kaçınılmazdır. Çünkü iktidar kendini korumak için her zaman daha çok şiddete belki de savaşa ihtiyaç duyacaktır.
Bunun için terör ve şiddet karşısında, siyaset ve toplum el ele vermelidir. Siyaseti Meclis’le sınırlı tutmayan bir siyasallaşmanın kamusallaşması gerekmektedir. Siyasetin mücadele alanı değişmeli ve çoğalmalıdır.
Yorum Yap