- 12.06.2016 00:00
Önce bir siyasi tespit ile başlayalım.
Dünyada var olan her Devlet “özünde” otoriterdir. Amerika da, Hindistan da, Almanya da, Japonya da böyledir. Çünkü devletler, ulus-devlet dünyasında “ulusal çıkarları” korumak için gerektiğinde vatandaşından “sır” saklamayı varlıklarının temel referanslarından biri olarak görürler. Bu otoriter öze göre, güçlü devlet olmanın koşulu budur.
Çok kategorik olsa da Doğu ile Batı’yı birbirinden ayıran en temel özelliklerden birisi, devlet-toplum arasındaki güç dağılımındadır.
Doğu toplumlarında devlet, ne kadar güçlü ise göreli olarak Batı devletlerinde toplum o kadar güçlüdür.
Batı’da toplumların gücü, devletlerinin özündeki otoriterliği yok etmemekte sadece denetleyebildikleri ölçüde azaltmaktadır.
Bunu sağlayan ise, sivil toplumun ve onların temsilcisi olan siyasetin devleti denetim gücüdür. Bu yüzden Batı’da sivil toplum ve siyaset daha güçlü ve köklüdür.
Sivil toplum ne kadar güçlü ve kamusal alanda etkiliyse devletin denetlenmesi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği o kadar mümkün olmaktadır. Bu denetim, devletin demokratikleşmesine yol açmaktadır.
Türkiye, coğrafi olarak Batı ile Doğu’nun birleştiği yerde olsa da çoğunlukla zihinsel olarak Doğulu oldu. Devlet-toplum ilişkisi hep devlet lehine oldu. Devlet istisnai dönemler dışında otoriter oldu.
İktidar olan en demokratik iktidarı bile denetimine aldı, kendine benzetti.
AKP iktidarının son dönemi tam olarak bu eklemlenmenin tarihidir. Yani AKP’nin devletleşmesi, devletin AKP üzerinden operasyonel olarak etkili olması, onu denetim altına alması tarihidir.
AKP’nin kültürel kimlik olarak İslamcı, muhafazakâr olmasının devlet açısından bir önemli yoktur. Sonuç olarak devlet bir formdur ve onun için önemli olan toplum üzerindeki denetim gücüdür. Bu denetimi, hangi araçla sağladığı ikincildir.
Bu açıdan AKP, iktidar olsa da, toplumu yöneten esas güç devletin kendisidir.
Devlet, Erdoğan/AKP iktidar bloku ile toplum üzerinde tam bir denetim sağlama, toplumu cendere altına almak istemektedir.
Bunun için Türkiye’nin demokratikleşme hedefi, Erdoğan/AKP iktidar bloku üzerinden devletin denetlenmesidir.
Devlet/Erdoğan/AKP iktidar blokunun, siyaseti devre dışı bıraktığı, sivil toplumu, medyayı, düşünce ve ifade özgürlüğünü bu kadar ağır baskı altın aldığı durumda, “sivil itaatsizlik” siyasal araç olarak, sokak ve meydanlar da toplumsal muhalefetin en önemli siyasallaşma aracı olarak ortaya çıkmaktadır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Meclis’te ifade ettiği, “Sokakta, meydanda sonuna kadar direneceğiz.” mealindeki ifadeleri bu bağlamda önem kazanmaktadır. CHP’nin bu açıdan “devlet”e mesafe alması önemlidir.
Devlet/Erdoğan/AKP iktidar blokuna karşı sadece CHP’lilerin değil bu blokun mağdur ettiği tüm toplumsal kesimlerin demokratik bir devlet hedefiyle siyaseten ortaklaşması kaçınılmazdır.
Bunun en önemli aracı siyaset, siyasetin işlevsizleştirildiği durumda da sivil itaatsizlik eylemleridir.
Sivil itaatsizlik çünkü…
Bu kavramı 1848’de Henry David Thoreau; “Yönetim siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylem.” olarak tanımlamıştır.
Bu haliyle sivil itaatsizlik eylemi;
-yasaya aykırı,
-ama şiddet içermeyen,
-toplumsal duyarlılık yaratacak biçimde kamuya açık, sonuçları hesaplanabilir ve en önemlisi de
buna katılanların;
-eylemin hukuki ve siyasal sonuçlarına katlanılmayı göze almasına dayanır.
Son dönemde ortaya çıkan onca anayasal ihlale, hukuksuzluğa rağmen devletin hiçbir kurumu görevini yapmıyor.
En basit biçimde Cumhurbaşkanı seçilmek için gerek şart olan üniversite lisans diplomasının olup olmadığının bu kadar tartışılıp gerçek ortaya çıkarılamıyorsa; muhalefetin ve toplumun başka siyasal araçlar kullanması kaçınılmazdır.
Sivil itaatsizlik bu araçlardan sadece biridir.
m.aksoy@yenihayatgazetesi.com
Yorum Yap