- 25.10.2011 00:00
Bundan 11 yıl önce gerçekleşen 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi bir çok açıdan otoriter devletin iflası oldu. Deprem bölgesine üç gün sonra varabilen devlet, bu iflasın resmidir.
1999 Gölcük depreminde devlet iflas ederken sivil toplum siyasal bir güç olarak kamusal alanımıza girdi. Depremden hemen sonra bölgeye giden, ilk arama-kurtarma faaliyetini gerçekleştiren, yardımları organize eden, toplayan, dağıtan sivil toplum kuruluşları devlet gelene kadar devletin yapması gerekeni gönüllü olarak yaptılar.
1999 Gölcük depremi Türkiye'de devlet-toplum arasındaki fayın ne kadar açık olduğunu gösterdi. Depreme üç gün sonra müdahale edebilen devlet, kamuoyu tarafındansorgulanmaya başladı. O günlerde devletin yapması gerekenleri 1990'ların başından itibaren kamusal alanda görünür olmaya başlayan sivil toplum kuruluşları yaptı. Bu yönü ile 1999Gölcük depremi Türkiye'deki demokratikleşme sürecinin hızlanmasında özel bir yere sahiptir.
1999 Gölcük depremi sonrasında bir çok haklı tespit yapıldı. "Bu depremin olacağını söylemiştik", "suçlu müteahhitlerdir, malzemeden çaldılar", "kamu da, belediyelerde suçlu","denetim yok, kaçak çok" gibi pek çok tespit. Ancak bunların hiç biri mevcut durumu açıklamaya yetmiyor, tam tersine tüm bu tespitler mevcut durumu meşrulaştırıyor. Çünkü sayılan bu tespitlerin her biri birer sonuç. Ve "sonuç"lardan hareketle "neden"leri ortadan kaldırmak mümkün değil.
Devletin kendini kurduğu, anlam dünyası içinde, sayılan tüm tesipitler birer meşruiyet aracıdır. Toplumu yönetebilmenin diyeti, rüşvet, yolsuzluk, rant olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal katma değerin devletin ideolojik olarak ayakta durması uğruna, popülistçe kullanılması, yaşadığımız bu ve bunun gibi bir çok felakete davetiye çıkarmıştır. Çünkü amacın toplumsal meşruiyet yerine devletin mevcut yapısının korunup, idame edilmesi olarak öncelenmesi, yaşananları normalleştirmektedir. Bu "devlet" ancak kendini korumak üzere organize olmuştur. Bu devletin toplumu korumak gibi bir derdi olmamıştır.
İşte 1999 Gölcük depreminde bu devlet iflas etmiştir. 1999 sonunda Türkiye'nin Avrupa Birliği aday üyesi olması Türkiye'de yeni bir dönemi başlatmıştır. Önce deprem sonra Türkiye'nin AB aday üyeliği esas olarak siyasette büyük bir kırılma yaratmıştır. Bunun sonuçlarından birisi Refah Partisi'nden sonra kurulan Fazilet Partisi'nde yaşanmış ve 14 Mayıs 2000'de yapılan seçimde bugün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül Genel Başkan Adayı olmuştur. Fazilet Partisi'ndeki "yenilikçi kanat" partinin, Anayasa Mahkemesitarafından kapatılmasından sonra AK Parti'yi kurmuş ve 3 Kasım 2002'de tek başına iktidar olmuştur.
9 Yıllık AK Parti iktidarının demokratikleşme ve sivilleşme yönündeki adımlarının temeli aslında 1999'dan itibaren başlayan bu fikri ayrışmanın sonuçlarından birisidir.
Elbette o dönemde bu süreci destekleyen adımlardan birisi de Abdullah Öcalan'ın çağrısı ilePKK'nın eylemsizlik ilan etmesi ve sınır dışına çekilmesidir. 1 Haziran 2004'e kadar süren bu süreç, genel hatlarıyla Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde ilerleme sağlanmasına yol açmış ama özel olarak Kürt sorunu konusunda beklenen kadar adım atılamamıştır.
Önceki gün Van'da meydana gelen 7.2'lik deprem gerçekten aradan geçen süre içinde afet mücadele konusunda çok fazla adım atamadığımızı göstermiştir.
Ama iki deprem arasında iki önemli fark ortaya çıkmıştır. Bu kez afet sonrası mücadelede hayli mesafe almış bir devlet var karşımızda. Bölgeye anında müdahale eden, yardım ulaştıran, arama-kurtarma faaliyeti başlatan ve bölgeye bir kaç saat içinde ulaşan Bakan/lar ve Başbakan var. Elbette bu iki deprem arasında fark açısından önemlidir. Bu fark sadece depreme hızlı müdahale değil, devlet-toplum ilişkisindeki değişimin de işaretidir.
Van'da meydana gelen deprem çok önemli bir fırsat çıkardı karşımıza. Geçen hafta Hakkari Çukurca'da meydana gelen PKK saldırısı sonrasında yaşanan büyük acının ardından meydana gelen Van depreminin ardından özellikle sosyal medyada başlatılan kampanyalar Kürt sorunun çözülmesi için aslında yepyeni bir fırsat sunuyor. #EvimEvindirVan topic'i ile başlayan ve çoğalan kampanyalar Türkiye'nin Kürdüyle Türküyle, Batısıyla Doğusuyla birbirinden ne kadar ayrılmayacağını göstermiştir. İnsanların acılarının bu kadar ortaklaştığı bir coğrafyada "silahla, şiddetle çözüm arayışı"nın ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyor. Başlatılan kampanyalar, Türkiyeli insanların ortaklaşan acı karşısında nasıl birlik beraberlik içinde olduğunu gösterdi.
Gelin doğal afetin sunduğu bu acıyı bir fırsata çevirelim. Yeniden konuşmak için, çözüm için bir fırsat yaratalım. Kürdüyle Türküyle, Doğulusuyla, Batılıysa bunu talep edelim.
Bu fırsatı yaratmak PKK'nın elinde. Bunun yolu hemen eylemsizlik ilanıdır. Bulunduğumuz noktada çözüm sürecinin ilk koşulu budur.
Karşımızda büyük bir acı var. Depremin yarattığı acıları daha hızlı sarmanın yolu da Kürt sorununun çözümü konusunda daha hızlı adımların atılmasından, demokrasinin derinleşmesinden geçmektedir.
Depremin ortaklaştırdığı acı, umarız çözüm içinde "aklı" devreye sokar.
Yorum Yap