Çatışmayı kim istiyor?

  • 12.08.2011 00:00

Kürt sorununda çözümün giderek çatallaştığı, gerginliğin arttığı bugünlerde, siyaseten bu ortamı yatıştıracak pozisyonda olanların kamuoyuna verdikleri beyanatlar, yaptıkları açıklamalar gerçekten insanın tüylerini ürpertiyor.

BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş'ın geçen gün partisinin Diyarbakır'daki üçüncü grup toplantısından sonra yaptığı açıklamalar bu türden. Demirtaş Türkiye'nin iç savaşın eşiğine geldiğini öne sürüp şunları ifade etti; "Silvan olayı, AK Parti'nin iki yıldır hazırlığını yaptığı politikayı ortaya çıkarmıştır. AK Parti'nin polise yönelik hazırlığını geçen yıldan biliyoruz. '15 bin kişilik özel orduyu niye oluşturuyorsun? diye sorduk.' Madem İmralı ile görüşme yapıyorsunuz, 15 bin kişilik özel orduya ne gerek var?' AK Parti Hükümeti ısrarla stratejik değişikliklere gideceğiz söylemleriyle iç çatışmanın, savaşın psikolojik hazırlığını yapıyor. Savaş senaryoları hayata geçmeden durdurmak zorundayız. Her gün ölüm haberleri geliyorsa bunu durdurmak Başbakan'ın iki dudağı arasındaysa ve bunu yapmıyorsa, nedeni başka yerde aramamalıdır. ... Kürtlerin demokrasi talepleri Türkiye için bir tehdit değildir. Demokratik özerlik Türkiye için tehdit değildir. Bu savaş AK Parti'nin kendi çıkarları için geliştirdiği konsepttir" demiş.

Gerçekten savaş, ölüm, çatışma kelimelerini bu kadar kolay kullanmak siyasi bir sorumlu için bu kadar kolay olmasa gerek.

Peki durum gerçekten Demirtaş'ın ifade ettiği gibi mi? Gerçekten AK Parti, söylediği gibi Kürt sorununu yeniden güvenlik ekseninde mi çözmeyi hedefliyor?

Türkiye'yi iç savaşın eşine getirmek isteyen AK Parti mi yoksa Kandil ve fikri destekçileri mi?

Okuyabildiğimiz ve görebildiğimiz AK Parti Kürt sorununu ne güvenlik ekseninde çözmek istiyor ne de iç savaş. AK Parti'nin sorunu nasıl çözmek istediğini geçtiğimiz günlerde Cengiz Çandar'ın TESEV için hazırladığı raporda görmek mümkün. Raporda hükümetin 'Demokratik Açılım'a karar veriş sürecini sorunu, askeri ve güvenlik eksenli çözümünün mümkün olmaması üzerine başlattığını görüyoruz. Yine AK Parti'nin gerek kuruluş yıllarındaki programında gerekse son hükümet programında görüyoruz. Son hükümet programında AK Parti, Kürt sorununu asimilasyon olmadan çözülmesini, tüm farklılıkların özgürce kendilerini ifade edebileceği gibi özgürlük alanlarının genişlemesini referans alan ve bunun için de yeni özgürlükçü ve sivil anayasanın hayata geçirilmesi hedefi var.

Demirtaş'ın iki yıldır hazırlığının yapıldığını ifade ettiği şey iç savaş hazırlığı değil, şu anda polis olmayan yerlerde jandarma tarafından yerine getirilen 'iç güvenlik hizmeti'nin sivilleştirilmesi. İç güvenliğin sivilleştirilmesi 1990'larda yaşanan JİTEM gerçeğini, 17 bin 500 faili meçhulü, köy boşalmaları yaşamış bölge için Kürtler için iyi bir gelişme. Salt polis sayısının arttırılması, hükümetin sorunu güvenlik eksenli politika ile çözmek istediğini kanıtlamaz.

Demirtaş'ın konuşmasında haklı olduğu bir nokta var; Silvan baskınının milat olduğu. Silvan olayı herkes açısından -BDP, DTK, Öcalan, AK Parti- kabul edilmesi gereken bazı gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Bundan sonraki süreçte, bu gerçekler yokmuş gibi davranılması hata olur.

1. Silvan her şeyden önce bir sonuçtur. Yani silahlı kuvvetlerin kendiliğinden başlattığı bir operasyon değil, tersine PKK'nın kaçırdığı üç kişiyi kurtarmak için başlattığı bir arama-tarama faaliyetidir. Olayla olayla ilgili askerlerin ihmallerine ilişkin ilk defa soruşturma süreci başlatıldığını not etmekte fayda var.

2. Silvan olayı ve demokratik özerklik ilanı, Kürt sorununda geçmişe oranla daha ılımlı havanın estiği, BDP'nın Meclis'e girmesinin an meselesi olduğu, Öcalan ile devlet arasında bazı protokollerin imzalandığı bir dönemde gelmesi en hafif deyimle PKK'nın ve DTK'nın barış sürecini provoke etmesidir.

3. Gerek Silvan olayının gerekse DTK'nın hiç planlı olmadığı halde el çabukluğu ile demokratik özerkliği ilan ettiği günün '14 Temmuz' olması tesadüf olamaz. Bu günün PKK açısından Diyarbakır cezaevi bağlamında sembolik bir anlamı vardır.

Bütün bunlar ortadayken BDP'den Selahattin Demirtaş'ın açıklamaları, artan şiddete kendileri açısından mazeret aramaktan ve kendini kandırmaktan bir şey değildir.

BDP'den gelen bu türden açıklamalar legal Kürt siyaseti bağlamında partinin kendini edilgenleştirip nesneleştirmekten başka bir şey değildir. Yaşan süreçte siyaseten bu kadar işlevsiz kalması, BDP'yi siyasi parti olmaktan hızla uzaklaştırmaktadır. BDP'nin bu tavrını beğenen Kürtler ve Türk aydınları olabilir, hatta onlar bu yönde BDP'yi teşvik de edebilirler ama bu siyasetsizlik ve apolitik tavır, Kürtlere de, Türklere de haksızlıktır.

BDP içinde olduğu bu durumu normalleştirecek bir adım vardır partinin kendini feshederek DTK'nın partileşmesine katkı vermektir. Siyasete sahip çıkmak dışında hiçbir seçenek bu süreçte BDP'yi siyasi parti yapmaz.

BDP ve legal Kürt siyasi hareketinin baştan beri yap/a/madığı şu oldu; velev ki inanmamış dahi olsa sistem içinde AK Parti'ye daha demokratik adımları attıracak bir demokratik muhalefet yapmak. Çünkü siyaset, karşınızdakinin demokratlığından önce kendinizin demokrat olmasını zorunlu kılar. Eğer siz karşınızdakinin demokrat olmadığını düşünerek kendinizi otoriter zihniyete hapsedersiniz karşınızdakinden demokratlık beklemeniz rasyonel olmaz. Meclis'e gelmeyen, siyaseti reddeden bir partinin, demokratik özerklik talebinin, bunun siyaseten tartışalım demesinin rasyoneli olabilir mi?

Olamaz.

Artık şu çok açık. Kandil'de bir grup Öcalan'a rağmen şiddeti arttırmak istiyor. Hedefleri şiddeti yükselterek Öcalan'ın yanında masaya oturmak. Şiddetin artmasını isteyenler Öcalan-devlet görüşmelerinden kendilerine yer açmak ve devleti kendileri ile de konuşmaya zorluyorlar. Tabi bu iyimser okuma.

Kötümser okuma da, bu grubun yıllar süren mücadeleyi bir biçimde nihayetlendirmek için şon şans olarak Arap Baharı'nın sonuçlarını referans almasıdır. Diyarbakır'da, Hakkari'de Tahrir Meydanı hayali kuruyor olabilirler. Bunu düşünenlerin unuttukları bir şey var; Türkiye Tahrir meydanlarına gerek bırakmayacak bir devrim yapıyor yıllardır. Arap Baharı'nın ateşini yıllar önce yakan ülke bir anlamda Türkiye. İkincisi demokratik özerlik ilanında, Diyarbakır'ı, Hakkari'yi Tahrir Meydanı'na çevirmeye umarken destek bekledikleri bu durumda destek bekledikleri Batı'nın şu anda Türkiye'den yana olduğudur.

Peki BDP ve Kürt siyasetinin son dönemde haklı olduğu taraf yok mu? Var, hem de çok önemli. O da KCK Davası'nda yaşanan savunma krizi. Ki bu davada yaşanan yargı sürecinin kendisi sadece BDP'nin Kürtlerin değil hepimizin sorunudur.

Nasıl Kürt siyasi hareketi için sert eleştiri yapıp, yaptıkları açıklamaları inandırıcı bulmuyorsak, KCK Davası'nda Mahkeme'nin Kürtçe savunma üzerine yarattığı kriz de o kadar anakronik ve sakil durmaktadır. Devletin Kürtçe TV açtığı, ailelerin çocukları ile görüşmelerde Kürtçe konuşabilmeleri için düzenleme yapan, bakanların bunlarla övündüğü, seçim propagandası yaptığı bir ülkede insanların Kürtçe savunma yapma yapamıyorlarsa ortada ciddi bir sorun daha var demektir.

O zaman yazının başlığındaki soruya dönebiliriz. Çatışmayı isteyen sadece Kandil ve Kürt siyaseti değil. KCK Davası özelinde yargının da bu yolda ilerlediği açıkça ortaya çıkmaktadır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums