İhsanoğlu bölünmüş Türkiye’yi birleştirmeye aday

  • 11.07.2014 00:00

 10 Ağustos ile 11 Ağustos arasında ya da 24 Ağustos ile 25 Ağustos arasında ne fark var?

Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak. Yüzde 50’yi geçen aday 11 Ağustos’ta cumhurbaşkanı olmuş olacak. Şayet seçim, ikinci tura kalırsa 24 Ağustos’ta yapılacak. İlk turu geçen adaydan yüzde 50’yi geçeni 25 Ağustos’ta cumhurbaşkanı olacak.

Peki 11 Ağustos’un 10 Ağustos’tan ya da 25 Ağustos’un 24 Ağustos’tan cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini açısından bir değişiklik olacak mı?

Şu açık ki, 10 Ağustos’taki anayasa ve yasalar 11 Ağustos’ta da geçerli olacak. Aynı şekilde 24 Ağustos’taki anayasa ve yasalar 25 Ağustos’ta da geçerli olacak. Yani cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen yasalara uyma konusunda mevcut cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yeni seçilecek arasında bir fark olmayacak.

Anayasal değişiklik olmazsa kriz kaçınılmaz

Cumhurbaşkanı seçiminden sonra Meclis’te cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinde anayasal bir değişiklik olmayacaksa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ve bugüne kadar ifade ettiklerini gerçekleştirmesi halinde anayasal krizlere uzak olmadığımız gibi bir gerçek ile karşı karşıyayız demektir.

Başbakan Erdoğan, verdiği mesajlar ile cumhurbaşkanından çok icracı bir başkanı tanımlıyor. Bunun gerçekleşmesi, var olan yasaların zorlanması, demokratik sınırların aşınması anlamına geliyor.

Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini düzenleyen 104. Maddesinde; “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Bu amaçlarla Anayasa'nın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır” diyerek; cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı alanlarındaki görev ve yetkilerini sıralar.

Cumhurbaşkanı görev ve yetkileri

104. Maddenin b fıkrası cumhurbaşkanının yürütme yani icra alanına ilişkin olanlarını şöyle sıralar;

“- Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,

- Başbakanın önerisi üzerine Bakanları atamak ve görevlerine son vermek,

- Gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu'na Başkanlık etmek ya da Bakanlar Kurulu'nu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak,

- Yabancı devletlere Türk Devleti'nin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyeti'ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,

- Uluslararası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,

- Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanlığını temsil etmek,

- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar vermek,

- Genelkurmay Başkanı'nı atamak,

- Milli Güvenlik Kurulu'nu toplantıya çağırmak,

- Milli Güvenlik Kurulu'na Başkanlık etmek,

- Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ya da olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,

- Kararnameleri imzalamak,

- Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmak,

- Devlet Denetleme Kurulu'nun üyelerini ve Başkanını atamak,

- Devlet Denetleme Kurulu'na inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmak,

- Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,

- Üniversite rektörlerini seçmek”

Görüldüğü gibi bu fıkrada yürütmeye ilişkin Başbakan Erdoğan’ın kendisi için tanımladığı hiçbir icracı yetki ve görev yoktur.

Yok eğer varsa, mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konuda çok başarısız olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Dolayısıyla, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görev ve yetkileri konusunda kendisi için biçtiği rol, kaçınılmaz olarak anayasal krizleri vaat ediyor.

İhsanoğlu uzlaşma vaat ediyor

Bu uzun girişi dün Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının resmi tanıtım toplantısını izlerken düşündüm.

Ekmeleddin İhsanoğlu dün yaptığı konuşmayla, gelen sorulara verdiği cevaplarla makul, uzlaştırıcı, kucaklayıcı ve sakin güç olduğunu gösterdi. Bu yönüyle İhsanoğlu, “Türkiye’nin aklı-selimi”ni temsil etmektedir. İhsanoğlu, konuşmasında kişisel hikayesinden çıkarak 28 Şubat’ın da, AK Parti iktidarının da tüm mağdurlarını sahiplendi. “Sıkmabaşa” da Ali İsmail Korkmaz’ı anarak “çapulculara” da sahip çıktı. Çözüm süreci için tarihsel birikimlere referans verip, anadilin ana sütü gibi helal olduğunu söyledi. Çözüm süreci için Meclis’i adres göstermesi de kuşkusuz önemlidir..

İhsanoğlu için ilk günden bu yana, Erdoğan ile kıyaslandığında onun “apolitikliğinin” bir şans olduğunu yazdım. Bu İhsanoğlu’nun siyasal duruşunun apolitik olduğu anlamına gelmiyor. Bu apolitiklik algısı, Erdoğan ile İhsanoğlu kıyaslandığında ortaya çıkan farktır. Bu, İhsanoğlu için bu şanstır. Bu şans, Türkiye’nin içinde olduğu kutuplaşma ve gerilimi düşürme ve makulü bulma açısından önemlidir.

İhsanoğlu’nun, “Cumhurbaşkanı yol yapmaz ama yol gösterir”sözü pek çok şeyi özetler niteliktedir.

Erdoğan ile İhsanoğlu'nun hayali farklı

Ekranlarında İhsanoğlu’nu izleyenler konuşma tonunu, uslübunu iddiasız bulabilirler. Bu kuşkusuz Erdoğan ile kıyaslandığında gerçektir de. Ama burada önemli olan iki adayın, Türkiye’ye ye ve halka ne vaat ettikleridir.

Burada bir kez daha ifade etmek gerekiyor; İhsanoğlu ile Erdoğan birbirinden bambaşka iki aday.

Erdoğan sadece cumhurbaşkanlığına adayı değil ülkeyi neredeyse tek başına yönetmeye adaydır. Yönetirken mevcut yasalara uymayı değil yasaları kendine uydurmayı tercih eden bir lider. Seçildiği takdirde eğer çok radikal bir değişiklik olmazsa Erdoğan’ın kafasında yeni bir birey, toplum, farklılıkların özel alanda bırakıldığı bir Türkiye var. Bunun son yıllardaki siyasal tercihlerinden çıkarmak mümkün.

İhsanoğlu ise Erdoğan’ın temsil ettiğinin tam tersi özelliklere sahip bir aday. Türkiye için makulü ve aklıselimi temsil eden, kutuplaşmayı değil uzlaşmayı hedefleyen kısaca İhsanoğlu zihnen bölünmüş Türkiye’yi birleştirmeye aday.

@murataksoy

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (3)

  • selda
    selda
    27.05.2013 16:25

    ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA SİYASİ SUNNİ İSLAMIN POSTALLARI ALTINDA İNLİYOR! SURİYE VE TÜRKİYEDE YAŞANAN SÜREÇ ÖZGÜRLÜĞE DEĞİL, SUNNİ İSLAMIN HEGEMONYASINA GİDER. Sunnici AKP rejimi, yeşil sosyalizmi savunan Kaddafinin devrilişinde son anda büyük rol oynadı, - Kaddafiye vurucu darbeyi indiren Misrata alanındaki aşiretlere, ağır silahlar ve aşırı dinci militanlar, Suriye örneğinde olduğu gibi Türk ordusunca, yardım gemileri ile sağlandı. Sunni Libyalı aşiretler, AKP desteğinde iktidara geldiler... AKP rejimi baştan beri Mısırda Müslüman kardeşler örgütünü destekledi. Sunnici siyasal İslamcılar Mısırda resmen iktidar oldu. AKP rejimi, Tunusda aynen Mısır gibi siyasal İslamcıları destekleyerek, onların iktidara gelmeleri için gerekli bütün yardımları yaptı. Sunni AKP ırkçıları, Bahreynde Şii muhalafeti bastırmak için ilkel aile diktatörlükleri olan Suudi, Kuveyt, Arap emirlikleri ve Katarın yanında yer aldılar. Türk rejimi Irakda Şiilerre karşı Sunni Arap ve Sunni Kürtleri yanına çekerek orada da Sunniler hegemonyasının restorasyonuna çalışıyor. Suriye alanına dönersek, gerçeklik olan, azınlık topluluklar olarak Kürtler ve Alevilerin Suriye ve Türkiyedeki durumlarının hemen hemen aynı oluşudur. Aleviler, her iki ülkede de azınlıktırlar. Türk ordusunda ki Alevi kökenliler, barışçıl yollan temizlenirken, Suriyede bunun silahla olacağı gerçeği göz ardı edilemez, gerisi benzer bir tablo! Şu anda AKP yi destekleyen geniş Alevi kitleleri kendilerini bekleyen felaketlerin farkında değiller! Baasçılar daha önce Arap ırkçılığı altında insan bile kabul edilmeyen Kürtlere, onları karşılarına almamak için beklenmedik bir şekilde otonomi verdiler. AKP- sivil Asker zinde güçler, bu taktiğin tuttuğunu görünce kendileri de hemen 180 derece çark ederek, 35 yıldan beri en büyük düşman diye ilan ettikleri PKKyi yanlarına aldılar, lider diye lanse ettikleri kişiyi de yeni görevler verdiler. Suriye örneğini kopya etmeye çalışmaları, bu iki ülkedeki durumun benzerlği konusunda yeterli bilgiyi sunuyor. Kemalizm ve onu temsil eden devşirmeci kalıntısı ordu sayesinde kurtulduklarını sanan Alevi kitleler, önümüzdeki dönemde hızlandırılacak siyasal islam proje-planlarının hedefleri olacaklardır. Sahte dedeler ve Alevi örgütlerine verilen sus paylarının sonu görünüyor. Sunni siyasal İslam tekçi olduğu için, Alevilerin varlıkları konusunda endişe duymaları ve Sunnileşen bir orduya da artık güvenememeleri, yeni tercihleri gündeme getirecektir. MEZHEP KAVGALARI ÖZGÜRLÜK DEĞİL, BÖLÜNMEYİ GETİRİR!   AKP rejiminin Suriyedeki mezhep kökenli çatışmalarda yer alması, başka devletleri de kışkırtıp alevleri sağa sola üfürmesi, Türkiye nin geleceğini belirleyecektir. Alevi Sunni çatışması hızla Türkiyeye doğru yol alıyor! Şimdilerde Suriye ve Irakta yeniden alevlenen geleneksel mezhep kavgalarının hiç bir toplum veya millete özgürlük getirmeyeceğini 1400 yıllık geçmişe dayanarak idda etmek yerinde olacaktır. Ali-Ömer-Osman-Ebubekir arasında başgösteren taht kavgalarına dayanan bu hizipleşme 1400 yıldan beri milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Ortadoğuda Hristiyanların mirasına konarak yayılan Müslümanlık, onların bölünüp hizipleşmesini kopyalamakla kalmadı, üstelik bunu en uç noktaya götürerek, çok adi, tamamıyla kriminal bir ortam yarattı. Ali, Osman, Ömer, Bekir ve diğer Arap aşiret liderleri arasındaki rant kavgalarında sağ çıkan olmadı, bunlar birbirlerini öldürmekle kalmadılar, yığınla insanıda kutsallık adına felaketlere sürüklediler... Muhametin 632 yılında ölümünden sonra, Ebu Bekir halife oldu. Onun zamanında fetihler devam ederek; Bahreyn, Irak’ın bir kısmı ve Suriye’nin bir bölümü fethedildi. Yağma ve talanlarla iştahları açılan Arap kabileleri artık durmak bilmiyorlardı...İslâmla birlikte Arap Yarımadasında otorite olan Vahabi kabilelerin kendi aralarında ki kan davaları, müstakil olarak birbirinden intikam almaları durdurulmuş, önlerine yeni hedefler konulmuştur. Gasp, soygun, içki, kumar, fuhuş, hırsızlık, yetim malı yemek, kan dökme, intikam, yalan, kin, haset, kibir dışında hiç bir iyisi olmayan acımasız Arap kabilelerin önlerine konulan bu yeni hedeflerle, dikkatleri komşu ülkelerin zenginliklerini yağma ve talana çekilmiştir. Egoist Arap liderlerinin Muhametin mirası için başlattıkları kanlı kavgalar biçim değiştirerek devam ediyor...Halifeliğe soyunan Arap liderleri it dalaşında can vermelerine rağmen, ortaçağın karanlığında yaşayan Ortadoğu ve Afrika kabileleri onlarda kutsallık yaratarak İslam mezheplerini oluşturmuşlardır. Başlangıçta asalak Bedevilerin aktif rol oynadıkları bu rant kavgalarının politik ve askeri stratejileri temelinde şekillenen fraksiyonlar-hizipler ortaçağ karanlığında milyonlarca insanı etkilerine alarak bütün kıtaları sardı. Göçebe Orta Asya Türklerinin de zorla bu hiziplere çekilişi, Arap yağma talan ideolojisinin dünyadan izole edilmiş bu türden ilkel boy, soy ve soplara aşılanması, başka halkların İslam adına köleleştirilmelerinin hak olduğu, Bizans ve Pers alanlarındaki zenginliklere zorla el koymanın mübah olduğu, bunun Allahın Müslümanlara verdiği bir rısk olduğunun din iman adına propoganda edilişi, bu mezheplerin çığ gibi büyümesini beraberinde getirdi... Yağma ve talandan pay almaya çalışan ilkel kitleler her zaman bu mezheplerden birine yaslanıyor, Müslümanlık da hızla büyüyerek bölgeye hakimiyetini sağladı. Bugün Türkiye’de müslümanlaşan yerli halkların eski çöl örf ve adetleri Araplar’dan daha şiddetle savunmaları Arap milliyetçiliğinin ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Müslümanların başı Erdoğan’ın eğer Ali önderliği kabul edilyorsa bende Aleviyim derken neye parmak basıyor? Abbasi döneminde kaleme alınan Buhari, Müslim gibi Ehli-Sünnetin benimsediği hadis kitapları, yine aynı dönemde kurulup, yayılan Hanefi, Şafi , Maliki, Hanbeli gibi mezhepler Arap milliyetçiliğini kitlelere sünnet ve sevap nitelendirmeleriyle yutturmuşlardır. Hiristiyan ve Jahudi zenginliklerini ele geçirmek için İslam denen yeni bir dinin yaratılması tamamıyla Arap aşiretlerinin savaş stratejisinin ideolojik-politik temelini oluşturdu. İdolojik alanda çoğu yaşlı karısı tarafından geliştirilen bu sistemin kaderi tarihteki benzerlerinden farksız oldu. Muhamet’in ölümünden sonra ganimet gelirlerinin azalması orduda memnuniyetsizlikler ve isyanların başlamasına neden oldu. Osman döneminde yaşanan bu olaylar sonucunda terör faaliyetleri başlamıştır. Ele geçirilen ganimetlerin paylaşım sorunu, mevki ve çıkarlar,taht kavgaları karışıklıklara ve daha fazla yağmalama anlamına gelen fetihlerin durmasına neden olmuştur. Osman iktidar kavgasında öldürüldü. Ali halife seçildi, Osman’ın katilleri iyi örgütlenmişti…Karşı kliğe yaslanan Muaviye ve Ayşe, Ali’nin halifeliğini tanımadılar. Bu resmen politik bir kavgadır, bunun neresi kutsallık içeriyor. Ali Osman kavgası, o dönemin aşiret reisleri arasındaki kavgalar, mafia çetelerinin dalaşmalarından farksızdır. Ayşe’nin önderliğindeki Mekke grubu ile Ali grubu arasında Cemel Savaşı yapılmıştır. Taht için herşeyi göze alan çete liderleri arasında yapılan bu savaşı Ali kazanmıştır. Muaviye’nin başını çektiği Şam grubu ile Ali arasında Sıffin Savaşı yapılmıştır. Hakem Olayı’ndan sonra iktidar kavgaları yoğunlaşmış, daha fazla siyasal gruplar ortaya çıkmıştır. Ali’de hayatını iktidar kavgasında, yağma ve talandan ele geçirilen ganimetlerin paylaşım kavgasında yitirmiştir. O dönemin bütün Arap liderleri bu türden taht kavgalarına bulaşmış ve birbirlerini acımasızca katletmişlerdir. Sadece haca gitme adı altında örgütlenen ve yıllık Türkiye bütçesinden daha fazla gelir sağlayan İslam hac ticareti göz önüne alındığında Suudi Bedevilerinin ve diğer Arapların kılıççı Ali’ye tapmaları normalin ötesinde olağanüstü derecede önemli ekonomik politik çıkarları öngören çekirdeksel bir işlevdir. Avrıupa’da yaşayan Türklerin hac görevi adına Suudi bedevilerine bıraktığı yıllık haraç ortalama 5.8 milyar Euroyu bulmaktadır. Buna karşılık Türklerin Araplaştırılması için bin bir ad altında faaliyet gösteren İslami örgütler yalnızca Almanya da 11 000 e yakın cami kurup Türkiye’nin avrupadan kovulmasının alt yapısını sağlamaktadırlar. Konu bu kadar açık iken AKP liderlerinin Suudiler desteğinde, Suriyeye saldırı planları yapmaları, oraya onbinlerce terörist örgütleyip sokmaları, bu cellatların yağcılığını yapmaları, bedavadan bunlara daha fazla etki alanlarının yaratılmasını sağlayan idolojik politik süreclerde yer almaları bir suçtur. SUNNİ İSLAM Türkiyede Sunni mezhebi yoluyla Müslümanlık tekelini ellerinde tutan cemaat ve tarikatlar, islamın yeniden yükselişini hızlandırma sürecinde eski silahlara yeniden sarılıyorlar. Ortadoğuda Sunni islamın hegomonyasının klasik anlamda yeniden restorasyonu için daha kanlı mücadelelerin kaçınılmazlığı sözkonusudur. Suudilerin haram paraları ile palazlanan bin bir çeşit örgüt, çürümüş kokuşmuş bazı Batılı liderlerinin desteğinde feci şekilde silahlanmaya devam ediyor. Türkiyede halkın çoğunluğunu oluşturan Türk Sünni Müslüman kitlenin Alevi ve Kürt kökenli yurttaşlara bakışındaki çarpıklıklar, ayrımcılık ve piskolojik baskı artarak devam ediyor. Şöyle ki; eskiden İslamcılık perspektifin belirlediği entelektüel fanus içerisinde mezhepçilik olarak hemen hemen tümüyle olumsuzlanırdı. İlerleyen ülke için bir fazlalıktı bu. Tarihin çöplüğünde yok olması bekleniyordu. Ama bu beklenti boşa çıktı. Son çeyrek asırda iyice ivme kazandığı üzere İslamcılık kamusal hayata geri döndü. Bizdeki İslamcılık tartışmasının merkezinde Sünni İslam var. Sünni İslam kamusal hayatı donuklaştıran, hatta belli ölçülerde yozlaştıran katalizör bir güç gibi iş görüyor. Özellikle İslamcılık-erkek eşitliği, farklı inanç ve düşüncelere saygı ile devlet ya da aile gibi kurumlara atfedilen kutsallık gibi nitelikler bakımından Sünni İslam eşitsizlikçi, antidemokratik ve otoriter bir kültürün yeniden üretimine yardımcı olmaya devam ediyor.. Aleviler üzerinde baskı olduğu kabul edilmelidir. Bugün Türkiye’deki 20 milyonluk Alevi kitle üzerinde, Osmanlı Devleti zamanından gelen ve halen sosyal, kültürel ve psikolojik ağırlıklı olarak süren ağır bir baskı vardır. Bu baskının adını, açık yüreklilikle koymanın zamanı gelmiştir.  Alevi kitle bugün bile Alevi olmaktan korku duymaktadır. Türkiye radyo ve televizyon istasyonları, Alevi kitlenin varlığını esasen kabul etmiyor. Suudi Arabistan veya Suriye örneğinden farksız olan Diyanet örgütü, son yıllarda, Alevi köylerine cami yapmak, imam göndermek gibi, bilinçli bir baskı yöntemi daha geliştirdi. Kendi varlığından başkasına tahammül edemeyen zihniyetin bu uygulamasına son verilmezse Suriye örneği iç savaşlar kaçınılmaz olacaktır. Aleviler, Osmanlı kalıntılarının yapmak istediklerini şimdilik korku içerisinde sesizce takip ediyorlar, ama bu yaklaşan fırtınanın varlığının inkarı değildir. Suriye üzerinden mezhep kavgasına katılan AKP rejimi, özgürlük hürriyet adına Suudi ve Katardan gelen milyarlarların şarhoşluğu ile, Orta doğuyu kan gölüne çevirecek senaryoların baş aktörü olmak istiyor. Türkiyede islamın dışında başka dinlere geçenlerin zülme uğradığını bilmeyen yok! 1913 lerde Osmanlı nüfusunun yüzde 36 sını oluşturan Türkiye Hıristiyanlarının kökü getirildi. Bugün Türkiyede yüzde yüzlük Müslümanlığı savunan AKP rejiminin, Suriyeye özgürlük getirme yalanlarına kanmak saflıktır. Kendi ülkesinde hiç bir hak hukuk tanımayan Katar, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi en kötü diktatörlüklerin başka ülkelere özgürlük getireceklerine inanmak kadar aptalca bir şey olamaz. AKP nin bugün takip ettiği çizginin mezhep - hizip - tarikat - aşiret temelinde oluştuğu ortada olmasına rağmen, çıkar peşindeki bazı kesimlerin takkiyelerine şaşmamak mümkün değil! Türk ırkçılığı ile Arap milliyetçiliği olan islam ideolojisinin karışımından yeni siyasal ideolojisini oluşturan AKP yönetimine göre Avrupalılık siyasal olgusu fazla özgürlükler içerdiğinden kökten dönüştürülmelidir. AKP İktidarının, ülkeyi ele geçirerek, devleti kendine göre yeniden tanzim ederek zaman içinde dışa yönelmeyi, komşu ülkelere saldırmayı hedeflediği belli oldu! "Siyasallaştırılmış Teologlar (İmam Hatipliler) devri"dir bu devir. Siyasi teoloji anlayışının, "dinsiz" seküler politika ve politikacılardan daha temiz ve isabetli olduğu (çünkü Allahla ilişkili olduğu vs.) efsanesi çökmeden yeni hedeflerle kitlelerin elde tutulması gereklidir.. Türkiye’nin iktidar partisi AKP, yonetiminin 12. yılına girerken laik ve demokratik bir ülkeden bahsetmek abestir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye’nin temel kimliğini değiştirmiştir. Bugün, Avrupa Birliği’ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Müslüman kardeşler, Hamas, Hizbullah gibi karanlık oluşumlarla dostluklar geliştirmiştir. Türkiye’nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP’nin siyasi makinası değil, 8 büyük cemaat- tarikat - tekkenin de ortak olduğu uluslararası politik İslamın gücü vardır. Bugün Türkiye’de 164 bin cami var. Yani, her 410 vatandaşa bir cami düşüyor. Din iman adına Türkiye bir beton yığınağına çevrilmektedir. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın harcamaları yediye katlanmıştır. Din işleri bakanlığı harcamaları AKP’nin iktidarı sırasında 5.3 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür. Postmodern ümmetçi hareket, bugün muazzam bir güç haline gelmiştir. Medyadan, MİT, ordu ve polis teşkilatına, ticari alanlardan, eğitim kurumlarına kadar inanılmaz örgütsel ağlar oluşturulmuştur. Bu son derece iyi düşünülmüş, iyi hesaplanmış ve büyük bir soğuk kanlılıkla hayata geçirilmiş bir kuşatma stratejisidir. İslam, yeniden bir yayılma taktiği olarak kullanılıp ülke “toplu hipnoza” sokulmuştur. İslam gibi bir din veya devlet anlayışı, Osmanlıda olduğu gibi her alanda baskı zulmün alt temellerini oluşturmaya devam ediyor. Osmanlı Devleti bünyesinde sistemli razia hareketleri ile zayıf olan azınlıkların toplu katledildiklerini görmekteyiz. Aynı şekilde şimdiki politik islamın hızla her alanda dengeleri lehine çevirerek Irkçı tekçi esaslar üzerinde yeniden formasyon kazanarak aynı icraatları devam ettirme azminde olduğunu gözlüyoruz. Asimile devam ediyor, ötekileştirilerek, kendi kimliklerine düşman edilme devam ediyor. Yerli Anadolu halklarının inkar edilmesi, herşeyin İslamist Arap ve Orta Asya göçebelerinin Anadoluya ayak basmalarına indekslenmesi hala devam ediyor. Kürtlerin ve Alevilerin Arab ın kılıcı ile Müslümanlığı kabul etmeleri onların yüzyıllar süren bu tarihsel esirliklerinin de maddi temellerini oluşturmuştur.. Siyasal İslamcıların başat olmayacağı bir Türkiye ve Suriye, Alevi toplumunun savunduğu bir seçenek olmasına rağmen, bunu pratikte gerçekleştirmek zor olacaktır.. Erdoğan’ın ABD ziyareti bunu göstermiştir. Bu açıdan Türkiye yönettiği politik İslamcıları bölgede petrol alanlarına yayılmak için ana güç olarak elde tutacaktır. Bu politika Kürtlerin çıkarlarına terstir. Sistem içinde yer almasını düşündükleri güçler içinde kendi işbirlikçilerini öne çıkarmaya çalışıyorlar, fakat bu kısa vadeli bir oluşuma yöneliktir. Özellikle Irak alanındaki Kürtlerin devletleşmeye doğru hızla yol almaları, bütün Kürdistanda yükselen uyanış, PKK ye hakim olan işbirlikçilerin, özel harple çalışan Abdullah Öcalanın MIT ve Kontrgerilla ile beraber uydurdukları sahteliklerle Kürtleri kandırmaya çalışmaları da sonuç vermeyecektir. Eğer hiçbir ırkçı siyasal islam gücün hegemon olmadığı bir Türkiye ve Suriye isteniyorsa Kürt lere ve Alevilere mutlaka bir statü tanınmak zorundadır. Çünkü bu inkarcılık, özgür ve demokratik yaşamlarını tanımama ancak bir kesimin hegemon olduğu koşullarda olabilir.   Sevgi ve Saygılarla Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey ---------------------------------------------------------------------- Esin Duran, Selda Suner, N. Gök, Pelin Moda, Bedri Engin, Nazmi Dogan, Sevda Suner Sezer Aşkın, H. Datvan, Salih Demir, Nizamettin Duran A. Demir Melahat Baykara, ismail çekmez. Aydin Nizam Uğur Demir Ismail B. Cenk, Tekin Balkic Selma Altuntaş, Filiz Serin, Nedim Serin, Vedat Koçak, Salih Birdal, Mustafa Gur, Hasan Zafer Bahar Ünsal Osman B. Ayse bahar Metin Maslak H. Maslak Dilek Solak zeynep içkaya Sevda maslak Sercan Gezmiş Aynur Balkaya İpek Doğan Nazım Doğan Murat Doğan esin erkan Beyhan erdem n. erdem İsmail Deniz Ayten BARAK Ugur Birdal Ahmet Tan Yıldırım Kongar Selma Kongar Birol Aytekin Hatice Gül Ibrahim Erkin Kemal erdem Rıza Akdemir Mehmet Coskun Hüseyin demir fethi killi Yeliz Ender Mustafa Ender Ugur Basak Kemal Dektaş Ayten Ilkdal Nuri Aktanır Metin Koc Sevgi Ender Burhan Kulakçı Oğuz Duran Burcu Kanter Aysel kanter Erol kanter Layla SOLGUN M. Oktay Kemal Aktas Yelda tekinoglu Orkun Keskin T. Vural Oğuz şen Nur Şen Ismail çaykara Burhan Orkal D. Kahan Seher Yıldız Esra akkaya Mehmet Uzan Yeliz IŞIK Seyhan İlknur Osman Çekiç esma yıldız Murat Çetindal Ali OkyarMusa Tekin Aslı Birdal Nazmi Doğan İnci Gür L. Okar Mustafa Karkaya Omer Aytac Mürsel Bozkır Zeynep Şengül Gülcan Iğsız Murat Nidar şemsi Kaya Ayten Ekşi, Eda leman nermin ışıl D. Polat Kadir Erdem Serdar OKTAY Mehmet Özdemir Mustafa Erkan Nuri AKTAS Emine AKTAS O. Kadir Ergun Metin Kurca Sedat Isiklar Filiz Bag Kadir Baskale Sevim Varlik Hasan Mesut Akkaya Necmi Guler Erhan Isguz Meral Okur Bilge Okyaz. Kemal Koç L. Mirakoğlu Oktay Kızılcık Mehmet Yavuzgil Erdal Polat Hüsnü oktay k. Sankay Ahmet tekin. Semra Kaya Mustafa Çiçek Kayhan Göçkaya Erdal Solgun Mehmet Solgun Esra Solgun N. Altik Oguz Karakış Leyla Mert Işık mert D. Öksüz Erdem Yılmaz Ayse Eltan S. Guner M. Deniz Ok Mehmet İnce Huseyin Cinar Meltem Cinar Berk Cinar L. Demirkaya Huseyin Çilek Ayten Irmak D. Okdere Ali Uskan Berdan Temiz. H. Baskale Murat Gülay Esra Gülay Mustafa Akyol A. jale Kol M. Kol Tamer Oktay Aslan Burukoglu I. Demir Nurettin Akdal Uzan Kara ismail Igdır Nuri Şen Hasan.Y. Balci Mehmet Yucel   Turkiye Buyuk Millet Meclisi: Vekillerin ayrıcalıklarının artmasını sağlayan yasanın iptalini istiyorum   http://www.change.org/petitions/turkiye-buyuk-millet-meclisi-vekillerin-ayr%C4%B1cal%C4%B1klar%C4%B1n%C4%B1n-artmas%C4%B1n%C4%B1-sa%C4%9Flayan-yasan%C4%B1n-iptalini-istiyorum#

  • sami  umut
    sami umut
    11.06.2012 18:32

    Büyük USTA MI ? dimeli sAYIN ZÜLFÜÜ USTAYA neden zamanında söylemedin din felsefesinin dogru yanlarının insan eğrilir-bükülür bu kadar de bükülmez din bir afyondur sayın Lütfü efendi dinde felsefe yoktur çün se4nin adına yaratan herşeyi yaratmiş bir tek görevin var Allahı na ibadet etmek darul.harp nedir yer yüzünün tüm insanlara tanrının kulu olana kadar.yeryüzü allahın hakimiyetine geçene kadar cıhat denilmiştir sen sayın lütfü bey cok iyi bilirsin de oportünizm ,dünde beliydi.

  • sami  umut
    sami umut
    11.06.2012 18:32

    Büyük USTA MI ? dimeli sAYIN ZÜLFÜÜ USTAYA neden zamanında söylemedin din felsefesinin dogru yanlarının insan eğrilir-bükülür bu kadar de bükülmez din bir afyondur sayın Lütfü efendi dinde felsefe yoktur çün se4nin adına yaratan herşeyi yaratmiş bir tek görevin var Allahı na ibadet etmek darul.harp nedir yer yüzünün tüm insanlara tanrının kulu olana kadar.yeryüzü allahın hakimiyetine geçene kadar cıhat denilmiştir sen sayın lütfü bey cok iyi bilirsin de oportünizm ,dünde beliydi.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums