- 9.08.2013 00:00
Devlet Bakanı Kemal Derviş'in seçim tarihi konusundaki açıklamaları, Başbakan Bülent Ecevit'in bir süre daha hastanede kalacak olması, Türkiye'nin kaçınılmaz olarak bir erken seçimle karşı karşıya kalacağı izlenimini veriyor. Bu seçim de, muhtemelen Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'a olası bir harekâtını göz önüne alırsak 2003 baharı ya da 2002 sonbaharı olacak, seçim için görülen tarihler. Yapılacak bir (erken) seçimin, bundan önce yapılan tüm seçimlerden farklı bir anlamı olacaktır. Dış siyasette Avrupa Birliği üyeliği ve 11 Eylül sonrası gelişmelerin Türkiye'yi bıraktığı eşik, diğer tarafta iç siyasette farklılaşan ve çoğullaşan toplumsal talepleri kuşatacak bir siyasi yapılanmanın zorunluluğu bu seçimi göreli olarak daha önemli kılmaktadır.
Toplumsal sözleşme
Yapılacak bir seçim için en önemli unsur; her seçim öncesi olduğu gibi, bu seçimde de hazırlanacak olan 'Seçim Yasası' konusundaki düzenlemeler olacaktır. Bu yüzden yapılacak Seçim Yasası, önem kazanmakta ve şu soruyu kaçınılmaz olarak önümüze çıkarmaktadır: Yapılacak yasal düzenleme, 'devlette istikrarı mı, toplumda konsensüsü mü' hedef alacak?
Şüphesiz 'devlette istikrarın' sağlanması amacı, devleti topluma karşı koruyan bir kabuğu daha güçlendirecek ve en baştan 'toplumsal konsensüsü' dışlayan bir tercihi ifade edecektir. Bunun yolu ise yapılacak düzenlemenin, (önceki seçimlerde olduğu gibi) 'hangi partinin ya da partilerin, nasıl safdışı edileceği üzerine' hazırlanmasıdır.
Bu ise 'temsilde adalet' yerine sadece 'yönetimde/devlette istikrar'a hizmet etmiş olur ki; bunun anlamı da var olan otoriter devlet anlayışına meşruiyet sağlamaktan başka bir amaca hizmet etmeyecek olmasıdır. Oysa bugün ortada olan sorun, toplumsal konsensüsü sağlayacak bir formül üretmektir. Yani toplumda tüm farklı kesimlerin paylaşacağı yeni bir 'toplumsal sözleşmenin' üretilmesi ve bunun toplum tarafından sahiplenilmesidir.
Bugün, devlet-toplum ilişkilerinde ve toplumun farklı kesimleri arasında yaşanan sorunlar, toplumu bir arada tutan bağların zayıflaması yani toplumsal konsensüsün giderek çözülmesinden doğmaktadır. Bu yüzden toplum katında esas sorun 'toplumsal konsensüs'ten uzak oluşumuzdur. Toplumsal konsensüs ise, çok açık olarak, toplumunda yaşayan tüm farklı inanç, yaşam, etnisite, kültüre sahip olanlar arasında oluşacak; karşılıklı kabul ve birlikte yaşama arzusu ve halidir. Bunun gerçekleşmeyen bir rüya gibi dışımızda durmasına yol açan ise, 'devlette istikrar' adına, toplumsal talep ve farklılıkları yok sayan, toplumu homojen olarak algılayan, toplumsal talepleri asayiş mantığı ile çözmeye çabalayan otoriter zihniyet ve onu temsilcileridir.
Ne olmalı?
Bu yüzden 'Seçim Yasası' konusunda yapılacak düzenleme hayati önem kazanmaktadır. Düzenlemeyi Meclis'teki çoğunluk yaptığı sürece -liberalizmin teorik zayıflığından dolayı Meclis dışında olanlar (hatta Meclis içindeki muhalefet de dahil) tarafından asla kabul görmeyecek ve tartışılacaktır.
'Seçimler' doğal olarak var olanın temsilini ifade eder ve doğal olarak var olan tüm partileri kapsaması zorunludur. Yani sadece bir dönem önce seçilmişler tarafından değil, şu anda var olanların tümünün temsiline dayanmak zorundadır. ...'
Bu satırlar 21 Mayıs 2002'de Radikal Gazetesi'nde 'Nasıl bir seçim yasası' başlıklı yazımdan.
Genel seçimlere daha var ama son haftalarda özellikle demokratikleşme paketi tartışmaları içinde seçim barajı sürekli gündemde. CHP ve BDP barajın düşmesini isterken AK Parti buna karşı çıkıyor. Aradan geçen 11 yılda siyasi alanın genişlemesine, siyasette normalleşmeye rağmen seçim barajında hiçbir değişikliğin olmaması hayli düşündürücü.
DEMOKRAT ZİHNİYETİN GÜCÜ
İlginçtir geçmişte de bugün de barajın korunmasını savunanlar; ülkenin güçlü iktidara yani istikrara olan ihtiyacı, koalisyonların ülkeye verdiği zararları hatırlatıyorlar. Oysa bunlar siyaseti dışlayan, apolitik argümanlar.
Bunların tümü yönetimde istikrar adına temsilde adaleti ikincilleştiren, önemsizleştiren argümanlar. Benzer argümanları savunanların kurumsal olarak farklı olması pek anlam taşımıyor. Önemli olan toplumsal yönetimi otoriter zihniyet içinde tasavvur etmeleri.
Oysa eğer siyasetin normalleştiğini, vesayetin bittiğini savunuyorsak; 'temsilde adalet, yönetimde istikrar' ilkesini farklı bir zihniyet içinden okumamızın zamanı da gelmiş demektir. Bu ilke ancak demokrat zihniyet içinden yorumlandığında anlamlı olabilir. Otoriter zihniyetin tam tersine demokrat zihniyet, bu ilkenin ilk kısmı yani 'temsilde adalet' gerçekleşmeden ikinci kısmı yani 'yönetimde istikrarın' sağlanamayacağı varsayımına dayanır. Çünkü yönetimde istikrar, temsilde adaletin sağlanması durumunda ortaya çıkacak çoğulculuğun yaratacağı karşılıklı etkileşim ve karar süreçleri sonucunda ortaya çıkacak uzlaşı olduğunu kabul eder.
twitter.com/murataksoy
Umarım bu bayram toplumsal uzlaşmaya vesile olur. Bu dilekle tüm okuyucularımızın bayramı kutlu olsun
Yorum Yap