- 15.09.2012 00:00
Türkiye'de siyaseti izleyen herkes 30 Eylül'de yapılacak AK Parti'nin 4. Büyük Kongresi'ne kilitlenmiş durumda. Bu kongreyi önemli kılan unsur ise tüzükte var olan 3 dönem sınırlamasının getireceği yenilenme.
Has Parti'nin kendini feshederek başta Numan Kurtulmuş olmak üzere pekçok partilinin AK Parti'ye katılacak olması, aynı şekilde eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu'nun partiye katılması yenilenme yolunda önemli kilometre taşları olarak görülüyor. Elbette bu katılımlar siyasete ara verecek/bırakacak 73 kişi yanında yetersiz görünse de parti tabanından gelecek genç isimlerin bu yenilenmeye katkı yapacaklarına kuşku yok.
Medyada sık sık adı AK Parti ile anılan Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can gibi sol liberal isimlerin partiye davet edilme şansının az olduğunu düşünüyorum. Çünkü AK Parti, 4. Büyük Kongresi ile 12 Haziran seçim listelerinde ortaya koyduğu "kendi kimliğini" konsolide etme sürecini devam ettirecek ve farklılıklar yerine "muhafazakâr demokrat" kimliği önceleyecektir. Bu açıdan partiye yeni katılımlar sol liberaller değil klasik/sağ liberallerle sınırlı kalacaktır.
SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİNE İLK ADIM
Tüzükteki 3 dönem kuralı nedeniyle partiden 73 isim siyasete ara verecek. Parti kulislerinde Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra "Türkiye Milletvekilliği" gibi formüller dolaşsa da bunların gerçekleşmesi yine Erdoğan'a bağlı olacaktır.
2007'nin koşullarından farklı olarak 2014'te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın ifade ettiği gibi de facto olarak "yarı başkanlığa" geçiş demektir. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olması mevcut koşullarda yürütmenin içinde daha çok yer alacağı bir modelin işlemeye başlaması anlamını taşıyacaktır.
Erdoğan'ın fiili başkanlığına rağmen herkes "Yeni dönemin 'başbakan'ı kim olacak" sorusunu sormaktadır. Bu sorunun basit cevabı; "Erdoğan'la uyumu en fazla olan kişi" olacaktır.
HÜKÜMET DEĞİL PARTİ ÖNDE OLACAK
Ancak yeni dönemde partide farklı bir yönetim yapısı gündeme gelebilir. Bir süre önce parti kulislerinde dillendirilen ama sonra konuşulmayan bir formüle göre parti idari yapısının ikiye bölünmesi söz konusuydu. Almanya'da görülen "parti başkanı" ile "başbakan"ı ayıran model kongrede tekrar gündeme gelebilir. Eğer böyle bir değişiklik gerçekleşirse yeni dönemde "başbakan"ın varlığı sembolik hali gelebilir. Bu durumda öne çıkacak olan başbakanın kim olacağı değil "parti başkanı"nın kim olacağıdır. Bu değişiklik olmasa dahi Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu bir senaryo'da siyasal ağırlık hükümette değil partide olacaktır. AK Parti bu tüzükle önümüzdeki yılların yol haritasını çizecek ve uzak görünse de böyle değişiklik her an mümkün olabilir.
AK Parti'nin tüzüğüne koyduğu 3 dönem kuralı partinin yenilenmesi ve Türk siyasetinin demokratikleşmesi açısından önemli bir adımdır. Parti'nin bu adımdan –şimdilik- geri adım atmaması da takdire şâyândır.
Ancak şunu da kabul etmek durumundayız ki, bu kural, AK Parti'yi son bir yıl için çok olumsuz etkiledi. AK Parti'nin son bir yıl içinde girdiği siyasi atalet, demokratik adımlarda kısmen yavaşlama, partinin zaman zaman hapsolduğu milliyetçi dil bu kuralın yarattığı baskının bir sonucudur. Bu kural AK Parti'yi son bir yıl içinde tam bir "lider partisi"ne dönüştürmüştür.
Tüzükteki bu kural, Başbakan'a yakın ve partinin kuruluşunda emeği olan çok sayıda genç ismin siyaseten emekliye ayrılması anlamını taşıyor. Ancak kabul edelim ki, bu genç isimlere Türkiye'nin hâlâ ihtiyacı var.
***
Emre Uslu'ya: Emre Uslu önceki günkü yazısında kendisinin tezlerine karşı benim ve Star'dan Bekir Berat Özipek'in yazısına cevap vermiş. Uslu'nun yazısı bizim tezlerimizi çürüten değil, tersine güçlendiren bir yazı. Çünkü Uslu, yazdığı üç yazıda da "her şeye rağmen" Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Ki bizim tezimiz de o.
Bu açıdan demokratikleşme PKK'yı güçlendirir mi, bitirir mi tezi siyasi bir tartışma. Unutmayalım ki, demokrasi ve demokratikleşme bölmez güçlendirir. Demokrasinin yaratacağı imkanlardan güçlenecek ve Uslu'nun iddia ettiği gibi Kürtleri sindirecek bir PKK, Kürtlerin hak ve özgülüklerini önceleyen değil, kendi kurumsal varlığını önceleyen bir PKK olacaktır. O PKK'yla mücadele etmenin yolu da hukuk kuraları içinde kalarak gerekli adımların atılmasıdır. Demokratikleşen Türkiye'de Kürtlere baskı yapan bir örgüte karşı en büyük sınavı da hem Kürt, hem de Türk demokratları verecektir.
twitter: @murataksoy
Yorum Yap