- 2.02.2019 00:00
NEREDEN BAŞLAMIŞTIK NERELERE GİTTİ İŞİN UCU
68’den Bu Yana Ideolojik Teorik Bir Arkeoloji Çalışması’ndan bir bölüm:
Münir Aktolga
“PEKİ, “DEVRİM NEDİR” SORUSUNA BEN NASIL CEVAP VERİYORUM?..
Açıklamanın birden salt teorik -“sıkıcı”- hale gelmemesi için, önce bir örnekten, feodal toplumdan kapitalist topluma nasıl geçildiğinden yola çıkalım.
Ortada, Batı toplumlarının tarihsel gelişme süreci içinde ortaya çıkan ve „feodal toplum“ adı verilen kapitalizm öncesi bir toplum var. Bir sistem olarak ele aldığımız zaman, esas itibariyle feodal üretim ilişkileriyle birbirlerine bağlı olan iki sınıftan (feodaller ve serfler) oluşan bir toplum bu. Öyle ki, bu iki sınıf birbirlerinin varlık şartı; yani, biri olmadan diğerinin varolması da mümkün değil; bunlar, feodal üretim ilişkileri içinde birbirlerini yaratarak varoluyorlar… Buraya kadar tamam mı?..
Sonra, bu sistemin içinde, bir başka üretim ilişkisine denk düşen başka bir sistem gelişmeye başlıyor: Buna da işçi sınıfı ve burjuvaziden oluşan kapitalist sistem diyoruz... Kapitalist üretim ilişkileriyle birbirlerine bağlı olan, birbirlerini yaratarak, birbirlerinin varlık şartı olarak gerçekleşen iki sınıfın oluşturduğu yeni bir sistem bu. Bütün bunları şöyle gösterelim:
Dikkat, burada çok önemli bir nokta var:
Hani “Manifesto”da, „Ortaçağın serflerinden, ortaya, ilk kentlerin ayrıcalıklı kentlileri çıktı, bu kentlilerden de -sanki burjuvazi işçi sınıfından önce oluşuyormuş gibi!- burjuvazinin ilk ögeleri gelişti“deniyor ya, burada “kentliler” deyince bundan çoğu zaman sadece burjuvalar anlaşılır; aslında bu, burjuvazinin kentin egemen sınıfı olmasındandır; yoksa, o „kentlerde“ işçi sınıfı da gene aynı sürecin içinde ortaya çıkıyor. Yani onlar da kente doluşan feodal toplumun serflerinden oluşuyor...
Burada altının çizilmesi gereken en önemli nokta şudur: Feodal toplum ve kapitalist toplum iki ayrı sistemdir, toplum biçimidir. İki ayrı üretim ilişkisiyle kayıt altında tutulan iki ayrı bilgi temeline sahiptir bu toplumlar. Ve dikkat ederseniz, feodal toplumdan kapitalist topluma, feodal toplumun içinde feodallerin “zıttı” bir sınıf olarak varolan serflerin feodalleri altetmesiyle geçilmiyor!!.
„Köylü savaşları“ ve kapitalizme geçiş…
Feodallerle serfler -köylüler- arasındaki sınıf mücadeleleri, en fazla, sistemin kendi içindeki „köylü savaşlarına“ neden oluyor. Evet bunlar da önemlidir; feodal kabuğun çatlamasında, feodal sömürü zincirinin kırılmasında bunlar da vazgeçilmezdir; ama tarihte köylü ayaklanmalarıyla, köylülerin feodalleri altederek iktidarı ele geçirmeleriyle kapitalizme geçildiği hiç görülmemiştir!!. Çünkü kapitalizm, feodallerin “zıttı” bir sınıf olan köylülerin feodal sömürüden kurtulmak için feodalleri zorla altederek iktidara egemen oldukları bir toplum değildir! Kapitalizmi karakterize eden, onun ayrı bir üretim biçimi, ilişkisi olmasıdır; öyle ki o, feodal toplumun içinde, onun diyalektik anlamda inkârı olarak gelişir. Yeni toplumu inşa edecek olan sınıflar da, bu sürecin ürünü olurlar…
„Karşıtlık“ ve „zıtlık“ kavramları neyi ifade ederler?..
İki ayrı ilişki biçimi arasındaki farkın altını çizmek için “karşıtlık” ve “zıtlık” kavramlarını kullanıyoruz. Feodallerle serfler, ya da, burjuvalarla işçiler arasındaki, “birbirinin varlık şartı” olarak aynı sistemin içinde bulunmaktan kaynaklanan “karşıtlık” ilişkisiyle, feodalizm ve kapitalizm gibi iki farklı sistem arasındaki „zıtlık” ilişkisinin farklı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor!
O halde, feodalizmden kapitalizme geçişi nasıl açıklayacağız?..
Feodal toplum ve kapitalist toplum; bunlar iki „zıt“ kutup olarak, biri diğerinin içinde, onundiyalektik anlamda “zıttı-inkârı” olarak gelişen birbirinden farklı sınıflı toplumlardır. „Zıtların birliği ve mücadelesi“ dediğimiz zaman bundan anlaşılması gereken de, özünde, bu iki toplumsal sistem arasındaki “birlik”, birlikte varolmak ve “çelişki”, yani birbirini diyalektik anlamda yok etmek için mücadeledir...
Evet, „birlik“ ve „çelişki“, „zıtların birliği ve çelişkisi“...
Eskiden beri varolan sistem -feodal toplum- kendi içinde -ana rahminde- yeni bir sisteme hamile kalıyor… Bu andan itibaran bu iki sistem birbirlerinin içinde, bir arada, „birlik“ içinde varolmaktadırlar. Neden „birlik“? Çünkü, doğum olana kadar „yeni“ -yeni üretim ilişkileri sistemi- tıpkı ana karnında gelişen o çocuk gibi ortalıkta görünmez. O, annenin bir parçası olarak onun -„eskiyi“ temsil edenin- içindedir (yani, bu süreç boyunca “iki” “bir”dir!...), “yeni” “eskiyle” „birlik“ ilişkisi içindedir! Ama aradaki ilişki aynı zamanda bir „çelişkidir“ de, „zıtlık“ ilişkisidir! Neden? Çünkü, biri diğerinin içinde geliştikçe, bu gelişme diğerinin diyalektik olarak inkârı anlamını taşır da ondan!..
Bütün bunlar, aynen, ana karnında bir çocuğun oluşmasına ve gelişmesine benzer (burada, sürecin sonunda doğumla birlikte yok olan, kadının hamilelik halidir!); ya da, bir yumurtanın içinde bir civcivin gelişmesi olayı gibidir. Çünkü, toplumlar da, son tahlilde, kendi kendini üreten canlı sistemlerdir. Her yeni toplum, önce, „eskinin“ -eski üretim ilişkileri sisteminin- içinde gelişmeye başlar. Öyle ki, „yeninin“ gelişmesinin yolunu açan, başlangıçta, bizzat „eskinin“, varolan sistemin kendisi olur. Ama sonra, üretici güçlerin (yani „yeniyi“ oluşturan güçlerin) gelişmesi artık eski üretim ilişkilerince belirlenen mevcut sistemin içinde sürdürülemez hale gelince de devrim olur, „yeni“, „eskinin“ kabuğunu kırarak „doğar“!..
Dikkat ederseniz, eskiden beri varolan sistemin içinde gelişen üretici güçler, belirli bir noktaya kadar, mevcut sisteme ait unsurlar olarak varolurlarken, bunlar, aynı anda, „eskinin“ içinde gelişen bir sonraki sisteme ait potansiyel güçler rolünü de oynuyorlar!..
Yorum Yap