- 18.09.2016 00:00
Epeydir-“Başdanışman” olduktan bu yana-Cemil’in yazılarını sadece okuyup geçiyordum, yani eleştirmeye falan kalkmıyordum; ama bugünkü yazısını okuyunca içimden, “işte tam bu nokta, yol ayrımı tam bu noktadan itibaren başlıyor” düşüncesi geçti ve bu yazıyı yazmaya karar verdim...
Sonuç olarak Cemil şöyle diyor: “...Türkiye, burada Erdoğan’la birlikte, kendi çıkarlarını, değerlerini koruyor ve bunu halkın demokratik iradesine dayandırıyor. Ama bu, aynı zamanda, tüm yoksullar için daha adil ve yaşanabilir bir sistem önerisidir. Bu, yukarıda belirttiğimiz gibi, yeni bir dünya düzeni önerisidir. Ancak Doğu’nun kuracağı bir yeni dünya düzeni önerisi... ABD, bu tarihi gerçeği kabul etmek zorundadır. Kabul etmezse ve tarihin akışını tersine çevirmeye çalışırsa kendi çıkarlarına da uzun vadede zarar verecektir...”[1]
Önce Cemil’le aynı görüşte olduğumuz noktadan yola çıkıyoruz.
Bütün diğer gerekçelerini sıraladıktan sonra Cemil diyor ki, ““...Türkiye, burada Erdoğan’la birlikte, kendi çıkarlarını, değerlerini koruyor ve bunu halkın demokratik iradesine dayandırıyor. Ama bu, aynı zamanda, tüm yoksullar için daha adil ve yaşanabilir bir sistem önerisidir. Bu, yukarıda belirttiğimiz gibi, yeni bir dünya düzeni önerisidir”...
Kesinlikle katılıyorum. Bu nokta, Erdoğan’ın ifadesiyle “dünya beşten büyüktür” noktasıdır. Buna hiçbir itirazım yok. Sayın Erdoğan’ın B.M kürsüsünden bunu ifade etmesini zaten ben de daha önce yeni dünya düzenine ilişkin bir tür manifesto olarak ifade etmiştim...
Ama nokta! Çünkü asıl sorun bundan sonra, “peki o zaman ne yapmak lazım” sorusuna cevap ararken ortaya çıkıyor...
“Yeni bir dünya düzeninin” inşası konusunda diyor ki Cemil : Bu, “ancak Doğu’nun kuracağı bir yeni dünya düzeni” olacaktır... “ABD, bu tarihi gerçeği kabul etmek zorundadır. Kabul etmezse ve tarihin akışını tersine çevirmeye çalışırsa kendi çıkarlarına da uzun vadede zarar verecektir...”
1- Hangi “Doğu” bu Cemil? Rusya mı, Çin mi, Şanghay Birliği mi, İslam Ülkeleri mi, kim, kim bu “Doğu”?.. Öyle büyülü bir söz ki “Doğu”, insanın kafasında hiç düşünmeden hemen Batı’ya karşı bir “Doğu” kavramı şekilleniyor!.. (Ondan sonra da deniyor ki, “biz medeniyetler savaşına karşıyız”!..) Eğer kastedilen Rusya veya Çin ise, bunlarla “yeni bir dünya düzeni” inşa etme çabası boşuna çabadır! Bırakınız 21.yy’ı, bu ülkeler henüz daha 20.yy’la hesaplaşarak o defteri bile kapatabilmiş değiller. Biri Çarlık kalıntısı bir düzen, öteki ise, Komünist Partisi yönetimi adı altında Devlet Sınıfının baskısı altında bugüne kadar gelen antika sistemler bunlar. Yükselen
20.yy güçleri olarak bunların derdi, ABD’nin başı çektiği “Batı” ile hesaplaşmak, ondan daha baskın “ulus devlet güçleri” haline gelerek gene 20.yy anlayışıyla “yeni bir dünya düzenine” damga vurabilmektir... Ne yani, bu mudur Türkiye’nin önündeki alternatif yol? “Güçlü bir ulus devlet” olarak 20.yy kulvarlarındaki bu koşuya katılmak mıdır? Sizin “yeni Türkiye” anlayışınız bu mudur?.. Şimdiye kadar ABD’nin yörüngesinde gittik, bundan sonra da o “Doğu”nun yörüngesine girelim-veya, artık o hegemonya sisteminin içinde yer alalım mı- diyorsunuz; “dünya beşten büyüktür”ün anlamı bu mudur sizce ?..
2-Ama bitmedi, asıl mesele bundan sonra başlıyor! Gene Cemil’e dönüyoruz:
“ABD, bu tarihi gerçeği kabul etmek zorundadır. Kabul etmezse ve tarihin akışını tersine çevirmeye çalışırsa kendi çıkarlarına da uzun vadede zarar verecektir...”
Korkunç!.. Korkunç olan nedir biliyor musunuz, 21.yy kulvarlarında koşmaya çalışırken, olayları ve süreçleri 20.yy kalıntısı bir dünya görüşüyle değerlendirerek tekrar o eski- antika kulvarlara dönmek ve yarışa orada devam etmeye çalışmak!..
Yani deniyor ki, II.Savaş’la birlikte ABD’nin başı çektiği bir “dünya düzeni” kurulmuştu, sonra, “kapitalizmin eşitsiz gelişme kanunu” gereğince “yükselen bir Doğu” çıktı ortaya, ve tıpkı daha önce Almanya’nın falan yaptığı gibi bu sefer de bu “Doğu” eski egemenleri tahtından indirerek onların yerine geçip kendi damgasını vurduğu yeni bir “dünya düzeni” kurmaya çalışıyor... Türkiye de bu “yükselen yeni çekim gücünün” etki alanına girerek kurulmakta olan bu “yeni dünya düzeni” içinde yerini almalıdır!..
Yazıklar olsun, bu mudur “yeni Türkiye’yi inşa” yolu?..
Ama bitmedi, ve de sen “Doğu” adı verilen Rusya’nın ve Çin’in başı çektiği bu “yeni dünya düzeni” trenine bineceksin, sonra da eski dünya düzeninin patronu olan ABD “bu gerçeği görüp kabul ederek” “ne yapalım kader utansın” deyip boynunu büküp oturacak!..
Ben size birşey söyleyeyim mi, bugün Türkiye’nin Batı’yla (ABD ve Avrupa ile) ilişkilerinin bozulmasının nedenlerinden birisi de işte bu anlayıştır (hepsi değil tabi, sadece madalyonun bir yanı böyle; diğer nedenleri aşağıda linkini vereceğim çalışmada açıklamaya çalıştık...? Ne yani, sen “üst akıl” falan diye sabah akşam adamlara küfür edip başka tellerde oynamaya çalışacaksın, sonra da diyeceksin ki, “bunlar niye bana karşılar, demek ki Türkiye’nin gelişmesini istemiyorlar”!.. Eski dünyanın egemeni ulus devletlerin Türkiye’nin gelişmesini istememelerinin anlaşılır nedenleri var, ama peki sen ne yapıyorsun?.. İşine gücüne bakacağına sen de tutup onlarla aynı kulvara yarışa kalkıyorsun!..
Bakın, Türkiye’nin-Erdoğan’ın- “dünya beşten büyüktür” diyerek eski dünya düzenini eleştirmesine benim de katıldığımı söylemiştim. Benim katılmadığım nokta, yani aramızdaki görüş ayrılığının ortaya çıktığı nokta, bu tesbiti yaptıktan sonra, “e peki, o zaman ne yapmalıyız” sorusuna cevap verirken, eski dünya düzeninin egemenleriyle, yani 20.yy’ın egemenleriyle onlarla aynı kulvarda kalarak mücadeleye girmektir. “Yeni dünya düzenine” ilişkin çözümü hala buralarda, o eski 20.yy yollarında aramak, eski dünyanın egemenlerine karşı onların daha güçlü olduğu alanda savaşa girerek Türkiye’nin enerjisini boşu boşuna harcamaktır...
Cemil diyor ki, “ABD, bu tarihi gerçeği kabul etmek zorundadır. Kabul etmezse ve tarihin akışını tersine çevirmeye çalışırsa kendi çıkarlarına da uzun vadede zarar verecektir...”
Nedir bu şimdi? Sen açıkça ABD’ye karşı savaş ilan ediyorsun (o eski Dev-Genç’li günler geldi aklıma!!) sonra da diyorsun ki “ABD bu gerçeği görüp kabul edecek”!!.. Etmeyince de, “vay üst akıl” falan diyerek yakınmaya başlıyorsun!!..
Bakın ben size açıkça söyleyeyim: Ne öyle “ABD bu gerçeği görerek” imana gelir ve meydanı o ne olduğu belli olmayan “Doğu’ya” terkeder, ne de Türkiye bu kafa yapısıyla bir yere varabilir!..
SONUÇ NE O ZAMAN, YANİ NE YAPMALIYIZ?..
Sevgili Cemil, önce oturun linkini verdiğim benim şu çalışmayı başından sonuna kadar bir okuyun (http://www.aktolga.de/m23.pdf ). Mümkünse bunu “organik liderlik” kavramının mucidi öteki sayın “Başdanışman” da okusun! Çalışmanın sonundaki “Ek” kısmını sakın atlamayın, orada da nasıl bir dünyada yaşadığımız özetleniyor. 21.yy ile 20.yy arasındaki FARK ortaya konuluyor. Lütfen, rica ediyorum bunları da bir okuyun, sonra da mümkünse sayın Erdoğan’ın önüne koyun bu çalışmayı bir de o okusun...
Bakın yazık oluyor, şu son onbeş yılda AK Parti iktidarları döneminde Türkiye çok büyük mesafeler kazandı. Osmanlı artığı eski vesayet düzeninin bütün biçimleriyle (Kemalist ve Fetö’cü biçimlerinin her ikisini de kastediyorum) tasfiyesi yolunda elde edilen kazanımlar muazzam. “Eski dünya düzeni” falan diyerek o eski dünyanın egemenleriyle gereksiz bir savaşa tutuşarak bütün bunların bir anda elimizden gitmesine imkan vermeyelim. Benim derdim bu...
21.yy paradigması ile 20.yy anlayışları arasında uçurumlar var... Benim söylediklerimin özeti şudur:
Tamam, 20.yy’ı eleştirelim. Eski dünya düzenini eleştirelim; ama aynı zemin üzerinde kalarak yeni bir dünya düzeni kurulabileceği hayaline de kapılmayalım... Eskiden bir Almanya’nın yapmaya çalıştığını yapmaya çalışmayalım!.. Çünkü, 21.yy’a damgasını vuran artık “kapitalizmin eşitsiz gelişme kanunu” değildir... 21.yy’da gelişmenin, ilerlemenin yolu savaştan, hegemonya-nüfuz bölgeleri- inşa etmekten geçmiyor. Bu döneme damgasını vuran bir tek kural var: DAHA İYİ KALİTEDE MALARI DAHA UCUZA ÜRETEREK DÜNYA PAZARLARINDA DAHA FAZLA PAY SAHİBİ OLABİLMEK!.. Bitti!.. İşte bütün mesele burada!.. Bunun da yolu bilgi üretmekten geçiyor, o kadar...
Soruyorum ben şimdi, Türkiye daha iyi kalitede malları daha ucuza üretebiliyor da o “üst akıl” Türkiye’nin bunu dünya pazarlarında satmasına engel mi oluyor? Eğer “evet” diyorsanız, eğer dünya pazarlarında daha fazla pay elde edebilmek için 20.yy da olduğu gibi güçlü ulus devlet inşa etmek gerekir diyorsanız o zaman benim bütün söylediklerim hükümsüzdür...
Kardeşim sen ne uğraşıyorsun “üst akılla” falan!.. Otur, doğru dürüst bir eğitim sistemi yaratarak bilgi üretmeye ağırlık ver ve “katma değeri yüksek” malar üret... Sen bunu yaptın da sana engel mi oluyor o “üst akıl”?.. Sen ne uğraşıyorsun elalemin etlisiyle sütlüsüyle, niye onların tavuğuna “kışt” demekle vakit geçiriyorsun ki, niye “stratejik zihniyetimiz” derken bununla hemen bin yıl geriye giderek fetihciliği-kurtarıcılığı anlıyorsun?... 21.yy da fetihciliğin yolu artık yeni bilgiler üretebilmekten geçiyor...
“E bütün bunlar için nasıl bir eğitim sistemine sahip olmamız gerekiyor mu diyorsunuz: Önce öğrenmek nedir, neyi, nasıl öğrenmeliyiz bunu kavramak lazım; yani öğrenmeyi öğrenmek yoluna girmek gerekiyor; bir kere bu yola girilsin bakın gerisi kendiliğinden gelecektir. Peki bu nasıl mı olacak, işte onun da cevabı burada: http://www.aktolga.de/z4.pdf
Bir nokta daha, bakın ikide bir diyorsunuz ki, Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprü-bir sentez olacaktır... Tamam, ama nasıl? Lafla olmaz ki bu iş... Hayalet taşlayarak falan olmaz! Alın işte o da burada : http://www.aktolga.de/m37.pdf Daha ne kalıyor ki geriye...
20.yy’ın egemenlerine karşı savaşmakla vakit kaybedeceğinize oturun yeni Türkiye’yi inşa için yeni, demokratik bir anayasa için harekete geçin...
“E efendim yaptırmıyorlar ki” falan yok, sen önce otur bir irade beyanı yap bakalım, neyi yapmak istediğini bir açıkla. Bunu yapmadın ki sen daha... “Kürt sorunu falan yoktur” diyerek kimlerin eline nası bir silah verdiğinizin farkında bile değilsiniz?.. AK Parti olarak siz önce şu üç ilke konusunda ne düşünüyorsunuz onu bir açıklayın : 1-Yerelden yönetimlerin güçlendirilmesi zemininde adem-i merkeziyetçi bir yeniden yapılanma, 2-Anayasal zeminde eşit vatandaşlık ve 3-Anadilde eğitim imkanı... Siz önce bu konudaki düşüncelerinizi bir açıklayın bakalım ve deyin ki, “ey halkım bakın biz bunları,bunları yapmak istiyoruz, ama bunun için de anayasa değişikliği lazım, bize daha fazla oy verirseniz bunu yapacağız”... Bakın neler oluyor o zaman! Bu halk ki tankların önüne durup darbeyi engelleyerek dünya tarine yazılacak bir mücadeleye damgasını vurmuştur, bu konuda da güvenin ona... Bunu yapmadınız ki siz daha. “Çözüm Süreci” diye sadece tepede birşeyler yapmaya çalıştınız o kadar. Madem ki şimdi “muhatab artık halktır” diyorsunuz, o zaman oturun hemen bir irade beyanı yapın ki ne yapmak istediğinizi bilsin bu halk. AK Parti’yi MHP’lileştirerek çözüm arama yerine halka dönün yüzünüzü ve onlardan isteyin çözümü...
Hadi bakalım kolay gelsin!..
Yorum Yap