- 19.07.2016 00:00
Bu yazı esas olarak 2013 ‘te yayınlanmış. Bazı ilavelerle yeniden yayınlıyorum:
Evet, doğum olayı devam ediyor!. Yeni Türkiye’nin eskinin içinden onu yara yara çıkması olayı devam ediyor! Bu kez Pandoranın Kutusu tam açıldı ve sistem bütün o “Paralel” yapılarıyla birlikte gözler önüne serildi!... Zorlu bir doğum oluyor bu; anne yaşlı olunca işler o kadar kolay olmuyor!... Ama, kaşı gözü yarıla yarıla da olsa sonunda çocuk çıkıp geliyor işte, görüyorsunuz!.
İşte “Devlet”, işte “paralel Devlet”, işte “sivil toplum”, ve işte Yeni Türkiye!... Aşağıdaki şekil bütün bunların hepsini bir arada gösteriyor. Bir tür siyasi pusula gibi!... Kim nerede duruyor, piyasadaki aktörleri yerine oturtarak burada açıkça görebilirsiniz!... Tabi bu arada siz kendinizi de bulacaksınız bu şekilde!... Nerede durduğunuzu belirleyin yeter!...
Türkiye’de iki yüz yıldır bir kültür ihtilali süreci yaşanıyor. Devlet, kendini ve toplumu “batılılaştırıp değiştirerek kurtarma” güdüsüyle bir toplum mühendisliği faaliyetine soyunmuş! Yukardaki şekilde ortaya koymaya çalıştığımız tablo bunun ürünü. Birbiriyle içiçe iki toplum, iki Devlet “iki Türkiye” gerçeği bu sürecin sonunda ortaya çıkmış. Devlet de, “paralel Devlet” denilen o illegal potansiyel-hayalet Devlet de hepsi var bu tabloda! Ama bütün bunların yanı sıra, varolan o eski Türkiye’nin diyalektik anlamda inkarı olarak onun içinden-onun ana rahminden- çıkıp gelen yeni bir Türkiye gerçeği de var!... Aynen o matruşkalara benziyor durum değil mi; hayatın içinde iki tane eski, bir tane de yeni Türkiye gerçeği içiçeler!...
SİVİL TOPLUM NEDİR...
Prof. İsmail Kara, “Cemaatlerin ve tarikatların sivil toplum kuruluşu olmadıklarını ilk defa siz söylediniz değil mi” sorusuna şu cevabı veriyor: “Herhalde… Daha ileriye götürerek ‘Türkiye’de sivil toplum kuruluşu yoktur’ da dedim. (...) Cemaat ve tarikatların zihniyet dünyaları itibariyle devletçi ve merkeziyetçi olduklarını söyleyebiliriz. Türkiye’de bu, aynı zamanda askerlere yakın olmak demek.(...)“Devlet bizimdir ama başkalarının, yabancıların elindedir, bizim elimize geçerse mesele hallolacak” diye düşünürler. Derin bir sistem tasavvurları, devlet fikirleri ve tenkitleri yoktur. Bu, Türkiye’ye karşı müdahalede kullanılma ihtimallerini de artırır...”[1] “Ankara, irtica der, şeriat der, teokratik devlet der, bu sloganlar üzerinden onları mahkûm eder. (...) Ama diğer taraftan da toplumu ayakta tutacak, devleti meşrulaştıracak en köklü ve etkili varlık olarak dinin, yerli dindarlığın bunlar üzerinden, bunlar vasıtasıyla devamını ister, bunu teşvik eder.”
Bu satırları okuyunca bugün AK Parti’yle dalaşan Cemaat’in nasıl olupta geçmişte Ergenekon ve Balyoz Davalarında Devletin “batıcı-derin” kanadına karşı AK Parti’yle ittifak yapabildiğini daha iyi anlıyor insan! Sonra, Taraf’da yapılan o operasyonları falan daha iyi anlıyor!... Bunların-“Cemaatin”- karşı olduğu şey, sadece Devletin o bilinen “batıcı” yanıymış meğer; yani özünde Devletle bir problemleri yokmuş bunların!... Kara’nın dediği gibi “Devlet bizim, ama başkalarının elinde, bizim elimize geçerse mesele hallolur diye düşünüyorlar”mış!... AK Parti ise, eski Devletin yerine Yeni Türkiye’nin yeni devletini (“Milletin devletini”) inşa etmek isteyen bir potansiyelle birlikte aşağıdan yukarıya bir halk hareketi olarak doğdu! Arada bir uçurum var!; ama bir süre-Devletin egemen kanadına karşı- “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerekten bu iki zıt unsur ittifak yapmışlar, olay bu kadar basit!...
Sayın Kara’nın çizdiği tablo birçok doğruya işaret etmekle birlikte bence eksiktir; bu tabloda, tarikatlardan ve cemaatlardan-İslamcı ideolojiden bahsedilirken, sadece bunlaların Devletle olan bağlantısından, Devletçi yanından bahsediliyor. Ve de, Devletin, Devlet sınıfının Abdülhamid’den bu yana altta güreşen öteki yanı olarak İslamcı yanına işaret ediliyor. Ama Türkiye’de İslam, bugün Cemaatin falan temsil etmeye çalıştığı gibi sadece bir Devlet Sınıfı ideolojisi değildir!... Bunun yanı sıra (yani Devletin İslamının yanı sıra) bir de halkın İslamı vardır Türkiye’de. Bugün, sivil toplum güçleri olarak kendi içlerinden modern Türkiye’yi çıkarmaya çalışanlar da onlardır zaten...
Bu ne demek, kimdir bunlar, nedir bu “halk İslamı”, kim temsil ediyor “olmadığı” söylenilen o “sivil toplumu” mu diyorsunuz?
Önce şunu söyleyelim; olmadığı söylenilen o “sivil toplumun” taşıyıcısı, ortaya çıkışı itibariyle bizzat AK Parti’nin kendisidir!... Evet, AK Parti aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir Sivil toplum hareketi olarak doğmuştur, bu açık!... Devrimin birinci aşamasının gerçeği budur. Onun, daha sonra, Devleti ele geçirmeye başladıkça, kendini Devletle bütünleşmiş olarak görmesi (Devletçi ideolojinin etki alanına girip Devletleşme yoluna girmesi) bu gerçeği değiştirmez. Ne yaparsa yapsın, eski Türkiye’nin Devletiyle onun- AK Parti Devletinin- arasında bir tür kan uyuşmazlığı vardır. Çünkü, Osmanlı artığı kadim Devlet anlayışına göre AK Parti herşeyden önce “sözün ayağa düştüğü” bir sürecin ürünüdür; “ayak takımının” Devleti ele geçirmesi olayıdır! Onun, Devletin dışında dayandığı bir kitle temeli vardır ki, bu da Devletin hiçbir şekilde hazmedemeyeceği, kabul edilmesi mümkün olmayan bir durumdur!... Çünkü, Osmanlı’da Devletin DNA sı halkın dışlandığı bir Devlet ve Devlet sınıfı zemini üzerinde ortaya çıkar. Bir tür “çoban-sürü” ilişkisidir bu. Bu anlayış içinde ağzınla kuş tutsan “sürü”den çoban çıkaramazsın!... Dikkat edin, bizde Devlet, Devlet olmaya kendisine halkın-kurucu insanların-dışında bir koruyucu kabuk oluşturmakla başlamıştır. Devşirmecilik geleneği ve yeniçeri ordusunun ortaya çıkışı nedir ki?...
Ha peki, olay burada bitiyor mu?
Elbette bitmiyor! AK Parti Eski Türkiye’nin Devletine karşı bir koalisyon hareketi olarak ortaya çıkmıştı dedik. O, kendi içinde, bir yandan Osmanlı’nın Reaya’sının (Cumhuriyet’in “Halk”ının) Devlete karşı reaksiyonunu temsil ederken- “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” Devlete karşı “göklerden gelen karar” gereğince “kurtarıcı” olma misyonunu barındırırken- diğer yandan, yukarda da belirttiğimiz gibi, yeni bir Türkiye’nin inşasını hedef alan bir sivil toplum hareketi olarak da ortaya çıkar. Yukardaki şekilde bu gerçeği çok açık bir şekilde görmek mümkün. Şu ana kadar olup bitenlerin sınıfsal temeli budur...
Şimdi artık görev, süreci “devrimin birinci aşaması” dediğimiz eski Türkiye içindeki mücadele kulvarından “devrimin ikinci aşaması” olarak ifade etmeye çalıştığımız yeni Türkiye’nin inşası sürecine taşımaktır. Ki bunun da yolu, daha önceki çalışmalarda hep altını çizmeye çalıştığımız gibi “Tarihsel Uzlaşma” anlayışından geçiyor... Haydi Türkiye!...
[1]Oral Çalışlar, Düzce Yerel Haberler, 16.12.2013
Yorum Yap