- 4.02.2015 00:00
„Soğuk Savaş dönemine geri mi dönülüyor“, bu bir „paylaşım savaşı“mıdır?...
Kafası 20.Yüzyılda olan, olayları ve süreçleri hala 20.Yüzyıl paradigmasına ilişkin bir bilgi temeliyle değerlendirmeye çalışan Saray-Danışman-onlara bağlı medya çevrelerine, ideolog kalemlere bakarsanız; ve de, „emperyalistler arasındaki çelişkilere odaklanarak zincirin zayıf halkasında devrim yapma“ hayaliyle yanıp tutuşan „sol-Türk-Kürt devrimci“ çevrelere bakarsanız meselenin özü budur!... Dünle bugün arasında değişen birşey yoktur! Öyle 21.Yüzyılmış, küreselleşmeymiş bunlar hikayedir, sil baştan yeniden!!... Adam gibi giyersin „kefenini“, kuşanırsın ideolojik zırhlarını ve silahlarını, hodri meydan!...
Allahım yarabbim sen bu insanlara akıl fikir ihsan eyle!...
Önce şu aşağıdaki satırları bir okuyalım[1]: Tabi buradaki değerlendirmeler madalyonun sadece bir yanına ilişkin. Ama, madalyonun öteki yanına geçmeden önce bunlara bir göz atalım diyorum:
“Putin’in gerginliği tırmandırmasının perde arkasında petrol fiyatlarındaki düşüş olduğu belirtiliyor. Petrol ve doğalgaz gelirleri 450 milyar dolardan 230 milyar dolara düşen Putin, Ortadoğu’daki hatların Akdeniz’e bağlanmasını engellemeye çalışarak, ülkesini de krizden çıkarmaya çalışıyor.
Rusya, 2012 yılında 450 milyar doları bulan petrol ve doğalgaz gelirlerinin 230 milyar dolar seviyesine düşmesinin ardından yeni hamlelere girdi. Öncelikli hedef dünya enerji piyasasında maliyetleri düşürecek olan Ortadoğu’daki hatlarının Akdeniz’e bağlanmasını önlemek. İhracat gelirlerinin yüzde 70’e yakınını petrol ve gazdan elde eden Putin’in gelirlerdeki düşüşün ardından ekonomik darboğaza girmemek için yeni hamleler yaptığı belirtiliyor. 15 yıldır Rusya’yı yöneten Putin enerji gelirlerini artırarak ayakta duruyor. 2000 yılında 33 milyar dolar olan Rusya’nın yıllık toplam petrol ihracat geliri 2011 yılında 198.7 milyar dolara kadar çıktı. 2014 yılında 184 milyar dolara gerilerken, 2015 ocak-eylül döneminde Rusya’nın petrol ihracatından elde ettiği gelir 69.5 milyar dolar seviyesine geriledi. 2000 yılında 28 dolar olan brent petrolün varil fiyatı 2012 yılında 111.6 dolar seviyesine kadar çıkmıştı. Rusya bütçe gelirlerinin 12.8 trilyon rublenin yarısının petrol ve doğalgaz gelirlerinden oluştuğu belirtiliyor.
Amacı Akdeniz hattını kesmek...
Son yıllardaki gerilemenin ardından, petrol fiyatlarında yeni bir düşüş beklentisi hakim. 30 dolar seviyesine düşeceğine yönelik değerlendirmeler artıyor. Bu durumunda Rus ekonomisinin finansal riske girmesine neden olacağı ifade ediliyor. Petrol fiyatlarındaki 10 dolarlık düşüş, Rusya’nın döviz gelirlerini 20 milyar dolar azaltıyor. Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir de, Türkiye’yi “DEAŞ petrolünü satıyor” şeklinde karalama kampanyasının altında yatanı şöyle anlatıyor: “Bölgede daha hiç el değmemiş çok büyük petrol ve doğalgaz rezervleri var. Bunların Avrupa piyasalarına ulaştırılması lazım. Onun için de Akdeniz’e ulaşması lazım. Birisi Suriye’den diğeri Türkiye’den geçebilir. Oradaki petrol ve doğalgazın Akdeniz’e inmesi Rusya ekonomisi açısından tehdit unsuru. Varili 5 dolara var olan petrol 45-50 dolara var olan Rus petrolü ile rekabete girerse hidrokarbon gelirleri açısından ekonomisi ciddi bir tehlike arz edebilir. Rusya’nın ya bunu önlemesi ya da müdahil olması lazım.”
Rus ekonomisi 2016’da krizde...
Petrol fiyatlarındaki düşüş, Batılı ülkelerin yaptırımları ve ülkeye giren sermaye akışındaki durgunluk nedeniyle zor günler geçiren Rus ekonomisi için 2016’nın da negatif yönlü baskılarla geçmesi bekleniyor. 2015 ilk çeyrekte yüzde 2.2 daralan Rus ekonomisi, 2. çeyrekte yüzde 4.6, 3. çeyrekte ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4.1 küçüldü. Gelecek yıl Rus ekonomisini nelerin beklediğine dair değerlendirme yapan Rus Dışişleri Bakanlığına bağlı Moskova Devlet Üniversitesi Dünya Ekonomisi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Aleksandr Bulatov, 2016’nın Rusya ekonomisi için parlak bir yıl olmayacağını belirtti. Bulatov, gerek Rus yetkililerin gerekse de IMF’nin, gelecek yıl petrol fiyatlarının varil başına 50 dolar civarında seyredeceği öngörüsüne dikkati çekerek, “Bu nedenle Rusya, gayri safi milli hasılasının 2016’da sadece 0.7 artmasını, IMF ise daha kötümser bir tahminle yüzde 0.6 düşmesini bekliyor” dedi”.
Daha ileri gitmeden önce bu noktada İran, ABD ve AB’nin de nerede durduklarına bir bakalım:
İlk bakışta İran’la Rusya’nın çıkarları uzlaşıyor gibi. Kürt petrol ve doğal gazının piyasaya girmesine bağlı olarak fiyatların daha da düşme ihtimalinden onlar da rahatsızlar… Ama öte yandan, ABD ile yapılan anlaşmaya bağlı olarak İran’a uygulanan ambargonun kaldırılması da paradoksal bir şekilde gene petrol ve doğal gaz fiyatlarının düşmesinin bir nedeni olarak ortaya çıkıyor!... Arz talep meselesi bu! Piyasaya sürülen mal arttıkça fiyatlar da düşüyor... Yani İran da çaresiz aslında!...
Ancak tabi İran’ın politikasını belirleyen sadece bu değil. O da Rusya gibi bir 20.Yüzyıl gücü. Yani, onun da petrol ve doğal gazdan başka küreselleşmenin nimetlerinden faydalanarak dünyaya satacağı pek fazla başka bir malı yok. Bu nedenle o da ulus-devlet eksenli bir nüfuz bölgesi peşinde… Ki, bu da, çok açık bir şekilde Şii-din faktörüyle birleşerek anlam kazanıyor.
Dikkat edin, bilgi üreterek dünya piyasalarına katma değeri yüksek mallar süremeyenler, daha iyi kalitede malları daha ucuza üreterek dünya pazarlarında yer tutamayanlar aynen 20.Yüzyılda olduğu gibi bir şekilde kendilerine nüfuz alanı yaratarak pazar paylarını bu şekilde büyütmeye çalışıyorlar!... İran bunu ulus devlet gücüne ideolojik Şii bir maske giydirerek yapmaya çalışırken, Rusya da buldu şimdi bir IŞİD oyuncağı onu kullanarak Sovyetlerden kalma eski nufuz alanlarını yeniden hayata geçirmeye çalışıyor!...
Bu açıdan bakınca Türkiye’nin ikili bir durumu var.
Bunu daha sonra tekrar ele alacağız ama, o da gene bir yanıyla yeni Osmanlıcılık falan yaparak 20.Yüzyıl paradigmasına bağlı bir ulus devlet gücü olarak sahneye çıkmak isterken, diğer yanıyla da, küresel dünyanın bir parçası haline gelmiş omanın verdiği ivmeyle yelkenlerini 21.Yüzyıl rüzgarlarıyla doldurarak yol almaya çalışıyor... Duruma göre, ne zaman hangi yan ağır basarsa buna uygun bir reel politika izleyerek sahnede yer alıyor!...
Amerika’nın tutumu çok ilginç!
Bir yandan, kaya gazı sorunundan dolayı onlar da rahatsız petrol fiyatlarının bu kadar düşmesinden. Çünkü, söylendiğine göre kaya gazı bayağı maliyeti yüksek bir ürün. Zaten Suudi Arabistan’ın da kaya gazını kendisine rakip olarak gördüğü için petrol fiyatının düşük tutulmasından yana olduğu söyleniyor!...
Ama öte yandan ABD-Obama yönetimi 21.Yüzyıl paradigmasına daha yakınlar. Onlar, artık böyle eski tipten ulus devlet oyunlarıyla-enerji paylaşım savaşlarıyla falan- bir yere varılamayacağını gördüler… Bu yüzden de, olup bitenleri pek o kadar önemsemiyormuş gibi bir halleri var! Hiç unutmuyorum, Obama daha başa gelir gelmez belirli bir tarihe kadar Amerika’nın enerji ihtiyacının yenilenebilir enerjiden karşılanabilmesi için oldukça kapsamlı bir rapor hazırlatmıştı… Ve bu yolda şimdiye kadar oldukça önemli adımlar da attılar sanıyorum. Yani Amerika işin odak noktasının bilgi üreterek bunu katma değeri yüksek mallara dönüştürmek olduğunu görmüş ve bu yolda da epey mesafe katetmiş vaziyette.
Tabi petro-kimya-silah sanayiine dayanan Neocon kanat hala etkin ve onlar hala 20.Yüzyıl paradigmasına bağlı olarak politika üretmeye çalışıyorlar. Kısacası, sonuç itibariyle bugün Amerika da ikiye bölünmüş durumda. Şu an bize yansıyan o „Obama’nın kararsızlığı“ görünümünün altında yatan da bu sanıyorum… Baksanıza, Onları asıl ilgilendiren petrolden ziyade IŞİD vb… PKK-PYD de zaten bu konuda işe yaradıkları sürece önemli onlar için…
Şimdi geliyoruz AB’ye…
„Bayram değil seyran değil, eniştem beni son zamanlarda neden bu kadar çok öpmeye başladı“ hesabı, özellikle Rusya’nın şu son Suriye çıkarmasından sonra AB’nin Türkiye’ye karşı tavrı birden değişiverdi! Önce, bunun nedeninin mülteciler sorunu olduğu, AB’nin Türkiye’ye muhtaç olduğu için böyle davrandığı falan söylendi, yazıldı. Bunlar yanlış da değil tabi; ama sonra bir de baktık ki işin rengi daha farklı. Bu farklılığı özellikle Merkel’in Türkiye’ye karşı politika-söylem değişikliğinden ve de ironik bir şekilde Almanya ve Türkiye’deki „solcu-Türk-Kürt“ çevrelerin sanki üzerine bastıkları zemin kayıyormuş gibi telaşlı olmalarından anlıyoruz!... Ne oluyordu, „Merkel oportünizmi Erdoğan Türkiye’sini eleştirip dururken şimdi onları satıyor muydu“!!... Ya!!… ideolojinin gözü böyle kördür işte!!... Bekleyin, daha neler çıkacak ortaya. Hani o bir zamanlar AB deyipte başka birşey demeyen, ama şimdilerde Erdoğan düşmanlığıyla gözleri karardığı için artık başka birşey göremez hale gelen „liberaller“ var ya, bakın göreceksiniz hele onların söyleyecek hiç sözü kalmayacak yakında!-belki bu sefer de Rus yanlısı falan olurlar kim bilir!!- Ama sadece onlar mı, ya o „troller“ denilen AB düşmanı Saray çevresi, Danışmanlar ve o ideolog geçinen şahsa münhasır o medya unsurları!... Ne oldu şimdi o AB düşmanı Rus dostu teoriler!!… Utanmadan hala yazıp çiziyorlar!...
Ukrayna olayından sonra Rusların Ortadoğu’ya da demir atmaya çalışması AB’nin gözünü açmışa benziyor!… Çünkü, petrol fiyatlarının düşmesi Türkiye gibi onların da (AB’nin de) lehine olan bir durum. Eğer Rusya Suriye’ye yerleşipte Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kontrol etmeye başlayarak fiyatların yükselmesine neden olursa (Ruslar böyle düşünüyorlar) bundan onlar da zararlı çıkacaklar…
Tabi bir de, bunun yanı sıra, şu an Türkiye gibi onların da (AB’nin de) enerjide Rusya’ya bağımlı olmaları durumu var. Eğer Kürt petrolü-doğal gazı Türkiye üzerinden piyasaya-AB’ye- girerse bu en çok onların da yararına olacak. Hem Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtulacaklar, hem de fiyatların yükselmesi engellenmiş olacak. Ayrıca, Türkiye’nin önemi sadece buradan da-yani Kürt petrollerinden de-kaynaklanmıyor, işin içinde bir de Azerbaycan-Kafkas petrolü-doğal gazı (TANAP) projesi var… Kısa bir süre sonra bu hat da devreye girecek ki bu da gene AB için çok önemli… Kısacası, öyle anlaşılıyor ki, şu küresel dünyada Türkiye’yle stratejik ilişki içinde olmadan artık AB’ye hayat hakkı yok ve onlar da bunu görmüş durumdalar!...
Peki bir nokta daha, Rusya Suriye’ye yerleşerek Kürt petrolünün akışını nasıl engelleyecek-ya da engelleyebilecek mi?...
Sanıyorum hesap şöyle yapılıyor: Rusya PKK-PYD’ye diyecek ki (diyor ki) „gelin IŞİD’ı Carablus’tan atalım, buraya siz yerleşin. Bakın zaten Türkmenleri de devre dışı bırakıyorum ben, alın size Akdeniz’e kadar bir Kürt koridoru!...“
Bu bir!... İkincisi de şu: Bu arada İran bir taraftan PKK diğer taraftan bastırarak - Rusya’nın da desteğiyle- Barzani de devre dışı bırakılacak!!… Yani, Rusya diyor ki, “bakın, alın işte size birleşik bir Kürt devleti’ni hediye ediyorum!... Tabi bu durum bizim “solcu” Kürt kardeşlerimizin- ve de onların peşine takılan “Türk solcularının”- ağzını sulandırmaya yetiyor; onların, “Allahım rüya mı görüyoruz, tarihin çarkı ennihayet bizim için de dönmeye başladı” diyerek akıllarını başlarından alıyor!!
Şimdi sıkı durun, senaryo daha bu kadar değil!!.. Ne olacak bu durumda, “tarihin çarkı gerçekten o “solcu” kardeşlerimiz için mi dönmeye başladı” ona cevap arayalım:
Türkiye ve Barzani-AB, ABD ve diğer bazı Arap ülkeleri- oturupta bütün bu olup bitenleri seyir mi edecekler sanıyorsunuz!! Tabi hayır! Sonuç, bir yandan Türkiye’nin içindeki „devrimci halk savaşı“ hızlanırken, diğer yandan da Kürtlerin kendi aralarında bir iç savaş başlayacak!!..
Düşünün şimdi, bütün bu hengamenin ortasında PKK-PYD hangi boru hattıyla-veya yolla-Kürt petrolünü Akdeniz’e iletecek ki!?… Buna ne Türkiye, ne de Barzani izin vermez!!... Güney’den Araplar, Doğu’dan Barzani Kürtleri, kuzeyden de Türkiye!! Bunlar tutarda sana yedirir mi o petrolü!!..
Hem onlar olmasa bile bugün size dost görünen o Ruslar yedirir mi o petrolü size!!... Onların amacı zaten Kürt petrollerinin Akdenize inmesini engellemek!!... Yani, neresinden bakarsanız bakın, “Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma hesabıyla” sürekli bir savaş ortamı Kürtlerin belini hep bükük vaziyette tutacak… Rusların istediği bu aslında!... Önce oltayı atıyorlar ve bekliyorlar. Bir kere bunu yuttunmuydu ya artık dizginleri kaptırdığının resmidir!...
Nedense tam bu noktada hep o 1915 olayları ve aldatılan Ermeniler geliyor aklıma!... Neyse!…
İsterseniz tersini düşünelim!... Rusya için durum gene değişmiyor!... Onlar bir kere PKK-PYD yi teslim aldılar ya, “devrimci halk savaşını” ve “Demokratik özerklik” iradesini aşmadan Barzani Kürt petrolünü rahatlıkla Türkiye üzerinden dünyaya pazarlayabilir mi? İki güne bir boru hattına sabotaj falan yapıldığını düşünün, ya da ne bileyim buna benzer engellerin ortaya çıktığını!!... Dikkat ederseniz, bu şekilde her durumda Rusya için Kürt petrolünün yolu kesilmiş oluyor!...
Peki PKK-PYD bu oltayı yutar mı, ya da yutarsa onlar bizim yaptığımız bu hesapları yapmasını bilmiyorlar mı?
Yutarmısı falan mı kaldı, baksanıza yuttular bile!!.. Nedeni ise açık: İDEOLOJİ!...
Allah kahretsin, bir kere gözüne ideoloji denilen o zihinsel virüsün gözlüğünü taktın mıydı ya gerisi kendiliğinden arkadan geliyor!… E diyorsun, “Leninist devrim teorisi” ne güne duruyor! Emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak “emperyalist zincirin zayıf halkasını” yakaladın mıydı ya tamam!... “Rusya, Amerika, AB ve Türkiye, bunların hepsi de emperyalist güçler ve kendi aralarında çatışıp duruyorlar…Bize düşen bu arada ortaya çıkan zayıf halkaya tutunarak kendi borumuzu öttürmek!...” Ne diyelim, kolay gelsin!!...
SONUÇ!...
1- 20.Yüzyıl ve Soğuk Savaş dönemi kesinlikle geride kalmıştır. Yok efendim, amaç bugün de “nüfuz alanları yaratarak dünya pazarlarını paylaşmakmış” falan bunlar artık hikaye!... Dünya pazarlarında daha fazla pay elde edebilmenin yolu artık güçlü bir ulus devlete sahip olarak yeni nüfuz alanları yaratmaktan değil, bilgi üretmekten, daha iyi kalitede malları daha ucuza üreterek piyasaya sürebilmekten geçiyor… Bu konuda var mı önünde bugün bir engel sen ona bak…
Rusya, ve İran’a gelince, bunların ikisi de 20.Yüzyıl kalıntısı güçler. Dikkat edin bakın bunların petrol ve doğal gazdan başka satacak malları bile yok!... Bu nedenle, sahip oldukları petrole ve doğal gaza bağlı olarak ayakta tuttukları ulus devlet güçlerine dayanarak hala 20.Yüzyıl paradigması içinde kendilerine bir nüfuz alanı yaratmaya, artık fosilleşen antika yapılarını bu şekilde ayakta tutmaya çalışıyorlar. Ama inanın bunda hiç bir şansları yok!… Şu an yarattıkları gürültü tehlikeli ama geçici. Çünkü, zemin hızla ayaklarının altından kayıyor… Zaten onlar da bunu gördükleri için bu kadar saldırgan ve hırçınlar!…
Alın Rusya’yı bütün bu ayak oyunlarıyla ne elde edebilecekler? Hiç!... Ruslar Suriye’ye yerleşiyor diye petrol fiyatları yükselecek mi?... Hayır!... İnsan düşünüyor, ulan diyorsun Türkiye gibi bir müttefiki bulmuşsun kendine; bak nükleer santral yapacaksın, sonra Türk Akımı var işin içinde. Otuz milyar doları bulan bir ticaret hacmin var. Bunun 26 milyar doları senin doğal gaz ihracatından geliyor. Üstelik de adamlar tutmuş “Şanghay İşbirliği Örgütü’ne bizi de alın” falan diye yalvarıp duruyorlar!!… Hele o “Danışmanlar” var ya, onlar tam senin istediğin türden politikaları üretip duruyorlar, yok efendim “AB bitmişte”, “Osmanlıyla Rusya’nın arasını tarihte de zaten hep o Batılılar bozmuşta”!... E, bunların bu incilerine Saray da değer biçiyor, daha ne istiyorsun sen? Yani bütün bunlara rağmen Türkiye gibi bir müttefiği bir kalemde silip atmak için insanın gerçekten çok daha önemli nedenleri olması lazım… İşte tam bu noktada Rus ekonomisinin %70 oranında petrole-doğal gaza bağımlılığı giriyor işin içine ve petrol fiyatlarındaki düşüşten sonra artık bıçağın kemiğe dayanmış olması gündeme geliyor… Yani, Rusya’nın öyle üretmekmiş, iyi ilişkilermiş falan diye beklemeye vakti yok!!… Ya herro, ya merro noktasına gelip dayanmış iş, ve onlar da -bizdeki bazıları gibi- “kefenlerini giyerek” kendilerine göre “ya Allah” deyip piyasaya çıkıyorlar!...
2- Gelelim bizdeki Osmanlı hayaliyle yanıp tutuşan jakobenlere:
Şunu anlamıyorum: Örneğin, Kürt petrollerinin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına sunulabilmesi için öyle Osmanlı dönemi kardeşliğini falan temel alan „stratejik olarak derin“ özel bir politikaya ihtiyaç var mıdır? Eğer bu olay her iki tarafın da çıkarına ise bu zaten hayata geçer, değilse, siz istediğiniz kadar „stratejik derinlikten“ falan bahsedin kimse takmaz bunları!..Aynı şey bütün diğer ticari-ekonomik ilişkiler için de geçerlidir. Daha iyi kalitede malları daha ucuza üretip pazarlayabiliyor musunuz siz, pazarda yer tutabilmenin özü budur artık...
Ancak, olayın bu özünü kaçırdığınız an gene o kadim 20.Yüzyıl paradigması çıkıyor ortaya ve bir de bakıyorsunuz bizimkiler için de sorun 20.yüzyıl kalıntısı bir nüfuz bölgesi yaratma- paylaşım mücadelesi sorunu haline dönüşmeye başlamış. Bu durumda tabi onlar da, kaçınılmaz olarak, pazar payını arttırabilmek için ekonomi dışı faktörlere sarılmaya çalışıyorlar! Aradaki tarihi-kültürel bağlar, „Osmanlı mülküne sahip çıkmak, parçaları yeniden ana gövdeyle birleştirmek“ falan derken, hemen bunlardan „kapitalizme alternatif İslami bir bir ideoloji“ yaratarak insanları bu ideoloji etrafında toplanmaya çağırıp, bu arada da paylaşım mücadelesinde Türkiye’nin gücünü arttırabileceklerini düşünüyorlar!..
3-Evet, bu kadar yeter sanıyorum, nerede bulunduğumuz apaçık ortada!. Kim ne derse desin, eskiden olduğu gibi yola devam edemeyiz artık. 20.yüzyıl kalıntısı yöntemlerle, artık çok gerilerde kalan eskimiş bir paradigmayla bu gemiyi yürütmek mümkün değildir. Öyle, ayakları yere-bugüne- basmayan, dünden bugüne uzanmaya çalışırken bir türlü bugünün gerçekleriyle tam olarak buluşamayan, bir ucu ideolojik sapmalara açık „stratejik olarak derin“ politikalarla yeni Türkiye’yi falan inşa edemeyiz. Döviz yükseldikçe cari açık da artıyor, enflasyon da... Bu kadar açık! Senede 50-60 milyar doları-döviz olarak-enerji için dışarıya ödemek zorunda kaldığımız sürece bu çemberi kırmamız pek öyle mümkün görünmüyor (petrol fiyatlarının düşmesine bağlı olarak cari açığımızın azalıyor görünmesinin esasa ilişkin bir çözüm olmadığını hatırlatırız). Bu durumda ya, umudu Azeri-Kürt petrollerine bağlayarak buna uygun paylaşım savaşlarına girmeye çalışacağız-bu türden mücadelelere zemin yaratma amaçlı ideolojik açılımlara kalkışacağız, ya da, oturup bu işin başka bir yolu var mı onu düşüneceğiz.
NEDİR BİZİM DERDİMİZ, AÇIK KONUŞALIM, BİZİ DÜRTEN ENERJİ SORUNU MUDUR?..
Bakın, hep altını çizme ihtiyacını hissediyorum, 21.yüzyılda yaşıyoruz artık, uyanalım!. „Misak-ı Milli“, „eski Osmanlı hinterlandına sahip çıkmak“ falan deyip duruyoruz!!. Bu türden paradigmal bir politikanın tarihin „derinliklerinden“ gelen gerekçelerini arayıp duruyoruz, nedir bizim derdimiz Allah aşkına? İslam ükeleriyle, Orta Doğu’yla olan ekonomik, ticari ilişkileri geliştirmekse mesele tamam, ama, bu durumda rahat olmamız gerekir. Ortak kültür, aynı dine sahip olmanın verdiği ortak değerler zaten bellidir. Yapılacak iş, son yüz yılda Oryantalizmin ördüğü duvarları aşmak, aradaki yabancılaşmayı ortadan kaldırmaktır ki, zaten AK Parti hükümetleri de o ilk on yıllık dönemde bunları çok güzel yaptılar. Davutoğlu politikalarının „stratejik derinliğini“ burada arayacaksak eğer mesele yok, bu konuda aynı görüşteyiz. Ama yok bunlar bahane ise, mesele bunun ötesinde petrol ve doğal gaz paylaşım meselesi ise, mesele, „Osmanlı kardeşliğini“ falan bahane ederek (AK Parti ideologluğuna soyunan bazılarının iddia ettikleri gibi) yeni bir „paylaşım savaşının „ içine girmekse, o zaman işin rengi değişiyor!.
Açık konuşalım demiştik!. Hiç kimse boşuna heveslenmesin, „yeni bir paylaşım savaşından“ medet ummak imkansızdır artık!. Bu türden çabaların astarı yüzünden pahalıya oturur, oturuyor da zaten!... Ha, Kürt petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması falan başkadır. Normal bir ticari ortaklıktır bu. Ancak, meseleyi bunun ötesine götürerek olayı „emperyal“ bir Türkiye’nin „genleşme„ faaliyeti olarak algılayıp Ortadoğu’ya bu gözle yaklaşmak apayrı bir olaydır!..Bu durumda, olup bitenleri 20.yüzyıl mantığıyla yeni bir „paylaşım mücadelesine„ indirgeriz ki, böyle bir anlayışın sonu felakettir!... Türkiye’nin yükselişini „Kapitalizmin Gelişmesinin Eşit Oranda Olmaması Kanunu“ kapsamında değerlendirerek, olup bitenleri, bir zamanlar Almanya’nın yükselişi mantığıyla ele almaya çalışmak bütün bir süreci çıkmaza sokar. Bu nedenle, önce şu gerçeğin altını bir kere daha çizelim. Yeni bir „paylaşım savaşı“ peşinde olanlar, etrafında olup bitenleri bu gözle değerlendirenler yanılıyorlar. Ne Arap Baharı, ne Mısır, Suriye olayları, ne de bugünkü IŞİD, ya da PKK sorunu yeni bir paylaşım savaşı boyutuyla ele alınarak açıklanamaz. İşi bu noktaya indirgeyerek açıklamaya kalkmak, bu türden bir paradigma içinde çözüm yolları aramak daha başından meseleyi çıkmaza sokmaktır. Çünkü, bu durumda bütün olup bitenleri dış güçlere bağlarsın ki buradan bir yere varılamaz!.
4- Siz hiç, „yeni bir paylaşım savaşının ortasında bulunduğumuzu“ düşünen, olup bitenlere bu açıdan baktıkları için, Arap ve Kürt petrollerinin hayaliyle gözlerine uyku girmeyen çevrelerin ağzından enerji sorununun çözümlenmesi için bir kere bile olsa yenilenebilir enerji konusunda bir söz işittiniz mi?..
İşte geldik meselenin canalıcı noktasına:
Bence bugün Türkiye’nin karşısına çıkan sorunları aşarak içine girilen dar boğazdan çıkabilmesi için önünde bir tek yol var: YENİLENEBİLİR ENERJİ alanında bir seferberliğe girmek!...
Bakın, bu alanda, sadece devlet politikası olarak bir hamle yapmaktan falan bahsetmiyorum, SEFERBERLİK bambaşka bir kavramdır!..Bu konuyu, Türkiye için "stratejik derinliği" olan bir konu olarak ele alıyorum ben...
İşte, Türkiye için, geçmişi bugüne bağlayacak "stratejik olarak derin" düşüncelerin bugüne ilişkin bağlantı noktası budur!. İşi hayallere ve ideolojik saplantılara, 20.yüzyıl kalıntısı düşüncelere bırakmadan günümüzle bağlantılı hale getirebilmenin yolu budur!...
5- Hangi açıdan bakarsanız bakın -Davutoğlu’nun TÜSİAD toplantısında da belirttiği gibi- Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır ve 21.Yüzyıl süreçlerinde Türkiye’nin çıkarları AB ile her açıdan bütünleşmiş durumdadır... Düşünsenize, ihracatımızın bile büyük bir kısmını AB ile yapıyoruz. Türkiye’nin bir enerji geçiş koridoru olmasından tutun da, Kafkaslar ve Orta Doğu’ya, Asya’ya açılan kapı-köprü olmasına kadar AB için Türkiye ile bütünleşmekten başka çare yoktur... Yani ne Türkiye AB siz yapabilir, ne de AB Türkiyesiz...
Bu nedenle, en kısa zamanda gerekli adımlar atılarak bu işi artık bir sonuca ulaştırmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum...
6-“Yeni Türkiye”yi inşa sürecinde devrimin ikinci aşamasına geçiş yolunun varoluş koşullarını modern Türkiye’nin inşasında bulan bütün sivil toplum güçlerinin birliğinden geçtiğini yazdım hep. Bu bağlamda, eski Türkiye’nin Devletçi burjuvalarının da artık küreselleşme sürecine bağlı olarak varoluş koşullarını yeni Türkiye’nin inşasında bulduklarını, bu nedenle burjuvazinin birliğinin sağlanmasının stratejik önemi olan bir olay haline geldiğini yazdım... Anadolu burjuvazisinin jakoban ideologlarının “mülksüzleştirme”, “intikam” çığlıklarının tersine, burjuvazinin birliği sağlanmadan işçi sınıfının birliğinin de sağlanamayacağını söyleyip durdum. Bu açıdan, sayın Davutoğlu’nun AB zirvesi dönüşü TÜSİAD toplantısına katılarak burada yaptığı yapıcı konuşmayı çok önemsiyorum, inşallah bir yerlerden frene falan basılmaz da bu türden işbirliklerinin sonu gelir diye düşünüyorum!...
Bir önceki yazıyı şöyle bitirmiştik, tekrar edelim:
“Yerel yönetimlerin özerkliği konusunda AB sözleşmesine konulan “çekinceler” derhal kaldırılmalı, bütün Türkiye için yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik bir özerklikle birlikte, eşit vatandaşlık statüsü ve anadilde eğitim esasını temel alan adem-i merkeziyetçi yeni demokratik bir anayasa için irade beyanında bulunulmalıdır...
Türkiye derhal, ama derhal bu adımları atmalıdır; aksi taktirde önümüzde kelimenin tam anlamıyla bir kaos ve yıkım tuzağı var”!...
Bütün diğer adımlar içinde atılması öncelik taşıyan adım budur... Bu olmadan zaten ne AB ile ilişkiler gelişir, ne de ülkeye yeniden küresel sermaye akışı başlar...
Ha, bu ara Rusları da ihmal etmeyelim... Şu ana kadar olayı iyi yönettik, sükuneti elden bırakmadan!...
Yorum Yap