- 4.02.2015 00:00
-HANİ BİZDE “SOL SAĞDIR, SAĞ DA SOL” DİYE BİR SÖZ VARDIR YA, SAKIN İNANMAYIN(!), ÇÜNKÜ BUNLAR DEVLETİN SAĞI VE SOLUDUR! SÖYLEYİN BANA ŞİMDİ, SAYIN ERDOĞAN VE “DANIŞMANLARI” SAĞCI MI YOKSA SOLCU MU!?..
Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul'da Girişimcilik Ödülleri Töreni'nde enflasyon faiz ve “helal bir düzen” hakkında konuştu. "Ne pahasına olursa olsun kazanılan" değil "hak, hakkaniyet, helal ölçüsünde kazanılan" bir iktisadi sistemi arzu ettiklerine değinen Erdoğan, bunun kendi tarihlerinde, kültürlerinde "ahilik" adıyla kurumsallaştığını aktardı. "Ne diyorlar? İnsanı böyle adeta çıldırtacaklar, enflasyon düşerse faizi düşüreceklermiş. Bu anlayış anlayış değil, bu yanlış bir mantık, doğru bir mantık değil çünkü enflasyon sebep, faiz netice değildir. Faiz sebep, enflasyon neticedir" dedi.[1]
Göreve geldiklerinde devletin borçlanma faizinin %63 olduğunu hatırlatan Erdoğan,12 yılda bunu tek haneli rakamlara kadar indirerek %4,6'ya düşürdüklerini, ancak tam bu ara Gezi Olayı’nın patladığını ve faizlerin yeniden yükselişe zorlandığını söyledi. Erdoğan, bir üst aklın yönettiği bu operasyonla faizin %4,6'dan birden nasıl tekrar çift haneli rakama yükseltildiğinin altını çizdi..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomi yönetimini adeta istifaya zorlarcasına eleştirerek diyor ki:
"Şu anda bağımsız bir kurul olarak Merkez Bankamızın özellikle Avrupa'da, dünyada faiz oranları düşerken hala bu faiz oranında direnmesini doğru bulmuyorum. Düşürmesi lazım. Biz biliyoruz ki faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Eğer biz girişimcimizi teşvik edeceksek bu faiz oranlarının düşmesi lazım ki yatırımlar artsın. Eğer bunu düşürürsek yatırımı, istihdamı, üretimi arttırırız. Bunu düşürürsek girişimcimizle beraber ülkemizin dünyadaki piyasalarda rekabet gücünü artırırız. Ben zaman zaman arkadaşlarımıza da söyledim. Amerika'da faiz oranı kaç? Yüzde 1. Bazen 1,5. Japonya'da eksi. Avrupa'ya geliyorsun 1-1,5 buralarda. Peki kardeşim bize, size ne oluyor da hala siz buralarda direniyorsunuz? Bu olabilecek bir şey mi? Bu adımın bir defa atılması gerekiyor“..
Böyle bir makaleyi kaleme alarak Erdoğan’ın konuşmasını-duruşunu eleştirdiğim için sakın benim yüksek faizi savunduğumu falan sanmayın ha! Ben sadece ekonominin böyle yukardan talimat vermeyle yönetilemeyeceğini, Merkez Bankası'nın bağımsızlığının önemli olduğunu söylemek istiyorum o kadar!. Yani eğer faizi düşürmek gerekiyorsa bu, ekonomi yönetiminin objektif verileri değerlendirerek alacağı kararla olsun, siyasi iradenin talimatıyla olmasın, çünkü bunun zararlarını bu ülke daha önce çok gördü demek istiyorum..
Bakın, size bir link veriyorum:
http://www.duzceyerelhaber.com/Munir-AKTOLGA/23338-Ne-oluyor
Bu konuyu daha önce yukardaki makalede bütün ayrıntılarıyla ele aldığımız için-bu işin altında nelerin yattığını daha önce orada ortaya koymaya çalıştığımız için- şu an burada aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum!..
Şu anda petrol fiyatları biraz düştüğü için “cari açığımız” azalma eğilimine girdi ya, hemen başa döndük gene ve 2013 başlarındaki söylemleri tekrarlamaya başladık!. Halbuki petrol fiyatlarının düşmesi kalıcı bir olay değil ki!. Bu arada mevcut durumdan istifade ederek cari açık sorununa kalıcı çözümler üretmeye çalışmak yerine hemen başladık gene havalarda uçmaya!.. Peki, bu konuda kalıcı çözüm önerisi var mıdır, varsa bu ne olabilir mi diyorsunuz, o halde bakın işte benim önerim:
http://www.duzceyerelhaber.com/Munir-AKTOLGA/28986-Nereye-geldik-nerede-duruyoruz-1
Ha, bütün bunlar yetmez mi diyorsunuz, o zaman tamam, gelin nükleer enerji-linyit santralleri konularını falan da tartışalım, ben bu konuları tartışmaya da açığım.. Burada önemli olan, var olan yapısal bir gerçeği -“cari açık” olayını- ortadan kaldırmanın yollarını aramak yerine, böyle birşeyi görmezlikten gelerek -sanki hiç yokmuş gibi davranarak- kendini Almanya’nın, Japonya’nın, Amerika’nın yerine koyup politikalar üretmeye kalkmak, Türkiye’nin durumunu onlarla kıyaslamak..
Söyler misiniz bana şimdi, enflasyonun bugün halâ halâ %8,25 olduğu bir ülkede (Aralık 2014 rakamı) nasıl Almanya'daki, ya da ABD veya Japonya’daki gibi sıfır faiz politikası uygulayacaksınız?. Çok basit, sen bu adımı atarsan adam getirmeyiverir parasını ve orada iş biter!.. Ama olmuyor işte, senin işin o noktada bitmiyor ki! Çünkü, Türkiye'nin gelecek olan o dövize ihtiyacı var!.. Onunla dönüyor halâ sistemin çarkları!..
Mesele çok açık: Sizin, cari dengeyi sağlayabilmek için dışarıdan gelecek dövize ihtiyacınız var mı?, var!.. Diyelim ki, 1000 Lr.lık bir bütçeniz var, ama siz 1500 Lr. harcıyorsunuz. Aradaki bu farkı kapatmak için 500 Lr.lık bir fona ihtiyacınız olacak mı, “hayır yok” diyemeyeceğinize göre, olacak!. Peki bu fonu nereden bulacaksınız? Üç yolu var bunun. Ya IMF ‘den alacaksınız!! Ya yatırım için gelen küresel sermaye getirecek bu dövizi, ya da dışarılara göre bir miktar daha fazla faiz geliri elde etmek isteyen “sıcak para” denilen küresel fonlar.. Durum çok açık!.. Sen, “kardeşim ben faizi kaldırıyorum” dediğin an özellikle sıcak para denilen döviz akımı kesiliveriyor (“varsın kesilsin, canları cehenneme” diyebiliyor musunuz!!).. Öyle olunca da tabii dövizin TL karşısındaki değeri yükseliyor.. Ve bu durumda siz de dışardan döviz almak için (dövizle olan ödemelerinizi karşılayabilmek için) daha fazla TL ödemek zorunda kalıyorsunuz.. Yani, ha bir miktar faiz vererek dövizi uygun seviyede tutmuşsunuz, ha ihtiyacınız olan dövizi daha fazla TL vererek satın almışsınız.. Sorun bu. Bu da yapısal bir sorun.. Şu an petrol fiyatları düştüğü için cari açığımız da biraz azalma yönünde ama bu kalıcı değil ki, yani sorun yapısal yanıyla ortada duruyor; yarın petrolün fiyatı yükselince gene oturup yağmur duası eder gibi dışardan döviz beklemeye başlayacağız..
Bakın, aynı oyun 2013 Ocağında da oynandı!.. %9,5 enflasyon varken politika faizleri gene siyasetin -sayın Erdoğan’ın ve Çağlayan’ın- zorlamasıyla %4,5 e indirildi, ardından da, “bu da yetmez, faiz %2,5’a sonra da sıfıra indirilmelidir diye demeçler verildi!.. Peki sonuç ne oldu o zaman? Bir yandan Gezi olayları patlak verirken, öte yandan da döviz aldı başını gitti!!.
Öyle Gezi Olayı’nı falan hemen “üst akıla” havale ederek işin içinden sıyrılmaya kalkacağımıza biraz da kendimize dönelim ve “biz ne yaptık” diyerek kendimizi eleştirmeye çalışalım.. Onu “üst akıl” yaptı, bunu “Paraleller” yaptı falan diyerek kolay çözüm yollarına girilirse, o zaman bu iş inandırıcılığını kaybeder.. Ne yazık ki iş hızla o noktaya doğru gidiyor! Nasıl gitmesin ki!.. Yıllarca Ergenekon, Balyoz Davaları, darbeciler yargılanıyor falan diye tempo tutarken şimdi bir de bakıyoruz ortada birşey yokmuş meğer!!.
Neyse.. Geride kalan dönemdeki dövizin yükselmesi olayından bahsediyorduk: O zaman, döviz alıp başını gidince, “sıcak paranın da canı cehenneme, gelmezse gelmesin, gitsin varsın” diyebildik mi? Erdoğan’ın da o günlerdeki halini çok iyi hatırlıyorum. Merkez Bankası birden frene basarak faizleri yükseltince o da o zaman, “demek ki ekonomi yönetimimiz böyle gerekli görmüş” demek zorunda kalmamış mıydı?.. Ne diyebilirdi ki başka zaten! Çünkü, beğenmediğin o dövizin akışı belirli bir denge içinde seyretmeden senin çarkların dönmüyor. İstesen de istemesen de senin gerçeğin bu!
Şimdi söyleyin bana lütfen, öyle yukardan demeçler vererek -talimatla ekonomi yönetmeye kalkarak- faizler düşürülebiliyor muymuş, yoksa, tam tersine sonuç mu veriyormuş bu türden müdahaleler!.. Ama kabahati öyle “yüksek akla” falan yüklemeden cevap verin lütfen.. O “yüksek akılın” aklı yüksek oluyor da sizinki-sizin aklınız niye “yüksek” olmuyor derler o zaman!!..
Bakın tekrar altını çiziyorum, eğer bu kadar kolaysa bu iş ve de Türkiye gibi yapısal olarak “cari açık” sorunu olan bir ülkede bile “faiz neden, enflasyon sonuç” ise, yani sayın Erdoğan’ın ısrarla söylediği gibi enflasyonu düşürmek için önce siyasi bir karar alarak faizleri düşürmek gerekiyorsa, bu durumda şu Avrupalı politikacılar -örneğin Merkel- enflasyonu arttırmak için neden faizleri arttırma yoluna gitmiyorlar acaba? Çünkü onların da derdi çok düşük seyreden enflasyonu arttırabilmekte!..
Hadi Babacan'ı, Şimşek’i, Başçı’yı falan bir yana bıraktık, onlar sayın Erdoğan’ı “çıldırtmak için” yapıyorlar bunu; ama şu Avrupa Merkez Bankasını yönetenler, Avrupalı ekonomistler kimi “çıldırtmaya çalışıyorlar” acaba!? Adamların bizim gibi “cari açıkları” falan yok, tam tersine “cari fazlaları” var (faiz oranı sıfır ya da sıfıra yakın olan Almanya, ABD, Japonya gibi ülkeleri kastediyorum). Bu yüzden de elleri rahat, yani bizim gibi dışardan gelmesi beklenen dövize falan ihtiyaçları yok!. Sırf yatırıma yönelinsin, ekonomi canlansın ve de enflasyon en az iki puan artsın diye faizleri sıfıra indirdiler (aslında “indirdiler” kelimesi bile doğru değil, ekonominin belirli kuralları varsa eğer “indi” demek lazım) ve de halâ orada tutuyorlar; ama sonuç sıfır, ne yatırımlar artıyor ne de enflasyonda bir kıpırdama var ortada!.. Enflasyon, adeta dalga geçer gibi tık demiyor, bir adım bile yukarıya çıkmıyor!!. Adamlar, şimdi bir de her ay 60 milyar dolar tahvil alımı yaparak piyasayı Euro’ya doyurmaya işine giriştiler, ama bundan da bir sonuç alıp alamayacakları belli değil! Yani ne yapsalar bir türlü artmıyor Türkiye’nin düşürmeye çalıştığı o enflasyon!!. Neredeyse “çıldıracaklar”, kafayı yiyecekler!!
Gerçekten çok cahil insanlarmış şu Avrupalılar!!.. Madem ki bu işi bilmiyorlar, neden bizimkilerden öğrenmiyorlar ki!!. Madem ki bu iş bu kadar basittir, yüksek enflasyonun nedeni yüksek faizdir, o zaman Avrupa Merkez Bankasını yönetenlerin de enflasyonu arttırmak için hemen faizleri arttırmaları gerekmez mi!! Bu konuda Avrupa Merkez Bankası ile acilen temasa geçilmesi lazım. Çünkü eğer Avrupa’da faizler artar, buna bağlı olarak enflasyon-yatırımlar da artar ekonomi yoluna girerse, o zaman bu bizim ihracatçıların da işine gelir!. Ne de olsa ihracatımızın büyük bir kısmını (%44) AB’ ülkelerine yapıyoruz. Yüksek Euro-insanların satın alma güçlerinin artması- demek bizim için daha fazla ihracat demek..
Yaşasın “Ahi düzeni”, yaşasın “kapitalizme alternatif İslami-helâl bir düzen”!..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra, faiz başta olmak üzere bütün kötülüklerin kaynağı olan kapitalizmi eleştirerek onun yerine “ahilik geleneğini” temel alan, “haksız ve kıran kırana rekabet ve insanı insanın kurdu olarak gören bir sistemin yerine, komşusunun siftahını da düşünen, onu da dert edinen bir anlayışı tavsiye ettiğini” kaydederek, "Günümüz dünyasında ahiliğin o kanaat anlayışını esas alan yaklaşımını yeniden diriltmeye, canlandırmaya ihtiyacımız var. Dayanışmanın, paylaşmanın, dostluğun, kardeşliğin olmadığı bir iklimde sınırsız kazanma hırsı kimseyi mutlu, abad etmez" diyerek devam ediyor.
Bir şarkı sözü vardır ya "dön dolaş yine bana gel" diye! Bu iş de aynen ona benzedi galiba!.. Dönüyorsun, dolaşıyorsun sonra bir de bakıyorsun ki, bütün yolların "Roma'ya çıkması" gibi bizde de bütün yollar DEVLET’E -o eski, bildiğimiz Türkiye'nin Osmanlı Devleti’ne- çıkıyor, helal olsun!!..
Hani İdris Küçükömer’in “bizde sol sağdır, sağ da sol” diye bir sözü vardı ya, söyleyin bana şimdi, sayın Erdoğan da sağcı mı, yoksa solcu mu!?..
İşin o tarafını artık ben de karıştırır oldum ama, 70’lerin “solcu” UDD, ya da MDD teorilerinden esinlenerek sayın Erdoğan’ın bu türden konuşmalarını hazırlayan o “danışmanlarının” ne oldukları açık: Bunlar hem milliyetçi, hem solcu, hem de İslamcı sosla karışık ideolojik-jakoben bir anlayışı temsil ediyorlar!... Bakın bu konuda da daha önce neler yazmışız:
Aynı konuşmada sayın Erdoğan Ahi'leri hatırlatarak kapitalizme alternatif, “daha ahlaki” ve “helâl” kazancı temel alan, “rekabetin değil, dayanışmanın temel olduğu bir sistemi” de öneriyor.. Ki, bu da bana gene bir yıl önceki (yukarda linkini verdiğim) çalışmamı hatırlattı. Eğer, “helâl” kazancın esas olduğu, “haram olduğu için faizin yasaklandığı” “kapitalizme alternatif İslami sistemin” nasıl birşey olduğunu bilmek istiyorsanız mutlaka bu çalışmaya bir kere daha göz atmanızı öneriyorum!. Çünkü artık sözün bittiği yerdeyiz. Daha fazla ne yazılıp söylenebilir ki!.
21.Yüzyıl da, küreselleşme çağında, üretici güçlerin-kapitalizmin gelişmesi için küresel bir işletme sistemi olarak rekabetin en önemli kaldıraç olarak yeniden keşfedildiği bir dönemde, sen tutup, rekabetin yerini dayanışmanın aldığı Ahi geleneğini temel alan kapitalizme alternatif bir sistemden bahsedebiliyorsan eğer, pes o zaman!..
Tam bir paradoks! Bir yanıyla Marksizmle soslanmış İslami- Ahileri örnek alan- “eşitlikçi bir düzen” anlayışı, yani, “sağ soldur” mantığına uygun bir tür “solculuk”, ama öbür yanıyla da, o Ahi düzeninin de köküne kibrit suyu eken mutlak merkeziyetçi bir düzenin temsilcisi olan Sultanları “ecdadımız” denilerek göklere çıkarılması!!..
Bir kere, daha işin başında, konuşmaya “herkesin “helâl” kazanç peşinde olduğu, kimsenin komşusunun malında gözünün olmadığı, rekabeti değil hakça kazanmayı temel alan bir düzen” diye başladığınız an olay sona eriyor!.. Çünkü, 21.Yüzyıl koşullarında böyle bir düzen anlayışı, bütün iyiniyetine rağmen döner dolaşır sonunda en iyi tabirle otoriter, antika bir düzen-devlet anlayışına varır!..
Sayın Erdoğan, “ahilik geleneğinin haksız ve kıran kırana rekabet ve insanı insanın kurdu olarak görmek yerine komşusunun siftahını da düşünen, onu da dert edinen bir anlayışı tavsiye ettiğini kaydederek, "Günümüz dünyasına ahiliğin o kanaat anlayışını esas alan yaklaşımını yeniden diriltmeye, canlandırmaya ihtiyacımız var. Dayanışmanın, paylaşmanın, dostluğun, kardeşliğin olmadığı bir iklimde sınırsız kazanma hırsı kimseyi mutlu, abad etmez" diyor!.
Ben de diyorum ki, sayın Erdoğan, her ne kadar Amerika’yı Müslümanlar keşfetmişse de(!) şu kapitalizmi keşfetme işini bari biz üstlenmeye kalkmasakta onlara bıraksak nasıl olur!. Çünkü, o kapitalizm denilen olay, bırakalım Osmanlı Devleti’ni bir yana, daha bizim Selçuklu Devleti bile kurulmadan önce Avrupa’da gelişmeye başlamıştı!.. Gelişmesinin belirli bir aşamasında serbest rekabetçi bir dönemden geçmiş, derken, tekelci dönem ve de sonunda, küreselleşme süreciyle birlikte de rekabeti yeniden keşfederek bugünlere gelinmiş. Bu nedenle, biz şimdi kapitalizmi yeniden keşfetmek, ya da “helâlinden” yeni bir kapitalizm yaratmak yerine önce şu Kemalist eğitim sistemini bir değiştirsek de, bilgi üretimine yönelik yeni nesiller yetiştirmeyi hedef alan modern bir eğitim sistemine geçsek, enerjimizi bu yöne seferber etsek daha iyi olmaz mıydı!
Sayın Erdoğan, bakın, ben Kemalizme, devletçi elite karşı verilen mücadelede başından beri sizi ve AK Parti’yi destekledim.. Ama hiçbir zaman sizi bir mesih, ya da biad edilmesi gereken bir Sultan olarak falan görmedim!.. Yapılan her doğru işi desteklerken, yanlış olduğunu düşündüğüm şeyleri de eleştirmeye çalıştım.. halâ da bunu yapıyorum.. Ama bugün Devletle-Kemalist ideolojiyle nasıl bir ittifak yapılmaya çalışıldığını gördükçe, artık bütün bunlara tahammül edemez hale geldim!.. Neymiş efendim, 1938'e kadar herşey iyiymişte ondan sonra bozulmuş düzen!!. Dün, bunu sadece sizin “danışmanınız” söylüyordu, ama bugün siz de başladınız aynı şeyleri tekrar etmeye! Nedir bu şimdi!!.. ”Paralellere” karşı ittifak yapacağım derken kantarın topuzunu ta buralara kadar kaydırmanın; hatta, daha da ötelere giderek ta o Sultanlara, Ahilere kadar kaydırmanın ne alemi vardı!.. On yıl ne güzel yönettiniz bu ülkeyi. Şimdi, göz göre göre eyvallah mı diyeceğiz bütün bu sapmalara!..
Bakın, madem ki 21. Yüzyıl’da da Yeni Türkiye'ye Ahilik düzenini örnek olarak gösteriyorsunuz, o halde önce biraz Ahilik nedir onun üzerinde duralım:
Bizdeki Ahilik sistemi, çıplak gözle bakınca Batı'daki Ortaçağ Lonca Sistemine benzer. Ama işin içine girdiğiniz zaman olayın bambaşka olduğunu görürsünüz. Çünkü Loncalar, içinde kapitalizmin filizlenmeye başladığı Kent Toplumunun ürünüdür. Feodal toplumun bağrında gelişmeye başlayan Kent bir kapitalizm fideliği olarak işlev görür; ipek böceğinin kozasına benzer o.. Loncalar da burada -yani Kentin içindeki- yarı feodal bir niteliğe sahip olan zanaatkarların kendi içine kapalı, rekabeti engelleyen-dayanışmacı ve tekelci meslek örgütleridir. Zaten daha sonra gelişen kapitalizm onları da siler süpürür!..
Bizdeki Ahilik ise çok daha farklıdır. Bir kere bizde öyle KENT toplumu diye birşey yoktur. Bizdeki şehirler hiçbir zaman Batı'nın kapitalizm fideliği olan o Kentler gibi değildir. Bunlar antika yerleşim birimleridir o kadar. Her gelenin fethettiği, kendi borusunu öttürdüğü antika oluşumlardır.. Ahilik, işte bu antika yerleşim birimlerinde -şehirlerde- Osmanlı’nın ilk dönemlerinde ortaya çıkan Lonca benzeri meslek örgütleri oluyor. Osmanlı’yı kuran yerleşik toplum güçlerinin -şehir emekçilerinin- meslek örgütleridir onlar.. Zaten daha sonra, Devletleşmeyle birlikte Devlet bunları da kendisine rakip görür ve Ahilik düzeni de kaybolur gider!. Yani o "ecdadımız" denilen Sultanlar Ahiliğin de köküne kibrit suyunu ekerler!.. Bunların yerini Devletle bütünleşmiş örgütler-Loncalar alır.. Ancak bunlar -yani bu loncalar- daha başlangıçtan itibaren Devlete bağımlı olarak- onunla birlikte geliştikleri için hiçbir zaman Ortaçağın Kentlerindeki Loncaların rolünü oynayamazlar. Devlet kendisine rakip bir burjuva sınıfının gelişmesini istemezken, Loncalar da aynı şekilde Devlete bağlı düzenlerinin bozulmasını istemezler..
Kısacası, hem "ecdadımız" diyerek Sultanlara sahip çıkmanın, hem de, onların ortaya çıkışıyla birlikte yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilen-çekilmek zorunda kalan Ahilik düzenini bugünkü modern Türkiye kapitalizmine örnek olarak göstermenin hiçbir mantığı yoktur!.. Erdoğan'ın konuşmasını hazırlayanlar eklektik bir kafa yapısıyla tam bir tarih salatası yapıyorlar!!..
Öyle bir teori yaratacaksın ki bu, Anadolu burjuvalarının içindeki -başta inşaatçılar olmak üzere- bir fraksiyonun hırsına, dünya görüşüne uygun olsun!!.. Bunların bankaları yok, bu yüzden de öteki büyükler gibi kolayca kredi falan bulamıyorlar ya, o halde "faiz haramdır" falan diyerek “hakça-helâl bir düzenden” -Devletçi bir düzenden- bahsedeceksin! Ve de mümkün olduğu kadar bütün bunların üzerine “mazlum” rolünü pekiştirmek için "solcu" bir sos süreceksin!! Pes gerçekten, ve de tekrar helal olsun!!..
Merak etmeyin, Türkiye, Suriye, Mısır falan gibi üretici güçlerin halâ çok geri olduğu basit bir Osmanlı ülkesi değildir artık. Yani öyle kapitalizme alternatif "helâlinden İslami sistemler" falan kurarak kimse bir yere gidemez!!..
Bize gelince, ne yapalım, gülü seven dikenine katlanacakmış!.. Bizim burjuva devriminin “acilciliği”- jakobenliği de böyle oluyor işte!.. Su akar kendi yolunu bulur.. enseyi karartmayın!..
Yorum Yap