- 28.04.2013 00:00
İÇİNDEKİLER
-GİRİŞ..
-ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞMENİN DİYALEKTİĞİ..
-ULUS DEVLET NASIL-NEDEN ÇÖZÜLÜYOR..
-SONUÇ..
GİRİŞ
Uluslaşırken küreselleşmek!..Ya da, uluslaşırken, “ulus devlet” olarak çözülmeye başlayarak küreselleşme sürecinin bir parçasıhaline gelmek..İşte, Türkiye’de yaşanılan sürecin diyalektiği budur!
Ama sizler, siz ulusalcılar-ulusalcı “solcular” ve de “sağcılar”, ya da, etnisite peşinde koşan 20.yy kalıntısı “milliyetçiler”- daha başka bir deyişlede, Osmanlı’dan bu yana yaşanılan kültür ihtilali sürecinin ürünü olan “modern” devşirmeler, sizler bu diyalektiği hiçbir zaman kavrayamayacaksınız! Kim olduğunuzu, hangi sürecin ürünü olarak ortaya çıktığınızı, bu topraklarda hangi fonksiyonu yerine getirdiğinizi kavrayamadan çekip gideceksiniz bu dünyadan, yazık!.
ULUSLAŞIRKEN KÜRESELLEŞMENİN DİYALEKTİĞİ..
Aslında herşey o kadar basit ve gözler önünde ki!..
Ta o İttihatçılardan başlayarak gelen sürecin amacı -ve de tabi, daha sonra bütün bir Kemalist devrimin amacı- imparatorluğun kalıntılarından bir “Türk” kimliği-ulusu yaratmak değil miydi? Ne demektir bu? Demek ki o zamanlar Türk ulusu-ulusal kimliği diye birşey yoktu henüz daha ortada!. Ne vardı peki? Devlet vardı! Hangi devlet olduğu açık: Osmanlı Devleti. Ne yapmaya çalıştı peki bu devlet? Kendisini bir Türk Devleti -sonrada Türk cumhuriyeti- olarak ilan ederek, kendine uygun “Türk vatandaşları” yaratmaya çalıştı. Amaç açıktı: Devleti kurtarmak için ona dayanak olacak bir burjuvazi ve bir ulus -Türk ulusu- yaratmaktı amaç! Ama, heryerde devleti ulus mu yaratıyordu; olsun, bizde de ulusu devlet yaratırdı!..
Ne oldu peki sonra? 1950’de ne oldu? İşte dananın kuyruğu burada kopuyor! 1950 rasgele bir iktidar değişikliği olayımıdır, yoksa bir devrim midir; Devletin devşirme-yapay bir ulus yaratma politikasına karşı, aşağıdan yukarıya doğru gelişen-farklı tipten bir uluslaşma sürecinin doruk noktasıbir burjuva devrimi midir?
Ama dikkat edin, “basit bir iktidar değişikliğidir” demeye meyilli iseniz eğer, o zaman da arkadan hemen; peki, 27 Mayıs niye yapıldı o zaman sorusu gelir!..Yok eğer, 1950 bir devrimidir, burjuva devrimi sürecinde bir milattır diyorsanız da, bunun hakkını vermeniz, bu sözün ne anlama geldiğini görmeniz lazım! 27 Mayıs için de öyle! Hem tutup, son günlerdeki modaya uyarak “27 Mayıs darbesine karşıyım” diyeceksiniz, hem de 1950’yi yerine oturtmayacaksınız, olmaz! “Darbe yapılmasaydı da Menderes demokratik yollarla düşürülseydi” demektir bu!. Aynen Ecevit’in 12 Mart’a karşı çıkışı gibi! Özünde darbecilerle aynıyerde duruyorsun sen de, onlarla amacın aynı, ama aranda metod farkıvar!. Onlar, “bu işdarbeyle olur” derken, sen “hayır demokratik yollarla olsun” diyorsun[1]) !. Olay budur. Yani özünde bir fark yok aranızda! İkiniz de aynıdavaya hizmet ediyorsunuz sonunda. Bir yanda, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir burjuva devrimi süreci, bununla birlikte de, üretici güçlerin geliştiği bir Türkiye var; diğer yanda ise, Osmanlıartığıbir devlet sınıfının peşine takılarak, bu süreci baltalamaya, eskiden beri varolan statükoyu savunmaya çalışan bir cephe hareketi! Önce bu tablo içindeki yerini bir belirle bakalım! Ha, sen de statüko cephesinin içindesin, ama gene de bu cephe içindeki yol arkadaşlarınla aranda yöntem farkın mı var, bu ayrıdır! Önce bu noktanın bir altınıçizelim!
Dönüyoruz başa: Kemalist devrimin amacı devlete uygunbir ulus-ve bir ulus devlet yaratmak, bu ulus devlete sahip çıkacak bir burjuva sınıfıyaratmak“ değil miydi?, Yukardan aşağıya doğru yapılan o toplum mühendisliği harikası kültür ihtilaliyle batıcı-Kemalist yurttaşlardan oluşan bir ulus yaratmak değil miydi amaç? Peki ne oldu sonra? 1950 ile birlikte, bu sürecin kendi diyalektik zıttını yarattığı da anlaşıldı! Yani evet, bir uluslaşma olayı yaşanılıyordu bu topraklarda, ama bu sürecin sonunda ortaya çıkan ulus, Türkleri, Kürtleri ve bütün diğer etnik kimlikleriyle birlikte kendini Türkiyelilik üst kimliğiyle ifade eden bir Türkiye ulusuydu! Yani, Devletçi beyaz Türklerin ve onların “ulusunun” yanı sıra, bir de bütün o Reaya statüsünde olan “ötekilerin” ulusu çıkmaya başlamıştı ortaya! Devletin “ulusu” ve Türkiye ulusu!.. İşte olay budur!
Ama hepsi bu kadar değil! Bu süreç Türkiye’de, kaçınılmaz olarak, küreselleşme sürecine paralel bir yol izleyerek gelişmiştir. Çünkü, sadece geleneksel güçlere-iç dinamiklere- dayanarak tekelci Devlet sınıfının oluşturduğu mekanizmayı -II.Mahmut artığı o tarihsel kabuğu- altetmek, kırmak çok güçtü!. Ta, Osmanlı’dan beri kurulan bir düzendi bu. “Batılılaşma” adı verilen emperyalist bir kültür ihtilaline paralel olarak gerçekleşmişti. Bu yüzden de iç dinamikler yetersiz kalıyordu bu kabuğu kırmakta. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül bunun en açık göstergesiydi. İç dinamiklerle kabuğu çatlatıyordun, ama bütün o çatlaklar sonra gene tamir ediliyordu! Ama ne oldu sonra, vakti zamanı gelince “imkânsız” olan gerçekleşti ve Özal’la birlikte sistem dışa açılarak küreselleşme süreciyle bütünleşmeye başladı. Aslında tabi, Devlet sınıfı için de başka çözüm kalmadığı için gerçekleşiyordu bu. Üretici güçlerin gelişme seviyesi öyle bir noktaya erişmişti ki, bunları artık eski Devletçi çerçeve içinde tutmak mümkün olamıyordu. İşte, kabukların kırılması ve sistemin dışa açılması bu diyalektiğin sonucu oldu..Özal’la başlayan süreç daha sonra da Erdoğan’ı doğurdu tabi, ve bu günlere geldik.
Peki nedir bütün bu olup bitenlerin anlamı : Türkiye toplumunun tarihsel gelişme diyalektiği, uluslaşırken “ulus devlet” olarak çözülmeye başlamanın-küresel zincirin bir parçası haline gelmenin diyalektiğidir.
Uluslaşmayı anladık sanırım: Devlet, kendine uygun bir “ulus” yaratmaya çalışırken, bu süreç kendi diyalektik inkârı-zıttı olarak gerçek bir ulus haline gelmenin de yolunu açıyordu. Ortaya çıkan tablo: Bir yanda Devlet ve bu Devletin ulusu, diğer yanda da, aşağıdan yukarıya doğru oluşan bunun diyalektik anlamda zıttı bir Türkiye ulusu!. Bu iki süreç içiçe-ama biribirinin zıttı olarak gelişiyorlardı..
Peki, uluslaşırken “ulus devlet” olarak çözülerek küresel zincirin bir parçası haline gelme ne oluyor o zaman, biraz da bunu açalım isterseniz:
ULUS DEVLET NASIL-NEDEN ÇÖZÜLÜYOR..
Ulus devletin çözülmesi olayı son zamanlarda en çok tartışılan konulardan birisidir. Peki ne demek bu, nasıl çözülüyor ulus devlet? Dışardan baktığın zaman hepsi de yerinde duruyorlar o eski “ulus devletlerin”!. Buna rağmen nasıl çözülüyor bunlar; ve de, Türkiye’deki bu, uluslaşırken ulus devlet olarak çözülmenin diyalektiği nedir?
Bu konuda çok yazdım. Bu nedenle lafı burada fazla uzatmak istemiyorum. İsteyenler daha önceki çalışmalara bakabilirler. Özellikle de bu sitede yer alan 5. Çalışma’ya[2])..Evet, uzun bir çalışma bu, ama hemen gözünüz korkmasın!. “İçindekiler” kısmına girerek konuya ilişkin bölüme atlayabilirsiniz hemen! Burada, kısa bir özetle yetinelim[3]):
Sermayenin yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin serbest rekabeti nasıl saf dışı bıraktığını, tekellerin-finans kapitalin nasıl doğduğunu, bir işletme sistemi olarak tekelci devlet kapitalizminin serbest rekabetin yerini nasıl aldığını biliyoruz. Lenin’in Emperyalizm teorisinin nasıl ortaya çıktığını biliyoruz. Bu zeminde yükselen 20.yy’ın devrimlerini-devrim anlayışını da biliyoruz. Ama bütün bunların yanı sıra bilmemiz gereken bir şey daha var : Bu süreç de, yani serbest rekabetin inkârı ve tekellerin do-ğuşu süreci de, zaman içinde kendi inkârını yaratır. Ve öyle olur ki, tekelci kapitalizm yerini tekrar-ama bu kez bir üst düzeyde, bir başka tür serbest rekabete-serbest rekabetçi kapitalizme bırakır[4]). Eskiden ulus devletin kanatlarının altında gelişen ve ulus devletin açtığı yolda dünyanın paylaşılması mücadelesi içinde varolan sermaye-finans kapital de, buna bağlı olarak, tıpkı o kabuklarını delerek uçup giden ipek böceği kurtçuğu gibi, ulus devlet kabuğunu sırtından atarak dünyanın dört bir yanına gitmeye-yayılmaya başlar. İşte, sosyalist sistemi de çökerten o küreselleşme sürecinin dinamiği budur, 21.yy’ı doğuran sürecin diyalektiği budur. Bunu, bu süreci görmeden başka hiçbir şeyi görmek ve anlamak mümkün değildir artık dünyamızda.
Evet, bilginin demokratikleşmesidir işin özü. Buna bağlı olarak da tabi, teknolojik devrimdir. Küreselleşmenin fotoğrafını çektiğiniz zaman görünen tablo budur. Bütün bunlar doğru. Ama, görünen bu tablonun altında bir de çıplak gözle görünmeyenler var:
Bilgi nasıl demokratikleşti? Tekel egemenliği nasıl kırıldı da üretici güçlerin gelişmesi anlamına gelen teknolojik bir devrim gerçekleşti? Nasıl oldu da sermaye, arkasında ulus devlet desteği olmadan dünyanın dörtbir yanına elini kolunu sallayarak gidebilir hale geldi? Bu sorulara da cevap verebilmek lazım. Öyle ya, tekelci kapitalizm altında yeni bilgiler üretilemiyordu hani!. Üretilenler de tekellerin koyduğu engelleri aşamıyordu!. Nasıl oldu da bu engeller aşılabildi? Bilginin demokratikleşmesi ve teknolojik devrim denilen olay nasıl oldu da küreselleşme olarak ifade ettiğimiz sonuca yol açtı? Bu sorulara cevap vermeden, küreselleşmeden bahsettiğiniz zaman derler ki o zaman size: “Ne değişti kardeşim, kapitalizmde ne değişti de bilgi demokratikleşti, sistem küreselleşti? Nasıl olurda tekellerin, tekelci kapitalizmin yerini yeniden serbest rekabetçi bir düzen-kapitalizm alabilir”? Bu türden sorulara verilecek cevaplar, kafa yapıları 20.yy’ın eski dünyasının içinde şekillenmiş olan statükocu kuşak için bir tür varlık sorunudur! Çünkü eğer durum gerçekten böyle ise, o zaman 20.yy’a damgasını vuran bütün o eski devrimci-teorik bilgi temellerinin gözden geçirilmesi gerekecektir!. Ama sadece teorik temel -ya da zeminlerin de değil, bütün bir devrim anlayışlarının da gözden geçirilmesi gerekecektir!. Çünkü devrimin-Leninist sosyalist devrim anlayışının-teorik gerekçesi, tekellerin-tekelci kapitalizmin-üretici güçlerin gelişmesini engellemesidir. “Üretici güçler kapitalizm altında tekelci işletme sisteminden dolayı artık gelişemeyecekleri için sosyalist devrim tek yol haline gelmiştir”. Bu nedenle, eğer üretici güçler kapitalizm altında yeniden gelişmeye başlamışlarsa, o zaman bütün o devrim anlayışlarının da yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir [5]).
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, bugün dünyanın her yerinde kapitalizm altında -Küba ve Kuzey Kore hariç tabi!- üretici güçler gelişiyor mu gelişmiyor mu? Hayır gelişmiyor diyorsanız eğer diyecek lafım yok size!. Ama yok eğer, üretici güçler kapitalizm altında gelişiyorlarsa da, o zaman bunun başka izahı yoktur: Tekel egemenliğinin kırıldığı anlamına gelir bu. İşte küreselleşme denilen olay da budur zaten. Hem bilginin demokratikleşmesinden bahsedeceksin, hem de halâ tekel egemenliğinden-tekelci kapitalizmden, olur mu böyle şey! E, o zaman, tekel egemenliği yoksa artık, ne var bugün onun yerine? Nedir şu an üretici güçlerin dünyanın dört bir yanında olağanüstü boyutlarda gelişmesini sağlayan? Bunun adı, yeni tipten bir serbest rekabet düzenidir. Küreselleşmeye neden olan da budur zaten.
Serbest rekabeti görmeden küreselleşmeden bahsetmek abesle içtigaldir. Hem eski “solcu” tezleri terketmeyeceksin, hem de küreselleşme sürecinden bahsedeceksin!. Minareyi eski kılıfına sığdırmaya çalışmaktır bunun adı!. Ben otuz yıl uğraştım bu iş için, ama olmuyor! Size kolay gelsin!.
Ellerinde birer çanta dünyanın dörtbir yanını dolaşarak mal satmaya çalışıyor bugün Anadolu’nun yeni burjuvaları!. Uluslaşma sürecinin ürünü olan Anadolu burjuvalarının ulus devletin koruyucu kabuklarına ihtiyaçları yok artık! Tek bir şey var bu süreci tetikleyen: Daha iyi kalitede ve daha ucuza mal üretmek. Bunu başarabiliyorsan dünya pazarlarında yerin var, başaramıyorsan da zaten ne yapsan boşuna!. Yani öyle ulus devletinin zoruyla mal satamazsın artık kimseye!. Eski sömürge düzeni bitti artık!. Emperyalizmmiş falan, kimse takmıyor artık bunları! Bakın Orta Doğu’ya, Araplara! Sizin o “emperyalist güçleriniz” nal topluyorlar geriden!. Gelişmelere uyum sağlayarak yeni süreç içinde yer kapmaya çalışıyorlar!. Ama bir de Türkiye’ye bakın! Hangi Amerika yönlendiriyor Türkiye’deki süreçleri dersiniz! “Emperyalistleri” fanatik dostlarıyla birlikte en fazla Ergenekon çetelerine kol kanat germeye çalışıyorlar artık! Ama bu da sökmüyor! Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!. Kürt kartını da kaybettiler artık ellerinden! Ne kaldı başka geride dersiniz!..
SONUÇ
1- Bugün artık dünyada tekelci kapitalist işletme sisteminin yerini yeni tipten-küresel serbest rekabetçi bir işletme sistemi almıştır. Üretici güçler tekelci ulus devletin koruyucu-sınırlayıcı kabuklarına ihtiyaç duymaksızın dünyanın dört bir yanında gelişmektedir. Azami kâr yasası bütün gücüyle işlemektedir. Bir malı en ucuza nerede üretebilirse özgürce oraya gitmektedir sermaye. Eskiden kendi ulusal burjuvalarının koruyucu gücü olan ulus devlet ise, daha iyi yatırım alanları bularak ülkeden çekip giden o “ulusal burjuvaları” ülkede tutabilmek için, hatta bununla da yetinmeyerek, küresel sermayeyi de kendi ülkesine çekebilmek için elinden ne gelirse onu yapmaya çalışmaktadır!. Ulus devletin kendi varoluş zeminini yok eden çelişkisi budur işte!. Kendi varlığını sürdürebilmek için küreselleşme sürecine entegre olmak zorunda kalan ulus devlet, bu şekilde, kendisini yok edecek sürece de bağlanmış oluyor. Varolmak için yavaş yavaş yok olmaya razı oluyor!.
Halâ o eski güzel günlerin -o eski statükonun- özlemi içinde yanıp tutuşan ulusalcı güçlerin de -“ulusalcı sivil toplum güçlerinin” de- bu yeni dünyada hiçbir başarı şansları yoktur artık. Rekabetten kaçarak ulus devletin tekelci kanatları altında “ulusal burjuva” rolü oynamak artık mümkün olmadığı gibi, sadece ulusal sınırlar içinde kalarak sivil toplumcu rolü oynamanın da imkânı kalmamıştır. “Ben ulusal burjuvayım”, ya da “devletçi-ulusalcı sivil toplum örgütüyüm” diye ağlaşmanın hiçbir faydası yoktur!
2- Türkiye sözkonusu olunca, aşağıdan yukarıya doğru gelişen burjuva devrimi, bir yandan, bugün CHP’nin temsil ettiği toplum mühendisliği harikası o yapay “ulus” ve “ulus devlet” anlayışını yok ederek bunun diyalektik anlamda zıttı olan modern bir Türkiye ulusunu ortaya çıkarırken, diğer yandan da, bunu küreselleşme sürecine entegre ederek daha işin başında onun ulusalcı yanını törpülemektedir..
3- Ya MHP tipi bir milliyetçilik, onun şansı var mıdır bu yeni süreçte! Şaşarım halâ bu türden sorulara! Bitmiştir artık bunlar! Kürt milliyetçiliği gibi, yapay bir Türk milliyetçiliğine de yer yoktur artık bu yeni süreçte! Milliyetçi damarları kabaran bir ülkeye hangi küresel sermaye gelir sorarım size! E, ne yapacaksın; kendi ulusal sınırlarının içinde kendi kendine hamaset yaparak mı gelişeceksin! Attan indirerek eşşeğe binmeye mi ikna edeceksin insanları! Hangi “cari açık sorununu” çözebileceksin hamasetle! Aç tavuk rüyasında sadece darı görerek kendini avutabilirmiş!
Bütün bu söylenilenleri şöyle de ifade edebilirdik aslında: Tarihsel evrimi içinde ortaya çıkan “Türk” ve “Kürt” sorunlarını çözerken Türkiye ulusu şeklinde kendini ifade etmeye başlayan Türkiye toplumu, bu arada küreselleşme sürecine de entegre olarak her türlü başka ulusalcı virüsün etkisinden de kendini muaf tutmayı başaracaktır..
[1])Sanki burjuva devrimi tamamlamış da, bütün mesele, ülkede basit bir iktidar değişikliğiyle ilgiliymiş gibi! Halbuki, Türkiye’de iktidar-muhalefet ilişkisi henüz daha sistem içi bir olay değildir! Türkiye’deki muhalefet, kapitalizm öncesi sistemin günümüze kadar uzanan „modernleştirilmiş“ şeklidir. Yani bugün Türkiye’deki mücadele, Osmanlı Devleti’nin kılıç artıklarına karşı verilen burjuva anlamda devrimci bir mücadeledir. Eskinin içinden çıkıp gelen yeni sistem kendi içindeki muhalefetini henüz daha yaratamamıştır!..[2])www.aktolga.de 5. Çalışma
[3])Bu konuyu son yazılarımda hep tekrarlıyorum, çünkü meselenin amentüsü gerçekten bu; başka türlü 21.yy’ı kavramak mümkün değil!
[4])Size bir örnek! Dünkü gazetelerde son dört ayda Apple’in hisse değerinin 280 milyar dolar eridiği yazıyordu. Bunun nedeninin ise, Steve Jobs’un yerine gelen yeni CEO’nun „değişim“ yerine „elde olanı koruma“ ilkesini benimsediği, yani „durma düşersin“ ilkesini gözardı ettiği söyleniyor! Samsung hemen bu fırsatı değerlendirerek Apple’nin zirvedeki o muhteşem konumunu sarsmış! Ulus devletlerin devre dışı kaldığı yeni tipten rekabet budur işte! 280 milyar dolar deyip geçmeyiniz, bu rakam Google’nin şu anki piyasa değerine denk düşüyor!. Ama bir de bakarsınız yarın herhangi bir ülkede evinin garajını kendisine çalışma ofisi yapan genç bir insan çıkar ortaya ve o da bulduğu yeni bir teknikle Samsung’u bir anda sıfırlayabilir! İşte böyle bir dünya artık bu 21.yy’ın dünyası!..
[5])Aslında abesle iştigal ediyoruz! Çünkü artık ne sosyalist sistem kaldı ortada ne de o devrim anlayış-ları!. Hayatın pratiği bütün bunların hepsini sildi süpürdü!
Yorum Yap