- 14.12.2015 00:00
İki mahkûmiyetim ve devam eden davalarım var.
Hepsi kalemimin ucundan çıktı. Yaş kemâle erdikten sonra dört duvarın arasında kalma fikri pek ürkütücü gelmiyor. Gençken yapacak bir sürü işiniz oluyor, dışarıda sevdikleriniz, size ihtiyaçları var. Cezaevinden çıktığım günü hatırlıyorum. Demir kapının açılmasını beklerken, dakikalar asırlar gibi geçerken içimde uzun süredir büyüttüğüm tek korku vardı. Mamak'ta beni Kolordu'nun aşağıdaki nizamiye kapılarından birine bırakacaklardı. Samsun Asfaltı'nda dolmuşa binmek için karşıya nasıl geçecektim? Demek korkuları akıl dışı bir alana yönlendirince içinde yaşadığınız asıl ürkütücü gerçeklerle daha kolay başediyorsunuz. Yine de karşıya geçemedim, ters istikametten şehir merkezine gittim.
Cezaevinde uzun süre kalanların hareketlerine bir yavaşlık çöker. Acele etmezler, telaşlanmazlar. Muhabbetleri derin ve zengindir. Cezaevi, insana gerçek özgürlüğün mekânda değil zihninizde olduğunu öğretir. Hayal gücünüz kanatlanır. Güzelliğin yansıttığı duyguları, içinde serazat yaşayanlardan daha pürüzsüz ve daha tam hissedersiniz. Çünkü kimse beyninizin içine girip düşüncelerinizi ve hayallerinizi kontrol edemez.
Kemal Tahir'in, Sabahattin Ali'nin, Nazım Hikmet'in, Necip Fazıl'ın, Nihal Atsız'ın daracık hücrelerde, havasız-basık koğuşlarda anladıklarını, hatırladıklarını düşünün. "Bugün pazar/ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar/ Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/ bu kadar mavi ve bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum./ Sonra saygıyla toprağa oturdum./ dayadım sırtımı duvara/ Bu anda ne düşmek dalgalara/ bu anda ne kavga, ne hürriyet ne karım/ Toprak, güneş ve ben.../ Bahtiyarım.... Nazım Hikmet'in kışın şu soğuğunda bile insanın yüreğini ısıtan bu mısralarından sonra, Necip Fazıl'ın "Zindan iki hece..." diye başlayan tok ifadelerin arkasına sakladığı incinmişliğini, Sebahattin Ali'nin ruhundaki sarsıntıları yüklediği duvara çarpan "deli dalgalar"ı düşünün...
Namık Kemâl'in elinin altında tek kaynak olmadan Magosa Zindanı'nda yazdığı Renan Müdafaanamesi'ni, İslâm Tarihi'ni, Bediüzzaman'ın ya hapiste ya gözetim altında kaleme aldığı ve binbir zahmetle dışarıya çıkartabildiği Risaleler'ini hatırlayın. Kemal Tahir, hapishane hapishane dolaşırken derdini romanlarına dökmek yerine İstanbul'da bir üniversite kürsüsünde ders verebilseydi, inanın bugün tarihçiliğimiz çok ileri bir seviyede olurdu. Nihal Atsız'ın birinci sınıf bir Osmanlı tarihçisi olduğunu, onu sevenlerin çoğunun bile bilmemesi ne acı.
Niyetim bu eşsiz-benzersiz beyinlerle bir yakınlık kesbetmek değil, hiç değişmeden kalan bir ortak paydaya işaret etmek. Hepsi siyasî iktidarların hoşuna gitmeyen laflar ettiler, eleştirdiler, hırsların ve çıkarların üzerinde memleket için doğru bildiklerini söylediler. Soluğu hapishanede aldılar. Namık Kemâl'den itibaren suçlama konusu hep "darbe" oldu. Sonra "anayasal düzeni yıkma" ve tek bir silahın dosyada yer almadığı "silahlı terör örgütü" davaları ile suçlamalar çeşitlendi. Ya İstiklâl Mahkemeleri veya örfî idare (sıkıyönetim) mahkemelerine, sonra DGM'lere, özel yetkili mahkemelere ve bugün daha kestirme yoldan tek kişilik ve kapalı devre işleyen Sulh Ceza Hakimi'nin önüne çıkartıldılar, hep kuduz köpek muamelesi gördüler.
Küçük bir azınlığın, memleketi babalarının çiftliği gibi yönetebilmeleri için icat edilen bu suçların, sandıktan çıkan iktidarın gücü ile ortadan kalkacağına inanmıştık. Aynı tezgah, aynı kalıplarla ve daha da genişleyerek devam ettiğine göre yanılmışız. Güç sahipleri iktidarlarını sürdürebilmek için hep hapishanelere ihtiyaç duyuyor.
Nazım Hikmet Bursa Cezaevi'nde şiir yazarken, Kemal Tahir Malatya veya Çankırı Cezaevi'nde romanını tamamlarken, Necip Fazıl Ulucanlar Cezaevi'nde poetikasını tasarlarken iktidarda kim vardı? Başbakan kimdi? Adalet Bakanlığı koltuğunda kim oturuyordu? Onlardan bu memlekete hangi hayırlı işaret kaldı? Hiç hatırlayan var mı?
Dünyanın en merhametli insanlarından, fotoğraf sanatçısı Şerif Ali Tekalan'ın, çok rafine bir senarist ve sanat eleştirmeni Ekrem Dumanlı'nın "terör örgütü üyeliği" ile suçlanması bu yüzden tuhafınıza gitmesin. Ne de olsa hepimiz teröristiz ve ne de olsa yerin altı da üstü de aynı.
Yorum Yap