- 30.10.2015 00:00
Erdoğan evvelki akşam canlı yayında Putin'den umudunu kesmediğini, acıklı ve dokunaklı kelimeler seçerek bir kere daha tekrarladı.
“Kırıldığımı yüzüne de söyledim” lafının, özellikle “Rusya Türkiye gibi bir ülkeyi elinden kaçıramaz” ısrarının diplomasi ile hiçbir alâkası yok. Daha ötesine geçin: Rusya'nın Suriye'de ÖSO mevzilerini bombalamasıyla, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını doğrudan hedef almasıyla da bir ilgisi yok. Putin hakkında söylediklerinin hepsi tamamen iç politikaya dair bir bozgunun sayıklamaları. Erdoğan Türkiye'nin Putin'i olmayı kafasına koymuştu. Onu bir rol-model olarak karbon kopyası gibi benimsemiş, Rusya'daki siyasî-ekonomik sistemi 2012'den itibaren Türkiye'de inşa etmeye girişmiş, vaziyet anlaşılmasın diye adını da “Türk tipi başkanlık” koymuştu. Yalnız Erdoğan'ın uygulamaya çalıştığı model sadece bir taklitten ibaret değildi, bu modelin uygulanması için sahibinin yani Putin'in himayesine ve desteğine de ihtiyacı vardı. Erdoğan Putinleşirken Türkiye'yi de Batılı ittifaklar sisteminden ve AB sürecinden kopartıp Rusya eksenine sokmak zorundaydı. 2014 yılının Şubat ayında Soçi'de Erdoğan'ın Putin'in yanında verdiği mutlu fotoğraf, bu istikamette çok önemli bir başlangıçtı: Rusya, doğalgazı Avrupa'ya “Türk akımı” ile Türkiye üzerinden taşıyacaktı. Hemen arkasından Erdoğan'ın AB'ye verip-veriştirmesi bu yeni istikametin işareti olarak kayda geçti. Ne var ki akabinde Rusya derin bir ekonomik krize girdi ve Türkiye yeniden AB ile ilişkileri tamire çalıştı. Ama Erdoğan'ın otokrasisini inşa ederken bire bir uyguladığı Putinleşme programı da, dış politikayı Ruslaştırma umudu da hiç kaybolmadı. Bakın Rusya Suriye'de Türkiye'nin hesaplarını darmadağın ediyor. Erdoğan hâlâ “aramızda bir çatışma yok” diye mesajlar gönderiyor. Açıkça şu soruyu sormamız lâzım: Bu ısrarın ve bu duygusal mesajların Türkiye'nin bölgesel çıkarları ve objektif olarak izlemesi gereken politikayla bir ilişkisi var mı? Öyleyse?
Durumu tarihe müracaat ederek çözebiliriz. 1871 yılında Âlî Paşa'nın ölümünden 93 (1876-77) Rus Harbi'ne kadar geçen beş yıl içinde devletin çivisini çıkartan adamlardan Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, içeride kendisine destek bulmak için Rus sefaretiyle iş pişiriyordu. Halk arasında Mahmud Nedimof diye anılan bu adamın büyük katkısı ile ülke içerde tam bir kaosa yuvarlandı ve sonunda İstanbul'a Yeşilköy'e kadar inen Ruslarla felaket payitahta dayandı. Demek ki iç politikayı konsolide etmek için Rusya'ya dayanmak bu ülkeye felaket getiriyormuş.
Türkiye'nin millî çıkarlarını yok saymakla iş bitmiyor, Putin tarzı bir otokrasinin çok özgün tarihsel ve doğal şartlarını da bu ülkede oluşturmanız gerekiyor. Türkiye demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi denince Rusya'nın fersah fersah ilerisinde bir ülke. Bizim 1876'da geçtiğimiz anayasalı-parlamenter rejime Rusya ancak 1905'te başlayabildi. 73 yıllık Sovyet tecrübesi de özel mülkiyete dayalı piyasa tecrübesini sildi süpürdü. Putin, Rus doğalgazını ve petrolünü kendi otokrasisinin çarklarını çevirmek için kullanıyor. Sovyetler dağılırken devleti yağmalayan oligarklar üzerinde kurduğu hiyerarşi, emir-komutaya bağlı bir ekonomik sistemin işlemesine yetiyor. Erdoğan, Rusya'daki doğalgaz ve petrol üzerine inşa edilen siyasî gücün yerine, kamu rantıyla bir sistem oluşturmayı denedi, 17/25 Aralık bu sistemi işlemez hale getirdi. Geriye doğrudan Putin'den alacağı destekle yürütebileceği bir otokrasi ihtimali kaldı. Ne var ki ona da Putin yüz vermiyor. 1 Kasım akşamı sandıktan nur topu gibi bir Putin doğabilir mi? Putinizm, Türkiye için imkânsız, sadece çivisi zaten çıkmış ülkeyi kaosa sürükleme ihtimali olan bir otokrasi hayali hâlâ yaşıyor. Koza-İpek'e yapılan müsadereyi, Putin tarzı bir tasarruf olarak görürseniz, özel sektörün bu kaos içinde nasıl yok olacağını kestirebilirsiniz.
Yorum Yap