- 24.04.2016 00:00
Öğle vakti yemekli bir toplantı idi. Manhattan’daki lüks bir oteldeki salon birkaç yüz kişilik seçilmiş bir kitle ile doluydu. Büyük şirketlerin CEO’ları, önemli kurumların yöneticileriydi bunlar. Önce ev sahibi vakfın başkanı Bill Clinton kürsüye çıktı. Toplantıda sohbet edeceği diğer konuşmacıyı tanıttı. Kürd olsa da Türk olarak bilinen Amerikalı müteşebbis Hamdi Ulukaya, Türk olsa da ‘Greek’ olarak bilinen yoğurt pazarında Chobani markasıyla kısa sürede nasıl bir numara haline geldiğini ve kişisel serencamını anlattı.
Toplantının asıl konusu, bu başarılı işadamının servetinin önemli bir kısmını mültecilere yardım için seferber etme sözü vermiş olmasıydı. Konuşmasında özellikle Suriyeli mültecilerin durumu ve insani yardımkonusunun artık devletlere özgü bir sorun olarak değil, büyük sermaye gruplarının da kendilerine dert edinmesi gereken bir mesele olduğunu vurguladı.
Artık büyük şirketlerin kazançlarını zekatvari “tezkiye” etme konusunda insani yardım meselesine eğilmeye başladıklarını söylemek mümkün. Çünkü bu yönelim bir yandan samimi bir insani yardım çabası olduğu gibi, bir marka saygınlığı inşası, paraya malik olduktan sonra paradan vazgeçebilme cesaret ve prestiji gibi failini temayüz ettiren bir arayışla da örtüşüyor.
Clinton’ın sorularına cevaben konuşan Ulukaya’nın sohbeti yoksul ve perişan mültecilere yardımın önemi üzerine sürüp giderken, dinleyiciler de yuvarlak masalarında servis edilen rafine yemeklerini yemekle meşguldü. Ya da yiyor gibi görünüyorlardı. Zira toplantının ilk bölümü bitince salonun lobi kısmında birşey dikkatimi çekti: görevliler masalardaki çoğu dokunulmamış yemekleri tepsi tepsi getiriyorlardı. En özel kesim etler mesela omuzlardaki tepsilere binmiş bir kıyamete gidiyor gibiydi. Kendimi tutamayıp personelden birine sordum: Bu etlere ne olacak diye. “Hepsi çöpe gidecek” dedi. “Nasıl olur, çoğuna hiç dokunulmamış bile. Yazık değil mi?” diye ısrar ettim. “Yemekler bir yere bağışlansa ve biri yediklerinden dolayı zehirlense sonrabize dava açabilirler endişesi ile yemeklere kimse dokunamıyor. Biz personel olarak bile dokunamıyoruz, çöpe atıyoruz.”
Fesubhanallah dedim. Acaba kaç tane hayvan kesildi. En iyi, en pahalı kısımları ayrıldı. Kaç insanın emeği ilehazırlandı. Soğuk ortamlarda taşındı. Emek verilip tepsilere, tabaklara yerleştirildi. Sonra gelip zenginlerin fakirlere yardım lüzumu üzerine zenginler arasında geçen bir konuşmanın olduğu sofraya kondu. Ve el sürülmeden oradan alındı ve çöpe atıldı.
Acaba fakirlere yardım yerine, zenginlere yardım edilse daha iyi olmaz mıydı? Kazanılırken acı verebilen paralarla yapılan yardımı arttırmak yerine dikkatsizlikle ve iktisatsızlıkla büyük bir maliyete yol açan israfı azaltmak daha doğru olmaz mı? Belki de insanlığın sorunu yardımın azlığı değil, israfın çokluğu.
Yorum Yap