- 31.01.2015 00:00
Maalesef Kürd siyasetinde bir teori hastalığı var. Soldan tevarüs edilmiş. Modernleşme ideolojisinin, çağdaşlaşma zaruretine maruz bırakılmış bilumum milletlerde husule getirdiği bir hastalık. “Avrupa ne der”den başkasının hayat tecrübesinden veya tasavvurundan türemiş teorileri kendine ideoloji edinmeye kadar pek çok şekilde karşımıza çıkıyor. Hegel’i zihnine duvar yapıp sonra üstünden engelli yüksek atlama yapmak yahut duvar gibi ulus-devleti bir çırpıda eskitmek… İşte bunlar hep teori hastalığı.
İnsan sormadan edemiyor: Türk siyasetinin başı elini kitaplara sürmezken acaba neden Kürd siyasetinin başı başını kitapların arasından kaldıramıyor? Acaba neden biri sivil siyasetini bile iradeolarak tasavvur ederken öteki şiddet ve silahlı mücadelesini bile bir irade olarak değil kendi gerçekliğine yabancı teorilerin gerçekleştirilme ödevi olarak görüyor?
Denebilir ki biri hapiste diğeri ise serbest. Evet, gerçekte(n) de öyle. Bir farkla ki hür olmayanın hakiki hapishanesi duvardan değil, teoriden. Yine de hakkını yememeli. Kürd öğrenci bu sefer dersini doğru yerden çalışmış ve doğru istikamette gitmiş. “Demokratik özerklik” teorisi illa bir teorim olsun diyenler için dünyayı dolaştırsa da yolcuyu evine, kendi mahallesine döndüren bir teori. Bir tür kentten köye tersine göç. Teorisiz hâli gündilik olan bir gerçeği teori labirentinden geçip yılları ve zihinleri heder ettikten sonra keşfetmek. “Köy yumurtası”nın kıymetini ancak “organik yumurta” adıyla modernlik testinden geçirdikten yahut teori yabancılaşmasından geçtikten sonra anlamak, anlayabilmek. Yine de istikamet doğru. Her kim PKK’yi Kürd milliyetçiliği ile suçluyorsa bunu ezberden yapıyor demektir. Çünkü mevcut hâliyle hâkim Kürd siyasi hareketi ve silahlı örgütü örgüt milliyetçiliği yapsa bile Kürd milliyetçiliğini terketmiş bulunuyor. Kendisini bir demokrasi hareketi olarak konumlandırıyor.
Hakikat-i hâlde demokrasi dediğimiz şey politik komünizmdir. Hakiki bir demokrasi anarşizmin cemaat hâlinde yaşanmasından ve kurumsallaşmasından başka bir şey değildir. Sosyalist hareketlerirade üzerinden dünyayı değiştirmeye çalıştılar ancak başarılı olamadılar. Bir kısmı ise zamanla iradeâleminden fıtrat âlemine (devrim siyasetinden çevreciliğe) ricat ettiler. Kızıl renk kurtuluşunu yeşilde buldu. Kültürü değiştiremedik bari doğaya teslim olalım dediler.
Bookchin gibi anarşist-liberterler fıtrata dönüşü, fıtri ve mahalli hayat tarzını bir çare olarak gördüler.İstikbalin köklerde olduğunu, ilkelliğin aslında ilksellik olduğunu farkedip bedevi hayat tarzınacemaat olarak dönüşü savundular. Öcalan’ın “Demokratik Özerklik” projesi fıtriliğin bu keşfini Kürdistan’a ve Türkiye’ye taşımaya çalışıyor.
Bu yüzden, Meclis’te grubu bulunan partiler içinde İslamın ruhuna en uygun program Öcalan ve PKK’nın Demokratik Özerklik programıdır. Temelinde meşveret fikri var. Tabandan tavana meşveret (siz bakmayın teoriye uysun diye kolhozvari meclis, yahut konsey, kanton, konfederasyon gibi yabancı kelimeler kullandıklarına). Ekoloji vurgusu, israfsızlık, iktisat ve kanaat, yardımlaşma ve paylaşmaesaslarını önplana çıkartan bir fıtrata muvafık yaşama reçetesi bu aslında.
İslamda iki yeşil var: Ağacın yeşili olan fıtrat ve iradenin yeşili olan şeriat. Her ne ve kim fıtrata yakın ise İslama yakındır. Bütün insanlar yeşil doğar. Renkleri sonradan başkalaşır. Çevreye zarar vermemek, insanları ezmemek, cihadın büyüğünü dar dairede yapmak, adalet ve eşitlik için çalışmak ve komünalizmdenilen cemaatte rahmet aramak gibi özellikler İslami değilse İslami olan nedir?
Fakat soralım: Acaba neden Öcalan, Bookchin’e kadar uzanıp ithal ettiği reçetenin daha yerlisiniKürdistan kaynaklı Bediüzzaman’ın müsbet hareketi’nde bulamadı? Yahut ilkel saydığı teorisiz Kürdlerin fıtriliğini takdir edemedi?
Twitter: @mucahitbilici
Yorum Yap