- 20.08.2014 00:00
Karşı karşıya gelmiş iki taraf arasında bir savaşın olması için tarafların gerçekten de farklı olması gerekmez. Bazen küçük bir yanlış anlama, bir kıyafet tanımazlığı ya da fazlaca tetikte durmuşluğun yolaçtığı fren boşalması dost kuvvetleri “düşman” kurşunlara muhatap kılabilir.İslam ve demokrasi arasındaki ilişkiye dair söylenenlerin önemli bir kısmı birbirini tanımayan iki tarafın birbirlerine ateş etmesine benziyor. İslam ve demokrasi ilişkisi, Müslümanların hem konunun iki tarafına ilişkin teorik hâkimiyetten yoksun olmaları hem de demokrasiye ihtiyaç duyacak pratik hayat zaruretini yeterince tecrübe etmemiş olmalarından dolayı hakkıyla ele alınacak kıvama gelememiştir. Bu konudaki seküler (Batılı, akademik kültürün İslam’a ilişkin sahip olduğu) önyargı haklı olarak iyi bilinir. Ancak Müslümanların demokrasi konusundaki dışlayıcı yargısı yahut bilmeye imkân bulamamış aceleci önyargısı da aynı ölçüde önemli bir handikap olarak not edilmelidir.
Eğer bugün Şeriat’a/ İslam’a uygun bir yönetim biçimi formüle edilseydi bu demokrasi olurdu. Madem öyle, Müslümanların İslam adına demokrasiye gösterdikleri tepki ya da çekimserliği nasıl açıklamalı? Müslümanlar, demokrasiyi sadece Müslüman olmayanların elinde ve tecrübesinde gördükleri için o kalıbı yabancı içeriğinden bağımsız olarak düşünemiyorlar. Aynı şey, Müslümanları otoriter devlet ve formların içinde görmeye alışmış Batılı gözlerin, İslam’la demokrasiyi bağdaştırmada zorluk çekmesinde de sözkonusu.
Müslümanların belki bir asır önce İslam ve bilim konusundaki tutumları ne idiyse bugün hâlâ bir kısmının İslam ve demokrasi konusundaki tutumları odur. Peki, neydi bu tutum: Modern bilimin İslam’a aykırı olduğu ve zorunlu olarak insanları dinden uzaklaştıracağı varsayımı. İslam’ın ve Müslüman kimliğin korunması için modern eğitimden uzak durması gerektiği varsayılıyordu. Çünkü modern eğitimi alan çoğu kişinin modernleşmenin ezberci teşvikiyle dinden uzaklaşması sanki bunu doğrular gibi bir izlenim veriyordu. Fakat, bilimin bir değerler sistemi olmaktan çok değerler sisteminin elinde bir enstrüman olduğu gerçeği ile Müslümanların tanışması biraz zaman aldı. Bugün aynı şey demokrasi ve şeriat bağlamında tekrar yaşanıyor. Demokrasiyi sadece Batılıların elinde ve dilinde görüp duyan Müslümanlar demokrasiyi yanlış anladıkları bir salıverilmişlik, bir ibahe mesleği olarak görüyorlar ve İslam’ı demokrasiden tenzih etmeye çalışıyorlar.
Bu tavırda mazur görülebilecek tek şey Müslüman milliyetçiliğinin otantisite ve kendi kendine yeterlik duygusuna dayanan özgüvenidir. İslam’ın özgüvenin en iyisine hakkı var ancak bunun sahici temeller üzerinde yükselmesi gerekir.
Kendi dışına düşmanlıkla ayakta duran bir özgüven, sathi ve temelsiz bir özgüvendir.Hakiki özgüven kendi dışına çıkmaktan, öteki olan veya öteki görünenle temas edip yüzleşmekten korkmaz. Kategorik bir Batı düşmanlığı kategorik bir Batı hayranlığıgibi sığdır. Mutlak hayır ve mutlak şer ayrışması ancak ahirette olur. Kendisini mutlak hayırla özdeş gören veya hakikati malikiyet tekelinde zannedenler her zaman büyük bir istibdad ve aynı zamanda düşüncesizlik üretmişlerdir.
Elindeki hakikate itimadı olan başkasıyla temastan korkmaz.Fakat itimadını hakikat yerine kendi nefsine bina eden ise temastan korkar. Çünkü ötekinin elinde hakikat çıksa bile teslim olmak istemez. Hâlbuki bir hakikat bizim olduğu için doğru değildir.Doğru olduğu için, hakikat olduğu için biz ona inanırız, inanmalıyız. Bilmediği şeye düşman olan insanın yapması gereken düşmanlıkla kendini kilitlemek değil, bilmeyle özgürleştirmektir.
Twitter: @mucahitbilici
Yorum Yap