- 8.06.2013 00:00
Gezi Parkı’ndaki sivil direnişle başlayan ve polisin acımasız şiddetiyle yayılan hareketi anlamak için anahtar kelime “toplumsal huzursuzluk ve öfke”dir. Bunu iki gün önceki yazımda açıklamaya çalışmıştım.
Bu hareketi anlamamak için anahtar kelime ise “komplo”dur.
Hükümet, ilk başta Gezi Parkı direnişini sanki daha ziyade birkaç marjinal kişinin ukalalığı ve inadı olarak algıladı ve onlara hadlerini bildirmek istedi. Ancak olaylar yayıldıkça ve hareket kitleselleştikçe, meseleye “komplo” penceresinden bakma eğilimi hakim olmaya başladı. Başbakan’ın yokluğunda “anlayış ve diyalog” yöntemi devreye girdiyse de, yorum ve değerlendirmelerde “komplo bakışı” zayıflamadı, görebildiğim kadarıyla giderek daha fazla ağırlık kazandı.
Bu algıya göre, Gezi Parkı hareketinin arkasında AKP hükümetini devirmeyi amaçlayan “odaklar” vardır. Bu odakların içerideki ayağı darbe heveslileri, dışarıda ise Türkiye’nin güçlenmesini hazmedemeyen düşmanlardır.
Çok tanıdığımız bir “analiz” çerçevesidir bu. O kadar tanıdık ki, ne sonuç vereceğini de artık ezberledik sayılır.
Bu yöntemin garanti ettiği birkaç şeyden biri ve en önemlisi şudur: Toplumsal olayları ve siyasal gelişmeleri anlamamakta ısrar etmek.
Bir tür yüzleşme beceriksizliği de diyebiliriz buna. Ya da pek çok konuda kendimizi ve çevremizi görmemizi engelleyen bu beceriksizliğin bir yansıması olarak da görebiliriz bunu.
Yüzleşme beceriksizliği, en başta kendimize bakmayı, kendimizi sorgulamayı zorlaştırıyor. “Doğru olan biziz, yanlış her zaman başka yerdedir” inancına dayanan bu tutum, bir haklı olma ve haklı kalma saplantısı yaratıyor.
Dünya “iyiler ve kötüler”, “haklılar ve haksızlar” ikilikleri üzerine kurulursa, iyinin ve kötünün ötesine, haklının ve haksızın berisine bakma ihtiyacı da ortadan kalkıyor. Olayların derinlerinde yatan sebeplere dair sorular da böylece gereksizleşiyor. Buradan bakınca, sosyoloji falan da, kafa karıştırıcı bir süslü laflar yığını haline geliyor.
Sosyolojiyi dışlayan her analiz, siyasetin özünü eninde sonunda “dost düşman” ayrımına indirgemekten kaçınamaz. Bu analizi rehber edinecek bir siyaset de, karşıdakini bir tür düşman olarak görme tehlikesine kapılır ve en geçerli yol olarak onu bastırma veya yok etme tuzağına doğru ilerler.
Gezi Parkı’ndaki polis şiddetine ve o şiddeti besleyen siyasal tutumlara karşı başlayan gösterilerin içinde “eski vesayet düzenini ihya etmek isteyenler” ve “darbe heveslileri” de mutlaka vardır. “Dış güçler” de, kendi hesaplarına göre bu eylemleri yönlendirmek için çaba harcıyorlardır.
Ancak geride bıraktığımız günlerin tablosuna önyargısız ve kasılmasız bakabilenler, hareketin gövdesini ve büyük çoğunluğunu huzursuz orta sınıfların ve öfkeli yeni gençliğin oluşturduğunu kolayca görebilirler. Ayrıca, şiddeti körükleyen asıl faktörün, polisin ölçüsüz ve hoyrat müdahale şekli olduğunu, bizzat hükümet de kabul etmiş görünüyor.
Şu halde, hareketin içerideki sebeplerini teşhis edebilmek için, tehlike ve tehdit algısının kıskacından kurtulmak, o huzursuzluğun ve öfkenin toplumsal ve siyasal kaynaklarını anlamaya çalışmak gerekiyor.
Bu olaylarda illa bir “dış etki” aranacaksa, istihbarat servisleri yerine, dünyada son 3-4 yılda yaşananlara gözleri dikmek, olan biteni anlamak açısından çok daha faydalı olacaktır.
Öncelikle “Arap Baharı”nın açıklayıcı bir referans olmadığı konusundaki yaygın fikrin bana da doğru geldiğini belirteyim. Bunun yerine, iyi kötü işleyen bir demokrasiye sahip ülkelere yönelmek daha isabetli olur. Burada da ilk akla gelenler New York ve Londra’daki “Occupy hareketleri”, İspanya’daki “15M hareketi”, Şili’deki “öğrenci ayaklanması”dır.
“Orta sınıfların başkaldırısı” olarak nitelenen bu hareketler ile Gezi Parkı hareketi arasında kıyaslamalar yapmanın ve buradan dersler çıkarmanın ufuk açıcı olacağından şüphem yok. Böyle bir çaba, başka hiçbir işe yaramasa bile, her şeyin ilk defa ve sadece bizim başımıza geldiği şeklindeki kadim kuruntunun yarattığı kasılmayı hafifletmeye mutlaka yardımcı olacaktır.
http://gundem.milliyet.com.tr/komplocu-bakis-ya-da-yuzlesme/gundem/detay/1719727/default.htm
Yorum Yap